Güncelleme Tarihi:
Terzisine derki “Giysimin rengi biraz koyu olsun ki imparator olmak istediğim anlaşılsın. Ama çok koyu da yapma. O zaman kesinlikle imparator olacağım anlaşılır”. İşte pembe, mor, eflatun arası ebruli bir renk olan erguvan çiçeği böylesine politik bir renktir. Doğal yollarla üretilen en zor renk olduğu için, bir zenginlik ve güç belirtisidir. Erguvan, antik çağda kırmız böceğinden (coccus ilicis, koşnil) elde edilen kırmız renginin bir türevi olarak sağlanabiliyordu. Bir böcekten ancak birkaç damla renk maddesi elde edilebiliyordu. O yüzden erguvan rengi giysi giymek politik olmanın ötesinde aynı zamanda pahallı bir zevkti. Fenikeliler, Kenan halkından öğrendikleri ticaret ile antik çağda kırmızı boyanın hem üreticisi hem de pazarlayıcısı olmuşlardır. ‘Fenike’ sözcüğünün de ‘Phoinikes’ten yani ‘kızıl’dan geldiği iddia edilir.
Gerek Roma, gerek Bizans ve gerekse erken Osmanlı Devleti döneminde erguvan çiçeği ve rengi devletin ve yönetici sınıfının rengidir. Lale ise Osmanlı Devleti’ni simgeleyen çiçek olarak bilinse de sadece bir devrin simgesidir. Nitekim, erguvan renginin İngilizce adı ‘kraliyet moru’ anlamına ‘royal purple’, ‘imperial purple’ ve ‘Triyan purple’dür. Eski Grekçede ise ‘porfira’dır.
Bizans’ın kuruluşu olan ‘11 Mayıs’ İstanbul’da erguvan çiçeğinin açılış tarihi sayılırdı. İstanbul’un fethi de (29 Mayıs 1453) erguvan zamanında olmuştur. Latince adı ‘cercis siliquastrum’ olan akdeniz tipli erguvan ağacı, Osmanlı'da baston yapımında da kullanılmıştı. Osmanlı mutfağında salatalar, erguvan çiçeği katılarak yapılırdı. Şamanlar ise hastalıkları kovmak için erguvan kabuklarını kaynatıp içmişlerdi.
Roma ve Bizans’ta tapınaklar, saraylar, asillerin evleri, giysiler, ayakkabılar erguvan rengindeydi. İmparator ve soylular kendilerini ‘erguvan kanlı’ olarak kabul ediyorlardı. Halkın bu rengi kullanması yasaktı. İmparatorların çocukları erguvan renkli odalarda doğuyor, bu odalarda büyütülüyordu. Bu nedenle bu çocuklar ‘Porphyrogenitos’ (‘erguvan doğmuş’ ya da ‘erguvan içinde doğmuş’) unvanını alıyorlardı. Roma ve Bizans’ta erguvan renkli özel tören kıyafetleri giyiliyordu. İmparator dışında hiç kimse erguvan renginde pelerin takamazdı.
Hıristiyan inanışına göre “Hz. İsa, Romalılar tarafından çarmıha gerilmeye götürülürken üzerine erguvani bir bez atılarak aşağılanmıştı. İsa’nın ihanet eden havarisi Yahuda (Judas) da kendini erguvan ağacına asmıştı. Bu olaydan sonra önceleri beyaz olan erguvan çiçekleri utançtan erguvan rengine dönmüştü. Erguvan ağacına ‘judas tree’ (redbud trees) denilmesinin, mor rengin mecazi kullanımının (morarmak) kökeni de bu olaydan kaynaklanmıştı”.
Erguvan, tarihin her döneminde İstanbul’un simgesi olmuştur. Kentin erguvan zamanında kurulduğu da rivayetler arasındadır. Baharın müjdeleyicisi erguvan çiçekleri mayıs ayında görünüp, ani kayboluşu ile utangaç süsüdür bu kentin.
İstanbul, kadim dostu erguvan rengi ve çiçeği ile yeniden bütünleşmelidir. Valiliğin, büyükşehir ve diğer belediyelerin resmi amblemlerinde ve renklerinde bile erguvan çiçeği ve rengi bulunmamaktadır. 2000’li yıllarda İstanbul’da ‘Erguvan Şenlikleri’ düzenlenmeye başlanmışsa da söz konusu çabalar henüz kenti ve toplumu kavramaktan uzaktır. İstanbul’da ev ve apartman bahçelerinde, sokaklarda, caddelerde, meydanlarda, parklarda erguvan ağacına rastlamazsınız. Erguvanı hissedemezsiniz. Erguvan’ın asıl sahibi olan bu şehirde erguvan ağacından yapılmış bir baston veya herhangi bir bibloya, ev eşyasına rastlamazsınız. İstanbul restorantlarında erguvan çiçeğinden yapılmış salata veya yemeklere de rastlamazsınız. İstanbul kafelerinde erguvan kabuklarını kaynatıp sıcak veya soğuk içecek olan sunan bir yerde bulamazsınız.
Her ülkenin ve her kentin bir rengi, bir çiçeği, bir kokusu vardır. İstanbul’un da ağacı ‘erguvan’, çiçeği ‘erguvan çiçeği’, rengi ise ‘erguvan rengi’dir.