Güncelleme Tarihi:
IŞİD nereden çıktı, dünyadan ne istiyor, bu kadar vahşi eylemlerle bile nasıl kendine taraftar topluyor? Alanının en iyisi yazar ve gazeteciler, IŞİD’in nedenini nasılını anlattı.
IŞİD, Türkiye’yi nasıl görüyor? Nereyi tehdit ediyor?
Türkiye’deki IŞİD militanları üzerine, aylardır onlarca haber yapan Radikal muhabiri İdris Emen anlatıyor:
IŞİD Fransa’ya hangi gözle bakıyorsa Türkiye’ye de aynı gözle bakıyor. Nitekim Paris saldırısından önce IŞİD’in Diyarbakır, Suruç ve Ankara saldırıları oldu. Bu saldırılar bize IŞİD’in Türkiye toplumunu kendisine düşman olarak gördüğünü gösteriyor. IŞİD yayımladığı videolarda Türkiye’deki Müslümanların ‘Cihat’a katılmaları yönünde çağrıda bulundu. Hatta IŞİD’e yakın ‘Konstantiniyye’ adlı dergide örgütün İstanbul’u ‘fethedeceği’ duyuruldu. Bu durum IŞİD’in hedefleri arasında Türkiye toprağının da olduğunu gösteriyor. Yine de Türkiye’yle ilgili alışılmadık bir durum var şu an. IŞİD, nerede olursa olsun yaptığı eylemleri üstelemekten çekinmeyen bir örgüt. Hatta saldırıları sonrasında bazı videolar yayımlayarak militanlarının saldırılara nasıl hazırlandığını kamuoyuna duyuruyor. Ancak IŞİD, Türkiye’de yaptığı Diyarbakır, Suruç ve Ankara saldırılarını üstlenmedi. Bunun yerine bu saldırıları tebrik etmekle yetindi. Bu durum kafa karıştırıcı; çünkü bu saldırıların IŞİD tarafından yapıldığı kesinleşti.
IŞİD, dini referanslarını nereden alıyor? Felsefesi ne? Bunlar İslam adına geçerli iddialar mı? IŞİD gerçekten ‘İslami’ bir terör örgütü mü?
Gazeteci-yazar Mustafa Akyol, IŞİD’in dünyadaki İslam âlimlerinin ve sıradan Müslümanların çok büyük çoğunluğuna göre zalim, sapkın bir örgüt olduğuna ama kendini de İslam’ın en doğru temsilcisi olarak gördüğüne işaret ediyor: “Dolayısıyla ‘ne IŞİD İslamidir’ demek doğru ne de ‘İslam’la hiçbir alakası yoktur’ demek. Bence en doğru tanım, İslam’ın ilk yüzyılındaki ‘Hariciler’ gibi, dini kaynakları çok katı, bağnaz ve vahşi yorumlayan bir akım olduğu.”Selefilik ve İslami hareketler konusunda uzman ilahiyatçı, Prof. Dr. Hilmi Demir’e göreyse IŞİD’in dini referans çerçevesi oldukça karmaşık ama basitçe Selefi-devrimci-radikal örgütlerden biri olarak kabul edilebilir (İslam’ın şirk ve batıl inançlardan temizlenerek kendi kaynaklarına dönmesini savunan Abdullah İbn Abdulvehhab’ın düşüncesinden beslenen Selefilik’ten çok fazla yararlanıyor). Demir, IŞİD’in sadece ‘İslamcı’ bir örgüt olarak nitelenmesini yanlış buluyor: “Yalnızca dini referanslar kullanmıyor. Batı dünyasının sömürgeci geçmişi, uyguladığı çifte standartlar ve İslamofobi gibi ideolojik araçları da kendi söylemine ekliyor.”
Türkiye’de kaç IŞİD militanı var? Türkiye’den IŞİD’e destek oldu mu?
Türkiye’den IŞİD’e katılan militanların sayısını bilmiyoruz ama Suriye ve Irak’ta birçok cephede öldürülen ya da yakalanan militanların üzerinden çıkan kimliklerden epey Türk olduğunu anlıyoruz. Malum en son PEW’un kamuoyu araştırması Türkiye’de IŞİD’e sempati duyanların oranının yüzde 8 olduğunu ortaya koydu. IŞİD dışında Nusra gibi örgütlerin saflarında yüzlerce genç var. Türkiye’nin IŞİD’e desteği meselesi çok kafa karıştırıcı. Ben Türkiye’nin IŞİD ile ilgili politikasını dört farklı düzlemde değerlendirmekten yanayım. Suriye’de 2013’ün ortalarına doğru Esad yönetimine karşı savaşan herkes Türkiye tarafından desteklendi. Hepsi AKP yönetimine göre devrimciydi. El Kaide’de ayrışma yaşanıp IŞİD ismi ortaya çıktığında Türkiye’nin bu örgüte ilişkin politikası çeşitlendi. Ankara, Irak’ta Türkiye destekli Sünni aşiret ve siyasetçilerin Şii Maliki yönetimini devirmeleri konusunda IŞİD’i bir katalizör olarak gördü. Sıra Suriye’ye geldiğinde IŞİD bir yerde desteklendi, başka bir yerde düşman olarak görüldü. IŞİD, Türkiye destekli gruplara yani eski ortaklarına savaş açtığında Ankara IŞİD’i elimine etmeye çalışanlara destek oldu. Kürtler Rojava’ya hâkim olmaya başladığında da IŞİD’in sonradan içine aldığı cihatçıların onlarla savaşmak için Türkiye’den rahatça Suriye tarafına geçtiğini gördük. Bu şekilde Türkiye üzerinden geçen cihatçılar Rasulayn’da Kürtlerle çatıştı. Birçok kapı Türkiye üzerinden sevk edilen militanlarca ele geçirildi. IŞİD, dünyaya açıldığı, lojistik ve militan akışını sağladığı üç kapıya sahipti; üçü de Türkiye’ye açılıyordu. Bunlardan Tel Ebyad’ı YPG ve Arap ortaklarına kaptırdı. Elinde hâlâ Cerablus ve El Rai kapıları duruyor. Bir kritik nokta da petrol ticaretidir. IŞİD’in çıkardığı petrol Türkiye sınırlarından satıldı. Rusya, Viyana görüşmelerinde IŞİD’in petrol satışlarına dikkat çekmişti. G-20 zirvesindeki göndermeler de önemli ölçüde Türkiye ve Suudi Arabistan ile ilgiliydi. (Fehim Taştekin / Ortadoğu uzmanı gazeteci) )
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Türkiye ile ortak operasyona gideceklerini açıkladı. Bu ne demek? Türkiye şu an nasıl bir hazırlık içinde? IŞİD’e yönelik bir koalisyonun parçası olacak mı? Olası bir operasyonda rol oynayacak mı?
Kerry’nin orada kastettiği, Türkiye ve Suriye sınırının halen IŞİD’in kontrolünde olan 98 km’lik Cerablus-Azez arasında kalan bölümünün güvenliğinin sağlanması. Şu aşamada o bölgede herhangi bir kara operasyonu düşünülmüyor. Washington’ın odaklandığı, IŞİD’in bu hattı yabancı savaşçı geçişi, petrol, buğday kaçakçılığı gibi gelir getirici işler için kullanmasının önlenmesi. Peki neden operasyon lafını kullandı? Çünkü Kerry, yönetim içinde Türkiye’ye en yakın duran isim. Ve şu anda Obama yönetiminin Suriye’de izlediği, Paris saldırısından sonra daha da pekiştirdiği politika, Ankara’nın tezlerine uymuyor ve Kerry de dünyaya Türklerle yakın çalışıldığını vurgulayarak Erdoğan yönetiminin buna tepkisini hafifletmeye çalışıyor. Nedir ABD’nin politikası: 1) Suriye’nin batısında, Türkiye’nin de destek verdiği muhalif gruplar ve Rusya ile İran’ın ayakta tuttuğu Esad Rejimi arasında yılbaşına kadar bir ateşkes sağlamak. Ki bu yaklaşım, Esad rejiminin devrilmesini öncelik sayan Türkiye’nin istemediği bir şey. 2) Türkiye’nin güvenli bölge oluşturulmasını istediği 98 km’lik Azez-Cerablus hattında güvenli bölge fikrine uzak durup sadece sınır güvenliğine yoğunlaşmak. 3) Suriye’nin doğusunda, PKK bağlantısı nedeniyle Türkiye’nin terörist saydığı Kürtler ve IŞİD arasında süren çatışmalarda Kürtlere verilen desteği sürdürmek. Sonuçta, bu üç başlıkta da Ankara ve Washington ters düşüyor. Kerry de Ankara’nın gönlünü alacak bir mesaj vermeye çalışıyor. Çünkü Pentagon’da verilen brifinglerde de bahsedilen bölgede bir operasyon konusunda hiçbir detay yok. Hatta brifinglerde kullanılan haritalarda bile gazetecilere gösterilen bölge sadece Fırat Nehri ve Erbil arasında kalan coğrafyayla sınırlı. Yani Türkiye’nin odaklandığı kısım Pentagon’un radarından çıkmış durumda. Halep’in kuzeyinden güneyde Şam’a kadar olan hatta Ruslar çalışıyor. Amerikalılar ise Cerablus’un doğusunda Fırat’tan sonraki bölüme yoğunlaşıyor. (Tolga Tanış, Hürriyet Washington Temsilcisi )
Avrupa’da ve dünyada gündelik hayat nasıl değişecek? Müslümanlara etkisi ne olacak?
Avrupa’daki Müslümanların işi çok zorlaşacak. IŞİD’in de niyetinin bu olduğunu sanıyorum. Medeniyetler çatışması kavramını sevmiyorum ama çokkültürlülük, çoğulculuk gibi olguların büyük bir baskı altında olduğu bir döneme girdik. Nativism (yerelcilik) her yerde yükseliyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasının liberal dünya düzeni çözülüyor. Üstelik Avrupa’da özellikle neyin kaybedileceği konusunda tam bir kavrayış da yok kanımca. Devletler tepkilerini ölçülü vermeye çalışsalar bile toplumlardaki çoğunluk korku/öfke karışımıyla içerideki Müslümanlara yönelik ters işler yapabilir. İlk beklenti, ırkçı partilerin desteğinin artacağıdır. Avrupa’daki gündelik hayatta da güvenlik kaygıları daha fazla ön plana çıkacak. (Gazeteci yazar Soli Özel)
* * *
IŞİD’in Paris saldırılarının hedeflerinden biri, Fransa’da ve daha genel olarak Avrupa’da Müslüman ve Arap düşmanı bir iklim yaratmak. Son Paris saldırısında bu amaç çok daha belirgin. Böylece Avrupa’yı, Batı dünyasını, iddia ettikleri gibi Haçlı gücü olarak daha fazla tanımlayabilecekler. Ailelerine, kendilerine yönelik toplumsal dışlamaların, tepkilerin ve belki yer yer şiddetin ortaya çıkması veya artması nedeniyle huzursuz olan gençleri kendi saflarına daha fazla çekecekler. Bu, düşman saflarında çelişkileri açığa çıkarmak, derinleştirmek ve böylece hem propaganda gücünü artırmak hem de yandaşlar nezdinde meşruiyetini güçlendirmek için yürüttükleri stratejiydi. Maalesef Paris saldırıları sonrasında Batı Avrupa ülkelerinden IŞİD’e katılımın artması bekleniyor. Bu öngörü doğrulanırsa, ki Charlie Hebdo katliamı sonrası doğrulandığı iddia ediliyor, o zaman Batı toplumları gerçekten çözülmesi çok zor bir ikilem karşısında kalacak. Bugün Fransa’da Cumhurbaşkanı Hollande’ın savaş söylemi aynı zamanda bu savaşa katılmaya zaten hazır bekleyen, Suriye’ye, Irak’a gitmeye çalışan ama gidemeyen gençleri, bulundukları yerde kendiliğinden eyleme geçmeye de teşvik edebilir. Teröre karşı savaş... Bu sözü ABD yönetimi, Bush döneminde çok kullandı ve etkisinin ters olduğu fark edildi ve genellikle terk edildi. Fransa’da üç ay için kanun yoluyla bizdeki OHAL’e benzeyen ‘Acil Durum Yasası’ uzatılacak. Bunun Müslüman’dan, Arap’tan olağan şüpheli yaratma riskini küçümsememek lazım. (Araştırmacı yazar Ahmet İnsel)
IŞİD neyi hedefliyor?
Devletleşmek ve bu devlette kendi anlayışına göre şeri hükümleri hâkim kılmak istiyor. Uzun vadede herhalde ‘kutsal’ şehirleri de isteyecektir. Bir de tabii Şiilerden, gayri müslimlerden arındırılmış bir Ortadoğu coğrafyası... (Soli Özel)
* * *
Brookings Enstitüsü’nden Will McCants’e göre IŞİD geçen sene zirveye çıktığı toprak büyüklüğünün dörtte birini kaybetti. Ancak bu sefer de küresel terör saldırılarına başvurarak imajını canlı tutmaya çalışıyor. IŞİD ve destekçilerinin saldırıları arasında Kuveyt, Lübnan, Suudi Arabistan, Sina Çölü’nde düşürülen Rus uçağı, Türkiye ve Paris saldırıları var. IŞİD bu saldırılarla hem komşu ülkelerde mezhepsel ve etnik karışıklık çıkarmak istiyor hem de bu yolla Suriye’deki kayıplarının üstünü örtmek istiyor. (Doç. Dr. Ahmet Yükleyen / İstanbul Ticaret Üniversitesi, Hazar Strateji Enstitüsü)
IŞİD, El Kaide’den daha mı zalim?
İslam anlayışlarında benzerlik var; ikisi de Tekfiri, Selefi, cihatçı örgütler. Ama El Kaide daha ‘ılımlı’ kaldı IŞİD’in yanında. Örneğin IŞİD’in yardım gönüllülerini öldürmesi gibi bazı vahşi eylemler son dönemde El Kaide tarafından kınandı. El Kaide’nin ‘Hilafet’ gibi bir iddiası olmadığını ve bir ‘devlet’ kurmaya çalışmadığını da belirtelim. Sol literatüre benzetirsek, El Kaide bir tür ‘şehir gerillası’ örgütü. IŞİD ise Kızıl Khmerler gibi devlet kurup kitle katliamları yapan bir örgüt. (Mustafa Akyol)
Liderleri kim; nasıl yapılandı, nasıl örgütlendi?
IŞİD’i eski El Kaideciler, Baasçılar ve bazı Sünni aşiretlerin koalisyonundan doğmuş bir örgüt olarak tanımlayabiliriz. El Kaide’nin küresel ağını, Baas’ın stratejik aklını ve aşiretlerin sosyal tabanını kullanıyor. IŞİD’in lider kadrosu ağırlıkla Irak’tan. Ömer Şişani gibi IŞİD’in kuzey cephesi komutanı olan yabancılar cephelerde öne çıksa da karar vericiler genelde Iraklı. Kendini halife ilan eden Ebu Bekir Bağdadi, İslam üzerine Bağdat Üniversitesi’nde doktora yapmış biri. Örgüt üzerindeki otoritesini yani kendini halife olarak kabul ettirmesini biraz da din eğitimi almış olmasına borçlu. Türkmen asıllı yardımcısı Abdurrahman Ebu Ala da din dersi hocasıydı. Stratejiyi belirleyen kadrolarda ise eski Baasçılar hâkim. (Fehim Taştekin)
Neden bu kadar vahşi eylemler yapıyorlar? Bunlara kim karar veriyor?
Bir ‘Halife’leri var; dolayısıyla ana stratejilere onun karar verdiğini varsayabiliriz. Ama kullandıkları vahşet, ‘Tekfiri Selefilik’ denen din anlayışlarından geliyor. Henüz IŞİD ortada yokken, 2004-2006 yıllarında, onun öncülü olan Ebu Musab El Zerkavi de Irak’ta benzeri vahşi eylemler gerçekleştirmişti. Bir de onlara göre ‘stratejik’ bir mantığı var vahşetin: Az bir güçle çok korku salmaya yarıyor. Yine IŞİD’in teorik öncülerinden Ebu Bekir Naci, 2004’teki ‘Vahşetin İdaresi’ adlı kitabında bunu açıkça anlatmıştı zaten. Ne yazık ki vahşetin bir cazibesi de var. Dahası IŞİD “Masum insanları öldürüyoruz” demiyor. “Müslümanlara zulmeden kâfirleri, mürtedleri (sapkınları) öldürüyoruz, bunu çoktan hak ettiler” diyor. Burada yapılan elbette korkunç bir ötekileştirme, şeytanlaştırma. Ve bu propagandanın alıcısı hemen her zaman, hemen her toplumdan çıkabilir. (Mustafa Akyol)
Rakka’ya karadan girmek IŞİD’i bitirir mi? IŞİD nasıl mağlup edilebilir?
Fehim Taştekin, karadan yürütülecek bir savaşın IŞİD’in alan hâkimiyetini önemli ölçüde gerileteceğini ama meselenin ‘yerel otoritelerde’ biteceğini öne sürüyor: “Hava operasyonları IŞİD’in şehirlerdeki hakimiyetini fazla etkilemiyor. Bir işgal gücü geçici olarak IŞİD’in belini kırabilir ama bitiremez. Bunun için yerel otoritenin sahaya hâkimiyeti önemli. Bu, Irak’ta Irak ordusu ve diğer yasal güçler, Suriye’de de Suriye ordusudur. Suriye ordusunu dışlayan hiçbir askeri seçenek sahada başarı elde edemez.”Mehmet Şahin ise koalisyon güçlerinin ne karadan ne de havadan operasyonunun çözüm olacağını düşünüyor: “Rakka’da bir milyon insan yaşıyor. IŞİD’le mücadelenin tek bir yolu var: Sünni kitleyi kendi yanına çekmeyen bir girişim sonuç vermez. Yerel güçlere onurlu bir çıkış göstermeleri gerekiyor. Yapılan her harekât katliama neden olur. Sosyal tabandan çok tepki çeker.”
Papa, Fransa’daki saldırılardan sonra ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ ifadesini yeniden kullandı. Dünya büyük bir değişime doğru mu gidiyor; Türkiye’nin pozisyonu ne olacak?
Papa’nın 3. Dünya Savaşı tabirini kullanması yerinde değil. Bugüne kadar savaşlar devletler arasında oldu. Bu öyle bir durum değil. Ayrıca, bugüne kadar Fransa içindeki saldırı ve katliamları çoğu Fransa doğumlu olan ve hemen hepsi Fransız vatandaşı olan insanlar yaptı. Hollande’ın pazartesi günkü konuşmasında, bir sol lidere yakışan yegâne pasaj, saldırıların Fransızlar tarafından Fransa’ya karşı yapıldığını vurgulamasıydı. Ne “Arap” dedi, ne “Müslüman” ne de “Yabancı”. O zaman bu bir içsavaş mı? O da değil. Terör eylemlerini bir savaş diline çevirmek bence terör eylemi stratejisi yürütenlerin tam istediğini yapmaktır. Elbette özel mücadele yöntemleri gerekiyor olabilir, gerekiyordur ama savaş deyince terörist dediğiniz tarafa da başka bir meşruiyet atfetmiş olursunuz. Ben Norveç’te Norveçli genç Nazi hayranının yaptığı katliam sonrası Norveç Başbakanı’nın söylediğinin doğru tavır olduğunu düşünüyorum: “Elbette ne isek o olmaya devam edeceğiz. Bu saldırıya karşı en güçlü yanıt demokrasiyi daha da derinleştirmektir.” Demokrasinin gücüne inanıyorsak, bunu söyleyebiliriz ancak. Türkiye, Batı’nın kalesi olma konusunda da güven vermiyor artık. İktidarın, bazıları El Nusra gibi uluslararası kuruluşların terör örgütü listesine giren cihatçı kuruluşlarla yürütmeye devam ettiği işbirliği, IŞİD konusunda çok yakın bir zamana kadar sergilediği müsamahakâr veya önemsemez tavır, güven vermiyor. Dolayısıyla kale bile olsa, en fazla içerisine girilmiş bir kale olarak görülecek dışarıdan. (Ahmet İnsel)
* * *
Dünyada ve özellikle bölgede elbirliğiyle yaratılmış bir karmaşa içindeyiz. Amerikan işgaliyle Irak devleti yıkılmasa muhtemelen bugün bunları konuşuyor olmazdık. Ne var ki Arap isyanlarının da gösterdigi gibi Arap-İslam dünyasının ciddi sorunları var ve bunları çözmek üzere yapıcı bir toplumsal proje üretilemiyor. İşgal olmadan önce de üretilemiyordu. Şu anda eğer ortadaki en ‘başarılı’ hareket IŞİD’se onun şiddet tapınmasının da toplumların geleceğini ne kadar kötü etkileyeceğini yakında hesaplamaya başlarız. Bazı uzmanlar ve Arap düşünürler bunu bir medeniyet krizi olarak tanımlıyor. Toplumların kendilerini içinde buldukları çaresizlik devletlerin çökmesiyle birlikte bir hayatta kalma mücadelesi peşinde “İnsan insanın kurdudur” türünden bir durumu da yarattı. İnsanlar kimliklerinin en dar tanımlarına sığınmak zorunda kaldı. Mezheplere sığındılar. İran-Suudi Arabistan (ve Katar ve Türkiye) jeopolitik kavgasında da ideolojik mobilizasyon mezhepçilikle gerçekleşti. Bölgeye özgü bu duruma büyük güçlerin artık kendi başlarına düzen oluşturma kapasiteleri olmadığını da eklemek gerekir kanısındayım. Kısacası dünyada genel bir düzen kuramama krizi var. Kavgalar, savaşlar ülkelerin içinde çıkıyor ve çıktığı yerleri de tüketiyor. ABD ve Rusya birlikte hareket edebilir. Ama dediğim gibi yerel ve bölgesel güçler onay vermezse bu ikisi Suriye meselesini çözemez. Türkiye’yse içerideki Sünnileşmeyle, anti-Batıcılıkla stratejik olarak çaresizlikten Batılı kalmaya devam etmenin yarattığı gerilim hattında siyasetini sürdürecektir sanıyorum. (Soli Özel)
Rakka’da hayat nasıl? IŞİD bir devlet ve Rakka başkent mi, nasıl bir yer? Şeriatla mı yönetiliyor? Orada yaşayan herkes IŞİD’çi mi? Buraya dışarıdan girip çıkmak mümkün mü? Yönetim kaçtı mı?
Fırat kıyısındaki Rakka şehri, 13 Ocak 2014’ten beri tamamiyle IŞİD’in kontrolünde. Suriye’nin en büyük barajının (Tabka) yakınındaki şehirde, IŞİD gelmeden evvel yaklaşık bir milyon kişi yaşıyordu. Toplu halde kaçan grupların ardından, şu an nüfus 400 bin civarında. IŞİD geldikten sonra şehirdeki Şiiler’i ve Beşar Esad yanlılarını yakalayıp idam etti. Şii camileri ve kiliseler yakıldı (Bir Ermeni kilisesi şu anda karargâh olarak kullanılıyor). Örgütün ilan ettiği ‘İslam Devleti’nin şeriatla yönetilen başkenti konumundaki Rakka’ya giriş zor değil ama IŞİD’e karşı mücadele eden Rakkalıların söylediği üzere ‘çıkmak neredeyse imkânsız’. Rakka’dan dışarıya haberler şu an sadece, geçen yıldan beri şehirde IŞİD karşıtı gizli bir yayın yapan (Raqqa Is Being Slaughtered Silently, RBSS – Rakka Sessizce Katlediliyor) internet sitesi üzerinden çıkıyor. Bu yayın, çoğunlukla vatandaş gazeteciliği üzerinden, kelle koltukta yürüyor (Örgüt, engelleyemediği bu yayını yapanları bulup öldürmeye kararlı; geçen ay Şanlıurfa’da öldürülen iki aktivist gazeteci de RBSS için çalışıyordu). RBSS’nin son yayını, yoğun bombardıman altındaki Rakka’da, IŞİD’in dışarıya haber sızmasın diye internet kafeleri kapattığını ve tüm internet erişimini kestiğini anlatıyor. Kesin olmamakla beraber, IŞİD liderlerinin aileleriyle beraber Musul’a kaçtığı bildiriliyor. RBSS’nin bir aktivisti, Ferit el Vefa, IŞİD idaresi altındaki şehirde hayatın neye benzediğini şöyle anlatıyor (Syria Direct’ten): “IŞİD, Rakka’nın idaresini ele aldığında şeriat yasalarına göre giyinme mecburiyetini getirdi. Sigara içmeyi yasakladı. Kısa bir süre içinde yaşam şartları giderek kötüleşmeye başladı. Elektrik günde ancak bir-iki saat veriliyor. Ekmeğin fiyatı aşırı yükseldi. Bunu kasten yaptılar; un bulunamıyor ama şehirden başka yerlere taşınan buğday yüklü kamyonlar görüyoruz. Sebebi daha rahat koşullarda yaşayan IŞİD militanlarına özendirmek. Tıbbi malzeme çok az. Eskiden sokakları temizlemek için gönüllü gençler çalışırdı; şimdi o da yok. Bütün bunlar, petrol rafinerilerinin geliri sayesinde bir finansal kriz yaşanmamasına rağmen gerçekleşti. Zaten IŞİD, halkı çeşitli vergilere de tabii tutuyor. Bu vergiler, militanların daha rahat yaşaması için alınıyor. Zorunlu askerlik şu anda yok ama şartlar çok kötüleştiğinden birçok genç daha rahat yaşamak için IŞİD saflarına katılıyor. Öte yandan artık yabancı ülkelerden gelenlerin sayısı da çok azaldı. Gelenlerin bir kısmı da IŞİD’in dışarıdan gördükleri gibi olmadığını anladı; çıkmaya çalışıyorlar.”
IŞİD, parayı ve silahı nereden buluyor? Ne kadar parası var? Rafinerileri gitse IŞİD biter mi?
Fehim Taştekin, IŞİD’in gelir kaynaklarını kalem kalem sıralıyor: “Musul’u aldığında 2 milyar dolara hükmeden dünyanın en zengin silahlı örgütü unvanını kazandı. Suriye’de Haseke ve Deyr el Zor’da ele geçirdiği petrolle Irak’ta Musul, Beyci gibi yerlerde ele geçirdiği petrol gelir kaynaklarının en büyüğüydü. Petrol dışında tarihi eserlerin satışı, ganimetler, koyduğu vergiler, kaçırdığı kişiler için aldığı fidyeler ve kestiği haraçlar gelir kalemlerini oluşturuyor. Başlangıçta Körfez ülkelerinden gelen bağışlar da vardı. Fakat Irak’ta Beyci’yi, Suriye’de Haseki’de belli yerleri kaybedince petrol gelirleri düştü. Örgütün ekonomik olarak eskisi kadar güçlü olmadığı söyleniyor.”
Lider kadro ilk nerede buluştu? Irak’taki Camp Bucca Cezaevi’nin sırrı ne?
Ortadoğu’da süregiden kaos ortamında belki bir noktada mutlaka mümkün olacaktı ama IŞİD’in hızla büyüyüp serpilmesinin özel bir sebebi var. O sebep de Irak’taki ‘Camp Bucca’ isimli hapishane. Irak’ın güneyinde Amerikan kuvvetleri tarafından yönetilen bu cezaevinde bugünkü IŞİD’i yöneten tepe kadro buluştu. Daha 2004’ün ekim ayında Ürdünlü militan Ebu Musab el Zerkavi, Usame bin Ladin’e bağlılığını ilan etmiş, grubunu ‘Irak’taki El Kaide’ olarak tanımlamıştı. Camp Bucca’da tutuklu bulunan El Zerkaviciler orada bugünün ‘halifesi’yle tanıştı. İki grup orada birleşti ama onlara esas yardımı yine aynı cezaevinde bulunan ve onlarla hareket etmeye başlayan Saddam’ın Baasçı komutanları yaptı. El Kaide’nin ve diğer yabancı savaşçıların gücü bölgede zayıflarken, El Zerkavi ve Bağdadi’nin içinde bulunduğu bu kesim Baasçıların tecrübeleri sayesinde ön plana çıktı. Bu yeni merkez, Suriye’deki kaosla ve Beşar Esad’ın cezaevlerinin kapısını açıp, onlara katılan yüzlerce teröristi salmasıyla beraber gücünün zirvesini gördü.