Güncelleme Tarihi:
POLİTİKANIN tamamen dışında bir şey soracağım. Sence Humeyni iyi bir insan mıydı?” diye yokluyorum rejim karşıtı Hamed’i. Hüzünle: “Ne bileyim Çınar” diyor, “Karısına yazdığı bir aşk mektubu var. Sen, ben yazamayız.”
Başka türlü insanlar İranlılar...
Hep ‘kadim Pers medeniyeti’ derler ya...
Medeniyeti müzelerde değil; sözlerinde, yüzlerinde görüyorsunuz.
Sebati Karakurt’la iki hafta geçirdik, ön araştırma ve yazma safhasıyla bir ay İran’la yatıp İran’la kalktık.
Hürriyet’te bir haftalık yazı dizisi oldu gördüklerimiz.
Hükümetle görüştük, lüks semtlerinden ücra köylere dostlar edindik.
Filmleri, şarkıları, İran ruhu içimize işledi.
İNSAN KENDİ ÜLKESİ SANIYOR
Sokaktaki insanlar o kadar benziyor ki bize, sanki her an bir tanıdık çıkacak!
İki eski imparatorluk, iki Müslüman ülke...
Özdeşleşiyor, kendi ülkesi sanıyor insan.
Bir de “Biz şanslıydık, onlar değildi” gibi bir suçluluk hissi var...
İran’ın çelişkileri sert.
Şiirin, mimarinin, sanatın beşiği...
Uluslararası bilimsel yayın sayısında Türkiye’nin önünde.
Ama hâlâ recm ve kırbaç cezası var.
Reformcu Hatemi 1997’de yüzde 70’le gelmişti. Ama sistem elini kolunu bağladı.
2009’da Musavi umut oldu, seçimi kaybetti.
Hile şüphesi İslam Devrimi’nden beri görülmemiş bir isyan çıkardı.
“Savaşacağız, öleceğiz, ama İran’ı geri alacağız” diye haykırdı yüz binler...
Sokak ortasında vuruldular.
Ruhani’nin 2013 zaferi umudu diriltti.
“Dijital devrim çağında karantina altında yaşanmaz” diyerek geldi.
Batı’ya göz kırptı.
30 Haziran’da ambargoyu kaldıracak anlaşmaya giden yolu açtı.
Ama ulemanın ve ordunun baskı aygıtları yerli yerinde.
Halkın gözünde tek çare dünyaya açılmak.
GÜNLÜK HAYAT DİRENİŞ ALANI
Sokaklarda, restoranlarda herkes bize gülümsüyor; görülmek, sesini duyurmak istiyor.
Minik adımlarla hayatı değiştiriyorlar.
Uydu antenlerle, kaçak girdikleri Twitter’la, renkli başörtüleriyle...
Sabırla, akıllıca yapıyorlar.
Satrancı keşfeden ataları gibi...
Yolları uzun. Ama olacak...
Çünkü hayatın akışı onlardan yana...
Bir yetkili söyleşide: “Türkiye boşuna zorluyor kendini. Biz Doğuluyuz. Burada işler farklı yürür” dedi.
Ertesi gün arayıp ricada bulundu:
“Lütfen Survivor hayranı olduğumu yazmayın, yanlış anlaşılabilir.”
Doğululuğu evde televizyon başında oturana kadar...
Oysa insanlık Doğu’suyla Batı’sıyla bir bütündür.
İran sinemasının babası Abbas Kiarostami söylüyor: “Batılı veya Doğulu bir kanser türü duymadım, hastanın milliyetini, dinini veya kültürünü gösteren bir röntgen filmine de rastlamadım.”
İstanbul’da yaşayan İranlı bir sanatçıyla konuştum önceki gün: “Üzülüyorum. Benzer şeyler görüyorum. Ben İran’dan kaçmışım, basıp gideceğim galiba buradan da.”
İran’da Rıza Şah, Atatürk’ü örnek alarak radikal bir Batılılaşma hamlesine girişmişti.
Fakat zamanla keyfi diktatörlüğe kaydı.
Bakın İranlı akademisyen Touraj Atabaki nasıl bakıyor: “Türkiye’nin şansı, Atatürk’ün meclis ve partiler gibi siyasal kurumları kalıcı kimlikler geliştirebilmelerine imkân verecek ölçüde kendi başlarına bırakmasıydı.” Bugün bu demokratik kurumlar, hassasiyetler hoyratça tehdit ediliyor.
KANAL D’DEKİ NOSTALJİ HABERİ
Bu yazıyı yazarken Kanal D’de bir ‘nostalji’ haberi çıkıyor karşıma...
1991 seçimleri... Tüm parti liderleri televizyonda tartışma programına çıkmış.
Ecevit, Mesut Yılmaz, Perinçek...
Erbakan sempatik tonlamasıyla nazire yapıyor, Demirel hınzır hınzır gülüyor...
Artık bu görüntüler ‘haber’ olacak kadar şaşırtıcı geliyor.
Sunucu Serdar Cebe “Eskiden böyle liderlerin tatlı tatlı konuştuğu seçim programları vardı sayın seyirciler. Biz bunları biliyoruz ama yeni nesil bilmiyor artık ne yazık ki” diyor.
AKLIMIZ İRAN’DA KALDI
Tahran’da son gece, 02.00 suları...
Havaalanı yolundayız.
Ay, platoya yayılmış iki-üç katlık evleri beyaza boyamış.
Otoyol bayraklarla, yeşil, kırmızı ışıklarla rengârenk.
İstanbul burnumda tütüyor ama havaalanına varmak istemiyorum.
İçimde bir sıkıntı var. Sanki ben rahat hayatıma dönüyorum, dostlarımı kaderiyle baş başa bırakıyorum...
Ama biliyorum, her gelişimde İran bir parça daha rahatlamış olacak.
İstanbul’a tekerlek değdiği an içim kıpır kıpır.
Sebati ile uçakta şakalaşıyoruz “Ankara aktarmalı gidip bir çelenk mi bıraksaydık” diye.
Yolcu karşılama alanının duvarında bir bilbort asılı.
Çelenk, tarzımız değil ama bu olur!
Cep telefonunu çıkarıyoruz.
Sebati ve ben yan yana...
Arkamızdaki resimde tüm yakışıklılığıyla Mustafa Kemal...
Güzel bir üçlü selfie çekip giriyoruz memlekete...