Güncelleme Tarihi:
İngiltere tarihinin en uzun süre tahtta kalan hükümdarı Kraliçe 2. Elizabeth’in İskoçya'daki Balmoral Kalesi'nde 96 yaşında hayatını kaybetmesinin ardından oğlu 3. Charles, İngiltere’nin yeni kralı oldu.
Fakat, Kraliçe’nin ardından değişen dünyanın şartlarına ayak uydurmaya çalışan İngiltere Kraliyet Ailesi, monarşinin sorgulandığı ve toplum nezdinde etkisinin giderek azaldığı bir dönemde ayakta kalabilmek için yoğun uğraş vereceğe benziyor.
Öyle ki, son yıllarda İngiliz Milletler Topluluğu’nun (Commonwealth) içinde gelişen Cumhuriyetçi ve bağımsızlıkçı yönelim giderek güçlenmeye başladı. Geçtiğimiz ay Avustralya yerlisi senatör Lidia Thorpe’ın meclis yemininde Kraliçe 2. Elizabeth’e yönelik “sömürgeci” ifadesi büyük ses getirmişti.
Bununla birlikte, Kraliçe’nin buyruğu altında bulunan Karayip ada ülkesi Barbados'un Cumhuriyet ilan etmesi, Jamaika’nın “bağımsız” bir ülke olduğunu üzerine basa basa deklare etmesi ve daha bir dizi Karayip ve Asya ülkesinin İngiliz Kraliyet Ailesini tanımak istememesi yeni dönemde İngiliz Milletler Topluluğu’nun dağılabileceği ihtimallerini güçlendiriyor.
KRALİÇE MONARŞİYİ VE COMMONWEALTH’İ BİR ARADA TUTAN HARÇTI
1952 yılında tahta geçen Kraliçe 2. Elizabeth, Britanya İmparatorluğu'nun eski sömürge politikasını da miras almıştı. Afrika’da ve Asya’da kölelikle, işgalle ve yağmayla özdeşleşen İmparatorluk imajı bugün dahi silinebilmiş değil. Bunlar arasında, Batı Afrika ülkelerinden heykel ve tarihi eserlerin kaçırılması, Güney Afrika ve Hindistan'dan altın ve elmas çalınması, yerli halka yapılan türlü zulümler, baskılar ve köle ticareti var.
İmparatorluk tacının altında isteksizce bulunan milyonlarca insanın bağımsızlık için başlattıkları hareketler yıllar içinde şiddetle bastırılmış, siyasal krizler ise “aba altından sopa göstererek” çözülmüştü.
Bu anlamıyla Kraliçe 2. Elizabeth, 70 yıllık iktidar pratiğinde pek çok siyasal sorunun çözümü için gerektiğinde ustalıklı diplomasiyi, gerektiğinde askeri gücü devreye sokmakta tereddüt etmeyen bir hükümdardı. Dolayısıyla, Kraliçe 2. Elizabeth monarşinin geleceğine duyduğu sarsılmaz inanç ve mutlak otoritesi sayesinde İngiliz Milletler Topluluğu’nu bir arada tutarak bugüne getirdi.
Kısacası, Kraliçe 2. Elizabeth gerektiği zamanlarda geri plânda kalarak, yeri geldiğinde sert tedbirler alarak monarşiyi ve İngiliz Milletler Topluluğu’nu bir arada tutan güçlü bir harç işlevi görmüştü.
ESKİ SÖMÜRGELER KENDİLERİNDEN ÇALINANLARI GERİ İSTİYOR
Peki, otoritesiyle monarşiyi ve Commonwealth’i bir arada tutan Kraliçe’nin ölümü sonrası monarşi daha ne kadar hayatta kalabilir?
Öyle ki, Karayipler’de bulunan ada ülkesi Antigua ve Barbuda’nın devlet başkanı Gaston Browne, Kraliçe 2. Elizabeth’in ölümü sonrasında, yeni Kral’a biat etmek istemediklerini ve Cumhuriyet ilan etmek için referandumun üç sene içinde yapılabileceğini duyurdu.
Artık Kraliçeye veya Kral’a bağlılık yemini etmek istemeyen Karayip Denizinde bulunan adaların bazıları 1960’larda bağımsızlığını ilan etse de 2. Elizabeth, devlet başkanı statüsünü elinden bırakmamıştı.
Kraliçe 2. Elizabeth sonrasında ne gibi değişikliklerin olacağına ilişkin hazırladığımız birkaç gün önceki yazıda, İngiliz Milletler Topluluğu’nun Kral 3. Charles’ı tanımayabileceğini belirtmiştik. Buna ek olarak, “Karayipler Topluluğu” bir bütün olarak birlikten ayrılmayı talep ederse, siyasi krizin domino etkisi şeklinde büyümesi ve İngiliz Kraliyet Ailesini ciddi bir açmazın içine sürüklemesi kaçınılmaz olabilir.
Bu gelişmelerin haricinde, İngiltere’nin eski kolonilerinden bazıları monarşinin karanlık mirasını, işlediği suçları ve egemenlik haklarını yeniden tartışmaya açmaya hazırlanıyor. Son olarak, uzun yıllar İmparatorluğun gölgesi altında yaşayan Güney Asya’daki koloniler, kendilerinden çalındığını iddia ettikleri ve Kraliyet Ailesinin elinde bulunan 400 milyon dolar değerindeki elmaslarını geri istiyor.
ERKEKLERE KÖTÜ ŞANS GETİREN ELMAS YENİ KRALIN ELİNDE
İngiliz kolonyalistlerinin 200 yıllık boyunduruğu altında yaşayan yerli halklar, sahip oldukları ganimetlerin kendilerinden zorla alındığını öne sürüyor. Bunlardan biri de Kraliyet tacının üstünde bulunan ve dünyanın en pahalı elması olduğuna inanılan 109 karatlık Kuh-i Nur elması…
“Işık Dağı” anlamına gelen Kuh-i Nur elmasının tahminlere göre Hindistan'ın Andhra Pradeş eyaletinden çıkartıldığı ve tarih boyunca sürdürülen savaşlarda Hindu, Rajput, Babür, İran, Afgan, Sih ve son olarak İngiltere Krallığı arasında el değiştirdiği söyleniyor.
Erkeklere kötü şans, kadınlara ise iyi şans getirdiğine inanılan Kuh-i Nur, 1850'de İngiliz Doğu Hindistan Şirketi tarafından Duleep Singh'ten ele geçirilmiş. Kraliçe Victoria, 1877 yılında Hindistan Kraliçesi ilan edildiğinde ise elmas Kraliyet Ailesine geçmiş. Nesiller boyu İngiliz kraliçeleri tarafından takılan elmas son olarak, Kraliyet tacının tepesine takıldı.
Şimdilerde Kraliyet Ailesi’nin mülkü olarak kabul edilen ve Londra Kulesi'nde sergilenen Kuh-i Nur elmasının bulunduğu taç yakında Kral 3. Charles'ın eşi Camilla tarafından taşınacak.
HİNDİSTAN’IN 45 TRİLYON DOLARI İNGİLTERE’NİN CEBİNE GİRDİ
İngiliz İktisat Tarihini derinlemesine inceleyen ve bu alanda çalışmalar yayımlayan Hintli Marksist iktisatçı Utsa Patnaik tarafından yapılan bir incelemede, İngiltere’nin 1765 ile1938 yılları arasında Hindistan’dan yaklaşık 45 trilyon dolarlık bir servete el koyduğu ileri sürüldü.
Güney Afrikalı yazar Sipho Hlongwane: “Evet, Batı’da sömürgecilik geçmişte kalmış bir şey olabilir. Ama sömürgecilik bugün bizim gerçeğimiz olmayı sürdürüyor.”
Bu servet transferi ise sömürgeci Britanya İmparatorluğu’nun bölgede faaliyet gösteren Doğu Hindistan Şirketi (DHŞ) üzerinden vergi ve ticaret yoluyla yapıldığı belirtiliyor. 1938’e kadar devam eden bu girişimin ardından elde edilen 45 trilyon dolarlık bir servet birikimi, bugün İngiltere'nin toplam yıllık gayri safi yurtiçi hasılasından 17 kat daha fazla.
Bununla birlikte, sömürge haline getirilen topraklarda zorla el konulan değerli taşların değerinin ise paha biçilemez olduğu ifade ediliyor. Kuh-i Nur ile ilgili açıklamalarda bulunan İngiliz Kraliyet Ailesi, elmasın kendilerine hediye edildiğini ediyor. Buna karşın en az dört ülke (Hindistan, Pakistan, Afganistan ve İran) bu elmasın İmparatorluk güçleri tarafından yağmalandığını ve iade edilmesi gerektiğini savunuyor.
‘BU ELMAS SÖMÜRGECİLİĞE DAİR ÇOĞU ŞEYİ ANLATIYOR’
Kuh-i Nur elmasının iadesini isteyen Hintli Milletvekili Shashi Tharoor, “İngiltere bize borçlu. Ama onlar bu açgözlülüklerinin kanıtı niteliğindeki elması gerçek sahiplerine iade etmek yerine onu Londra Kulesi'ndeki tacın başına koyarak hava atıyorlar” ifadesini kullanmıştı.
The Jewel in the Crown (Tacın üzerindeki mücevher) kitabının yazarı Paul Scott'ın 1966’da yayımladığı romanında İngiliz kraliyetinin mücevheri nasıl ele geçirdiğini anlatmıştı. Yazar, “Bu elmas, sömürgeciliğin gerçekte ne olduğunu çok net bir şekilde hatırlatıyor: Başka uluslara boyun eğdirme, zorbalık ve hırsızlık!” ifadelerini kullanmıştı.
Kraliçenin ölümü ile Afrika ve Güney Asya'daki insanlar, kendi topraklarından İngilizler tarafından zorla alınan değerli taşların, madenlerin kendilerine iade edilmesini istiyor. Öyle ki, yoksulluk çeken Güney Afrika’da İngiliz işgal yıllarından kalma kanunlarla ülkenin kârlı madenlerinin büyük çoğunluğunu hâlâ İngiliz şirketler tarafından kontrol ediliyor.
2. Elizabeth doğduğu sıralarda, Britanya imparatorluğu 412 milyon insanı, yani dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birini yönetiyordu. Kraliçe 2. Elizabeth, İngiliz sömürge politikalarının zirvede olduğu bir dönemde doğmasa da, hükümdarlığı döneminde 1950’ler ve 70'lerde Majestelerinin hükümetinin yürüttüğü kimi gizli operasyonlarla monarşiyi güven altında tutma yoluna gitti.
KRALİÇE LEGACY OPERASYONU İLE İMPARATORLUĞU TEMİZE ÇIKARTTI
İç İstihbarat ve Güvenlik kurumu (MI5) ile Majestelerinin hükümetinin 1950 ila 1960 arasında ortak yürüttüğü Legacy Operasyonu, eski kolonilerin ellerinden alınan değerli varlıkların, imtiyazların geri alınmasını önlemek amacıyla bir İngiliz Sömürge Ofisi (daha sonra Dışişleri Bakanlığı) tarafından yürütülen bir çalışmaydı.
Geçmişte yaptıklarının karşısına çıkmaması ve işlenen suçlardan yargılanmaması için bizzat Kraliçe 2. Elizabeth tarafından başlatılan operasyon, sömürge yönetimleri tarafından tutulan tüm gizli belgelerin imhasını içeriyordu. 1950'ler ve 1960'larda en az 23 ülke ve bölgede başlatılan gizli araştırma sonrasında toplanan ve çeşitli suçların delili niteliğindeki 8 bin 800 sayfalık belge derhal imha edildi.
Kenyalı yazar ve aktivist Shailja Patel, Kraliçe 2. Elizabeth öldüğünde, sosyal medya kullanıcıları başta olmak üzere pek çok yayın kuruluşunun onu kişiliğini efsaneleştirmek için harekete geçtiğini ifade etti. Gerçeğin ise bunun tam tersi olduğunu belirten Patel, “İngilizler Kenya'da yaptıklarını, dünyanın her yerinde yaptı. İmparatorluğun yalanlarla ve mitlerle büyütülen tarihi daha yeni yeni ortaya çıkmaya başlıyor” dedi. İngiltere, 1950’lerdeki Mau Mau Ayaklanması esnasında yaptığı işkenceleri ve katliamları 2013 yılında kabul etmiş ve işkenceler için özür dilemişti.
İmha edilen dosyalardan bazılarının Doğu Hindistan Şirketi tarafından yürütülen köle ticaretine ilişkin belgeler olduğu, diğerlerinin ise Kenya topraklarında 1952 ve 1960 yılları arasında meydana gelen Mau Mau Ayaklanması sırasında, İngiliz Ordusunun yaptığı katliamları kapsadığı düşünülüyor.
Bunun haricinde, 1895-1905 Nandi Direnişi; 1913-1914 Giriama Ayaklanması; Murang'a'da 1947'de zorunlu çalışmaya karşı isyanlarda muhaliflere karşı kullanılan işkence yöntemlerine ayrıntılı olarak yer veren belgelerin de imha edildiği ileri sürülüyor.
'NEDEN LONDRA'DAKİ BİR HÜKÜMDARA BAĞLILIK YEMİNİ EDİYORUZ?'
Bugüne gelindiğinde ise sömürge politikalarının getirdiği acı tecrübeler ve monarşinin uluslar nezdinde etkisinin giderek azalması, bağımsızlık yanlısı hareketlerin ortaya çıkmasına yol açıyor.
Kraliçe hükümeti tarafından atanan valilerin halkın seçtiği Parlamento üyelerini azarlaması ve yeri geldiğinde görevden el çektirilmesi, yıllar içinde monarşiye duyulan öfkeyi arttırdı.
Örneğin 1975 yılında Avustralya’ya atanan valinin Başbakan Gough Whitlam'ı görevden alması büyük infial uyandırmıştı.
Bugün tahta çıkan Kral 3. Charles’ın Papua Yeni Gine, Solomon Adaları, Tuvalu, Antigua ve Barbuda, Bahamalar, Grenada, Saint Kitts ve Nevis, Saint Lucia ve Saint Vincent ve Grenadinler gibi ülkeler tarafından tanınıp tanınmayacağı dahi tam olarak kestirilemiyor.
Kesin olan şey monarşiyi ve İngiliz Milletler Topluluğu’nu bir arada tutan güçlü harcın bugün tükenmiş olduğu. Bu nedenle, yeni hükümdara karşı bağımsızlık hareketlerinin daha cesur çıkışlarla sonuç alması ihtimal dahilinde.
Öyle ki, bugünlerde Karayipler'den Pasifik'e kadar insanlar soruyor:
“Neden Londra'daki bir hükümdara bağlılık yemini ediyoruz?”