Güncelleme Tarihi:
BBC'nin savunma ve diplomasi muhabiri Jonathan Marcus'un analizinde şu ifadeler yer alıyor:
İki ülke arasında giderek gelişen ilişkiler son derece hassas. İttifakın arkasında nelerin yattığına dair ipuçlarıysa yok değil.
Geçen hafta İsrail Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot'un, İngiltere merkezli Suudi gazetesi Elaf'a verdiği röportajda İsrail'in İran'a karşı Suudi Arabistan'la istihbarat paylaşımına hazır olduğunu söylemesi, bunlardan biri.
Bundan günler sonra ise, Suudi veliaht prensi Muhammed bin Selman'ın yakın dostu olan ülkenin eski Adalet Bakanı Muhammed bin Abdül Karimissa, İsrail gazetesi Maariv'e konuştu.
Karimissa, "Hiçbir ülkede, İslam üzerinden kendini meşrulaştırmaya çalışan terör ve şiddet eylemleri kabul edilemez -buna İsrail de dahil" dedi. Bu sözler, Arap dünyasında İsrail'de gerçekleşen saldırılara eleştiri getiren nadir örneklerdendi.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Araplarla ilişkilerinin değişim geçirdiğini söylüyor. Geçtiğimiz günlerde İsrail ordusundan üst düzey bir yetkili Londra'da iki Suudi prensle görüşmesinde "Siz artık bizim düşmanımız değilsiniz" mesajını verdi.
Bu karşılıklı hamleler tesadüften ibaret değil. Taraflar dikkatli bir şekilde sürdürülen bu işbirliğiyle İran'ı uyarmak isterken, Suudi toplumunu da İsrail'le yakınlaşacak ilişkilere önceden hazırlıyor.
İRAN TEHDİDİ
İsrail-Suudi Arabistan ilişkileri aynı zamanda bir "koşullara bağlı koalisyon". 2003'te ABD'nin işgaliyle Saddam Hüseyin rejimi yıkıldıktan sonra, Sünni Arap güçlerin bölgedeki ağırlığı Şii İran devletinin eline geçmişti.
Şiiler, yeni Irak'taki iktidar ilişkilerinde kontrolünü artırmış, Tahran'la bağlar güçlenmişti. Iraklı Şii militanların Suriye'deki iç savaşta Beşar Esad hükümetine aktif destek vermesi, bu nedenle şaşırtıcı değil.
Rusya'yla beraber Esad'a verdiği destek, İran için oyunu kendi lehine çevirdi. Sünnilerin itirazına rağmen Tahran'dan Akdeniz'e koridor açması ihtimali güçlendi.
Bu, İran'ın Orta Doğu Arap coğrafyasının kalbine girmesini sağlayacaktı. İran ve Suudi Arabistan arasındaki düşmanlık, bu nedenle hem stratejik hem de dini bir meseleydi.
Lübnan'daki Şii Hizbullah örgütü gibi İran'ın ortakları şu günlerde kazanan taraf konumunda. Bu açıdan da İsrail - Suudi ortaklığı daha bir anlam kazanıyor.
İki taraf da İran'ın bir nükleer güce dönüşmemesi gerektiğinde ısrar ediyor. Bir yandan da, Lübnan'daki askeri eğitim almış, silah donanımı yüksek Hizbullah güçlerinin bölgede istikrarsızlığa neden olacağından endişe ediyorlar.
DONALD TRUMP FAKTÖRÜ
Öte yandan, tek mesele İran'ın yükselişi değil. Bundan daha fazlası var.
ABD Başkanı Donald Trump'ın yönetime gelmesi ve Suriye'deki korkunç iç savaş ile Arap Baharı sonrası, Orta Doğu'daki gidişat bu etkenler arasında.
İlk bakışta ne Suudiler'in ne de İsrail'in Trump yönetiminden şikayetçi olmaları için neden var. Trump iki ülkeyi de ziyaret ederek ilişkilerin stratejik çerçevesini çizdi. İran'la nükleer anlaşmadan rahatsızlığı da bir sır değil.
ABD Başkanı, Körfez müttefikleriyle eskisinden çok daha sofistike silahların satışına imza atıyor.
Öte yandan Rusya ve İran, ABD ve müttefiklerini Suriye'deki oyundan giderek dışlıyor.
ABD'nin İran'ın etkinliğini sınırlamaya yönelik net politikaları olmaması nedeniyle, Suudilerin veliaht prensi Muhammed bin Selman aktif bir şekilde kendi çıkarlarını korumaya çalışıyor.
İSRAİL ENDİŞELİ
Prens Muhammed hem İran'ın etkinliğini zayıflatacak hem de Suudi krallığını modernleştirerek yeniden şekillendirecek ikili bir strateji güdüyor.
Prensin bu reformları, bölgede İslamcı grupların yarattığı tehdit ve Arap Baharı'nın yansımalarına da bir yanıt aynı zamanda.
Prens bölgenin bir geleceği olabilmesi için, önce bir değişime ihtiyacı olduğu görüşünde. Değişimi de kendi evinden, Suudi Arabistan'dan başlatmak istiyor.
Reformlar bu nedenle en az İran'ın önünü kesmek kadar önemli.
Bazı kaynaklarla yaptığım gizli görüşmelerden bu stratejiyi İsrail'in de benimsediğini anlıyorum. Prens Selman'ın bu eylemleri riskli görülse de, İsrail hükümeti Suriye'deki gelişmeleri dışarıdan büyük bir dehşetle izlediler. Özellikle Suriye iç savaşı süresince kimyasal silah kullanımının 'normal bir olay' haline gelmesi, uluslararası toplumun sınırlı tepkisi, hatta Rusya'nın BM Güvenlik Konseyi'nde müttefiki Suriye'yi koruması İsrail'i endişelendiriyor.
İsrail Suriye'yi bölgenin geleceği hakkında fikir verebilecek bir deney tahtası gibi de görüyor. Prens Muhammed'in yapmaya çalıştıklarını bu yüzden övüyor.
Peki İsrail - Suudi Arabistan ilişkilerindeki bu dinamiğin sonu nereye gider?
Bu, birçok farklı etkene bağlı.
Sormamız gereken ilk soru: Prens Muhammed'in Suudi Arabistan'daki değişim hayali başarıya ulaşacak mı?
İkincisi: Muhafazakarları ikna edebilecek mi?
İlişkilerin kaderini belirleyecek olan ana unsur, Filistin cephesinde ilerleme olup olmayacağı. Suudiler İsrail'i açıkça tanımaları için Filistin meselesinin kritik olduğunu uzun süredir söylüyor.
İsrail Filistin'i devlet olarak tanımadığı sürece ve taraflar arasındaki barış süreci başarılı bir şekilde yenilenmediği sürece, Suudi Arabistan'la olan "ortaklık" hep Filistin meselesinin gölgesinde kalacak.