Güncelleme Tarihi:
Büyük Buhran, bazı ülkelerde 1928’de ilk belirtilerini göstermeye başlamıştı. Ancak asıl felaket, New York Borsası’nın 29 Ekim 1929’da çöküşüyle geldi.
Kriz öncesinde özellikle ABD’de gözlenen durum, bugüne oldukça benziyordu. Müthiş bir “ucuz kredi” modası vardı. Kolayca banka kredisi alan Amerikalı tüketiciler, otomobil ve beyaz eşya gibi tüketim ürünlerine hücum ediyorlardı. İşletmeler ise, yine ucuz krediyle, üretimi artırmak üzere yatırım yapıyorlardı.
Bu durum kısa vadede büyüme getirse de, uzun vadede hem tüketicilerin, hem de bütün bir ticaret dünyasının banklara borcu arttı. İnsanlar kredi borçlarını ödemek için harcamalarını kısınca, yeni ürünlere talep aniden düştü. Elde kalan ürünlerin fiyatı dibe vurdu. Sonunda ekonomik balon feci bir gürültüyle patladı.
Gerçi Türkiye olarak o dönemde bu ilk küresel krizden asgari düzeyde etkilendik, ama özellikle gelişmiş ülkeler uzun süren ekonomik durgunluğun etkilerini çok acı biçimde yaşadılar.
Uluslararası ticaret dibe vurdu, enflasyon tavan yaptı, hem bireysel gelir, hem de vergi gelirleri düştü, kâr oranları neredeyse sıfırlandı, inşaatlar durdu, çiftçilik ve madencilik tamamen bitti.
Sonunda Almanya ve Japonya başta olmak üzere tüm dünyada aşırı milliyetçi-popülist akımları besleyen ve nihayet onları iktidara getiren toplumsal iklim ortaya çıktı.
* * *
Yaşadığımız günler, ne yazık ki, Büyük Buhran’ın ilk belirtilerinin görüldüğü 1928’i andırıyor.
Yine ABD kaynaklı olan, ama bu kez uzun vâdeli ev kredisi (mortgage) sektörüne dayalı muhtemel krizin uğursuz alâmetleri bir süredir gözleniyor.
Yine çoğunluk inkar içinde, acı gerçeği görmek istemiyor.
Vizyonlu bir azınlık ise, milli bir borsanın çöküşü gibi, aslında tamamen “sanal değerlerle” ilgili, ama “simgesel etkisi” durumun vahametini tartışmasız biçimde özetleyecek güçte bir patlamayı bekliyor.
Peki bu patlamanın ardından artık kimsenin varlığından şüphe etmeyeceği böyle bir kriz ne anlama gelecek?
Büyük Buhran ve 1973-1974 petrol krizinin ardından insanoğlunun bir asır içinde yaşayacağı üçüncü ekonomik felaket olacak böylesi bir gelişme, en genel anlamda “kapitalizm” diye tanımlanan mevcut iktisadi sistemin “kesin sonu” olacak gibi.
Küreselleşmenin, gelişmiş ülkelerin refahını Üçüncü Dünya’ya da ihraç etmek yerine, gelir dağılımındaki adaletsizliği yaygınlaştırdığı tartışmasız bir biçimde ortaya çıktı. En muhafazakar ekonomistler bile, “eşitsizlik üreten bir sistem” haline gelen mevcut düzenin “sürdürülebilir olmadığını” artık kabul ediyor.
Giderek daha az elde biriken küresel sermayenin dönemsel olarak değer kaybetmesi olağan ve hatta sistemin devamı için elzem olsa da, bu kez önümüzde farklı bir manzara var.
Yaklaşan felaket, “geçen yüzyılın iki büyük krizinin toplamı” mahiyetinde olacak.
Nitekim Büyük Buhran’da yaşanana benzer finansal bir depremin yanında, 1973-1974’te tecrübe ettiğimiz türden bir enerji darboğazının da eşiğindeyiz.
Krizin finansal niteliğinden kaynaklanan darbeleri en azından uzun vâdede yumuşatmak mümkün olabilir.
John Maynard Keynes başta olmak üzere dönemin önde gelen ekonomistleri, Büyük Buhran’ın nedeni olarak klasik liberalizmi görmüş ve devletin piyasalardan tamamen çekilmesinin yanlış olduğuna hükmetmişti. Reçete, piyasada denge ve istikrar oluşturacak maliye politikalarının gerekliliğini kabul etmek olmuştu.
Bugünkü kriz-öncesi durumun da, tıpkı Büyük Buhran öncesinde olduğu gibi, aşırı deregülasyondan kaynaklandığını ileri süren uzmanlar mevcut (Mesela E.J. Dionne Jr, Washington Post, sf. A17, 11 Temmuz 2008). Sorunun, ekonominin küreselleşerek bütünüyle birbirine bağlı hale gelmesinden (interconnected) ve bu nedenle ona gerektiğinde istikrar kazandırılmasının zorlaşmasından kaynaklandığını savunanlar da var. (Örneğin Robert J. Samuelson, Washington Post, sf. A17, 16 Temmuz 2008).
Öyleyse, çözüm yolundaki ilk aşamada, bir takım yerel tedbirler devreye girecek. İkinci aşamada, küreselleşen ekonomi geriye doğru evrilerek belki de gelişmiş ülkelerde yeniden ----millileşecek.
Bunun için, küreselleşen serbest ticaretin büyük bölümünü kontrol altında tutan az sayıda kişi ve kurumun tekelinin kırılması ve rekabetin yeniden tesisi gerekecek.
Ardından sosyal devlet anlayışını tekrar ön plana çıkartacak, kamu harcamalarını artırarak talebi yükseltecek politikalarla ekonomi eninde sonunda yeniden canlandırılacak.
* * *
Finans kaynaklı yapısal krizin çözümü bu şekilde mümkün görünse de, petrol krizinin etkileri bu kez o kadar kolay bertaraf edilemeyecek. Çünkü dünyadaki petrol rezervleri, 1920’lerle karşılaştırılamayacak kadar düşük. Dahası, 1990’ların sonundan beri dünya petrolde “cepten yemeye” başladı.
Üstelik bu kez, ekonomik felakete eşlik eden bir “ekolojik felaket” de söz konusu. Artık sanayi üretiminde, küresel bir “yeniden dirilişi” besleyebilecek tek kaynak olma özelliğini koruyan petrole bel bağlamak mümkün değil. Temiz enerji kaynakları ise, henüz yeterince verimli kullanılamıyor.
Kısacası “finansal kriz” eninde sonunda bitirilebilir, ancak hammaddenin sınırlılığı ve doğal çevrenin iflasından kaynaklanan “enerji krizi” daha uzun bir süre başımızı ağrıtacak.
Hatta bu krizin, son birkaç yıldır dünyadaki siyasi hegemonyasını zaten yitirmiş olan ABD’nin, ekonomik hegemonyasının da bitişine neden olması çok muhtemel.
Sistemin toptan çökmesiyle birlikte başlayacak türbülanslı zamanlarda, büyük bir anarşi ortamı oluşabilir ve kaos dönemi “beklenenden çok daha uzun” sürebilir.
Peki bu anarşi ortamının temel aktörleri kimler olacak? Birleşmiş Milletler mi? OECD mi? Dünya Bankası mı?
Hayır...
Paris banliyölerindeki işsiz göçmenlerden, yağmaya başlamak için şehir genelinde bir elektrik kesintisi bekleyen Los Angeles çetelerine...
Şili’deki sertlik yanlısı eğitim sendikalarından, Londra’da sayıları giderek artan bıçaklı kabadayılara dek, dünyada “kaybedecek hiçbir şeyi olmayan” herkes...
* * *
İnsanlık, yaklaşan büyük krizin ekonomik yönünü eninde sonunda çözecektir. Krizin yine en ciddi biçimde etkileyeceği yerlerin sanayi kapasitesi en yüksek ülkeler olacağı göz önüne alındığında, Türk ekonomisine gelecek hasarı da akıllı politikalarla asgariye indirebiliriz.
Şimdiden üzerinde çalışmaya başlamamız gereken asıl mesele ise, olası krizin, “metastaz” yaparak ülkemize de sirayet edebilecek olan “siyasal-toplumsal etkilerini” bertaraf etmek olmalıdır.
1930’lardaki Büyük Buhran, o dönemde “dünyanın kaderi üstünde en hayati role sahip ülke” olan Almanya’da, Adolf Hitler’in yükselişine neden olmuştu.
2000’lerde yaşanacak İkinci Büyük Buhran’ın, günümüzde dünyanın kaderi üstünde en hayati role sahip olan Türkiye’de benzer bir sonuç doğurmaması için şimdiden önlem almalıyız.
Ve şuna da dikkat etmeliyiz:
Bizim Hitler’imiz ırk sömürücüsü de olabilir, din sömürücüsü de, mezhep sömürücüsü de...
Ama oluşacak vakumu, bir şeyleri sömürerek doldurmaya çalışacağı kesindir.