Oluşturulma Tarihi: Aralık 24, 2015 12:40
Almanya’ya Türk işçi göçünün üzerinden 54 yıl geçti. İşçi olarak gelen ilk kuşağın çocukları her alanda yaptıkları çalışmalarla adlarından söz ettiriyor. Sanatta, sporda, bilimde ve siyasette olduğu gibi iş hayatında da binlerce başarı öyküsü var artık. İkinci veya üçüncü kuşak kadın girişimciler de kendi alanlarında başarı öyküsü yazıyor. Girişimcilere danışmanlık yapan Süreyya İnal ile Berlin ve Kuzey Almanya’da ayran piyasasının büyük bölümünü elinde tutan Dilek Özcan, bu kadınlardan sadece ikisi...
Almanya Başbakan Yardımcısı ve Federal Ekonomi Bakanı Sigmar Gabriel, göçmen kökenli girişimcilerin
ülke ekonomisine katkılarını artırmak istiyor. Ancak göçmen kökenli işadamlarını çok da tanımıyor. Bunların sektörlerindeki sorunlarını dinlemek istiyor. Varsa sorunları çözüm yolları bulmayı hedefliyor. Var olan destek programlarından daha fazla yararlanmaları için neler yapması gerektiğini öğrenmek istiyor. Bunun için de Süreyya İnal’ı ve Dilek Özcan’ı dinlemek istedi.
Özcan ve İnal’ın da aralarında bulunduğu göçmen kökenli girişimcileri bakanlığına davet etti. “Yardımınıza ihtiyacım var” dedi. Özcan ve İnal da bilgilerini, tecrübelerini, beklentilerini anlattı.
STRATEJİ BELİRLİYORUZSüreyya İnal kendi adını taşıyan uluslararası danışmanlık ve mali müşavirlik şirketini 22 yıl önce kurdu. Şirkette şimdi 22 uzman çalışıyor. İnal, ne tür çalışmalar yaptıklarını şöyle anlattı:
“Türkiye’de yatırım yapacak Türk ve Alman işadamlarına Türkiye ile ilgili, Almanya’da yatırım yapacak Türk girişimcilerine de Almanya ile ilgili danışmanlık hizmeti veriyoruz. Büyümekte olan küçük işletmelerin büyümeleri için gerekli stratejileri belirliyoruz. Onların muhasebe departmanlarının kuruyoruz. Avukatlık, doktorluk ve mühendislik bürolarına mali ve muhasebe hizmeti sunuyoruz. Şirketleşmiş derneklere, yuvalara, özel okullara hasta bakımı ve benzeri işletmelerin muhasebe kayıtlarını tutuyoruz. Bu kuruluşların tüm vergi denetimini yapıyoruz.”
TEKRAR GÖRÜŞECEĞİZEkonomi Bakanı Gabriel ile yaptığı görüşmeyle ilgili de bilgi veren Süreyya İnal, “Sayın Gabriel göçmen kökenli yatırımcıların ekonomi bakanlığının proje ve imkanlarından yararlanmalarını istiyor. Bu girişimcilerin işletme yapıları, sorunları, piyasadaki yerleri ve beklentileriyle ilgili kendisine bir ön rapor verdim. Göçmen kökenli işletmelerin profilini ve beklentilerini anlatan bir bilgilendirmeydi. Göçmen yatırımcılara, yurt dışında gelecek yatırımcılara ilişkin bilgiler ve beklentilerin yer aldığı bir rapordu. Gabriel, ‘Bir kere hata yaptık. Bu hatadan ders aldık. Şimdi Suriyeli ve diğer mültecilerde aynı hatayı yapmak istemiyoruz’ dedi.
Yeni gelen mültecilere göçmen kökenlilerin daha çok yardım edebileceğini düşündüğü için bizimle görüştü. Göçmenlerden tecrübelerini ve bilgilerini öğrenmek istiyor. İlk görüşmeyi yaptık. Önümüzdeki dönemde tekrar bir görüşme daha yapılacak” dedi.
ARAMIZDA FARK VAR“Türk ve Alman yatırımcı arasındaki en temel fark nedir?” sorusuna İnal, şu yanıtı verdi: “Almanlar görüşme masasına önceden mutlaka bilgi sahibi olmak için bir araştırma yapıp, hazırlıklı oturuyorlar. Ne soracaklarını ve ne tür bilgiyi almak istediklerini biliyorlar. Ve maksimum kar peşindeler. Somut istekleri var. Türkler hazırlıklı değil, strateji belirlemiyor ve duygusal davranıyorlar. Daha az kar marjı hesaplıyorlar. Türkler derslerini çalışmıyor. Mesafe ve zaman kaybediyorlar.”
“Babam 1989’da kendi üretip satmaya başladı. Talep çoğalınca kendi yapamaz oldu. Mandıra ile anlaştı. Ancak mandırada çalışan Almanlar ayran tadını tutturamıyorlardı. Üç ay sürdü aynı tadı yakalamak. Tonlarca süt ve yoğurt çöpe gitti.”Dilek Özcan Berlin’de doğdu. Üniversiteyi bitirdikten sonra babasının kurduğu 7 Gün Ayranları şirketinde işe başladı. Önce tüm departmanlarda görev aldı. İki yıl boyunca hem işi öğrendi hem kendisini geliştirdi. Ardından şirketin başına geçti. Berlin ve Kuzey Almanya’da ayran piyasasının büyük bölümünü elinde tutan şirketi dört yıldır yönetiyor. Berlin’in kuzey semtlerinde Spandau’da bulunan şirket merkezinde Dilek Özcan ile buluştuk. “Var olan şirkete yönetmek, bazen işi sıfırdan yapmaktan daha zor. Şirkette yapmak istediğiniz değişikliklere personel direniyor. Eski alışkanlıkları kırmak çok zor” oldu ilk sözleri.
MANGOLUSU DA VAR
Günde 500 müşteriye servis yaptıklarını, ayranları çeşitlendirdiklerini de anlattı Özcan. Bildik ayranın yanı sıra vişne ve mangolu ayran da üretiyorlar.
Özcan, “Mangolu ayran fikri benimdi. Türkler değil ama Almanlar çok seviyor. Bir süredir Polonya piyasasına da girdik. Polonyalılar da çok sevdi mangolu ayranı. Önceleri Polonya’da zorlanacağımızı düşündük. Ancak sandığımızdan daha kolay oldu” dedi.
Ayran üretimi ve satışı fikrinin nasıl doğduğunu sorduğumda, “Babam 1989 yılında Wedding’de kendi başına üretip satmaya başladı. İlk müşterileri kıraathanelermiş. Bir süre sonra döner büfelerine dağıtmaya başladı. Talep çoğalınca kendi yapamaz oldu. Mandıra ile anlaştı. Ancak mandırada çalışan Almanlar ayran tadını tutturamıyorlardı. Üç ay sürdü aynı tadı yakalamak. Tonlarca süt ve yoğurt çöpe gitti. En büyük zorluk ise kullanım süresiydi. Bunu da aştıktan sonra bizim için çok büyük sıkıntılar kalmadı” dedi.
Müşterilerinin büyük bölümünü Türkler oluştururken Özcan şirket için yeni bir strateji ve yeni müşteri portföyü oluşturduğunu anlattı.
Özcan, “Yeni stratejimiz artık Almanya genelinde büyük Alman marketler zincirlerinde yer almak. Berlin’deki marketlere girdik. O raflarda 7 Gün Ayran markasını görmek bizi gururlandırıyor” dedi.