Güncelleme Tarihi:
PARİS’teki görevini tamamlayarak merkeze dönen Büyükelçi Uluç Özülker’in, 2002 Temmuz ayında Sönmez Köksal’dan devraldığı görevi sırasında Fransa’da en fazla tartışılan ülke Türkiye oldu. Özülker, Türkiye’ye dönmeden önce Hürriyet’in sorularını yanıtlarken Türk-Fransız ilişkilerindeki fırtınalı yılları anlattı. AB üyeliği yolunda reformların hızlandırılmasından sonra Fransız siyasetinde kopan Türkiye kıyametinin perde arkasını aktarırken, ‘Ermeni meselesi Fransa’nın iç politikasında Türkiye’nin 280 bin Ermeni oyuna satılması olayıdır. Fransa çok daha ölçülü, dikkatli ve yapıcı davranmadığı takdirde Türk-Fransız ilişkileri düzelmez, Fransa Türkiye’yi kaybeder. Onun için Fransa’nın aklını başına toplama zamanı gelmiş geçiyor’ dedi. İşte Özülker’in anlattıkları:
FRANSA HUYSUZDUR AMA CHIRAC TÜRKİYE’YE İNANIR
Fransa Avrupa’nın huysuz ülkesidir. İspanya AB’ye girerken de huysuzlandı, İngiltere’ye de aynısını yaptı. Fransa dost olunması gereken bir ülkedir. Cumhurbaşkanı Chirac Türkiye’nin Avrupa’da olmasına inanmıştır, bu da zaten General de Gaulle’den bu yana devam eden bir inançtır. De Gaulle Türkiye’yi ‘Charnier’ (menteşe) öyle diyeyim, yani Türkiye olmadan bu kapı kapanmaz mantığıyla görmüştür. Chirac Türkiye’ye bu manada inanmış olan bir lider. Ancak bunun hangi tarihte, nasıl, ne şekilde olacağı hususunda kafalarında birçok soru işareti var. 1999 Helsinki’de Türkiye’ye adaylık verilmesi için mücadele edenlerin başında Chirac geliyor, bu gayet nettir.
Ondan sonra 2002 yılında (Kopenhag Zirvesi) bazı anlaşmazlıklara rağmen, yani bizim hükümetle biraz ters düştüğü halde yine de Chirac Türkiye’ye arka çıktı. Chirac, Sayın Demirel gibi dün dündür, bugün bugündür politikası güder.
AKP iktidarı işbaşına geldiği zaman başta Fransa gibi bir çok ülke ‘Bunlar islamcı bir iktidardır her halukarda batılı mefkureye sahip olmamaları gerekir, yönlerini başka tarafa çevirecekler bu AB işi de kendiliğinden biter, kurtulduk’ diyenler vardı. Fakat hiç ummadıkları birşey oldu. Türkiye AB kapsamındaki bütün kriterlere uydu.
PKK’LI ALTUN’UN ADRESİNİ VERDİM ONLAR MAŞA OLARAK KULLANDI
PKK’lı Ali Rıza Altun’un nerede yaşadığını defalarca resmi yazıyla bildirdik ve hiç vermedimse kendi elimle 7-8 defa resmi olarak onlara verdim. Zaten onların Altun’un yerini bilmemesi mümkün değildir. Hatta bulunamıyorsa ben size söyliyeyim ‘bu tarihte falan yerde şu toplantıda olacak, gidip yakalayın’ diye adres ve saat bildirdik. Ama her defasında ‘verilen adrese baktık maalesef bulamadık’ diye cevap veriyorlar.
Fransa herşeye rağmen gene büyük bir devlet, dünyada sözü dinlenen büyük bir ülkedir. Her ülke elinde, diğer ülkelere karşı hem dostluk hem de aynı zamanda gerektiği takdirde silah gibi kullanabileceği unsurların bulunmasını ister. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın politikası burada da geçerli oldu. Bir terör olayı olsa bunlarda farklı davranacaktır, mesela Asala terörünü Orly’deki bir katliam bitirmiştir. PKK da burada bir şey yapsa aynı sonuç olurdu. Ama onlarla anlaşmalı oldukları için ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ diyerek karşılıklı bu politikayla geçip gidiyorlar. Fransızlar için bu hem istihbarat kaynağıdır. Hem de aynı zamanda Türkiye’ye karşı kullanılan bir maşadır.
Fransız politikacılar Türkiye’yi günah keçisi yapıyor
TÜRKİYE’yi ya eksik tanıma ya da tanımama gibi bir durum var. Bunun arkasında siyasetin ve siyasetçilerin yattığını biliyorum. Türkiye’yi burada günah keçisi olarak devamlı gündemde tutuğumuzda kamuoyu bundan etkilenir. Özellikle son bir buçuk yıldır Türkiye ile ilgili gelen hücumlar inanılmaz boyutlara taşındı. Bu bir tesadüf olamaz. Bir Türk Büyükelçisi olarak mücadelemi verdim. Basına televizyona çıktım. Medyayı kullanarak konferanslar vererek sesimi duyurmağa çalıştım. Ama ‘Duymak istemeyen kadar sağır olamaz’ diye Fransız atasözü var. Devamlı sabahtan akşama kadar kötüleyerek bir yere gidilmez. Benim Türkiye Büyükelçisi olarak duyduğum lafları söylerken ‘o Philippe de Villier’dir konuşur, öteki bilmem kimdir yapar’ cevabını veriyorlardı, bu değil. Ben Türkiye’de mesela Tayyip Erdoğan’ın Chirac’ın bir konuşmasına cevaben ‘Kendi fikrini kendine saklasın’ demesi üzerine burada ne kadar üzüldüklerini biliyorum. Bu koşullar altında Türkiye için duyduğun lafların onda birini Ankara’daki Fransız Büyükelçisi Fransa için duysaydı her hale bu kriz çok daha derinleşmiş olurdu. Fransa’nın aklını başına toplama zamanı gelmiş geçiyor.
Ermeniler asimile olmamak için soykırımı yarattı
Ermenilerin Fransa’da her istediklerini yaptırma güçleri var, Türkiye aleyhtarlığını devamlı gündemde tutuyorlar. Fransız olmuşlar, yalnız asimile olmaktan da korktukları için genç nesillere Ermeniliklerini hatırlatıp onların bir düşünce etrafında toplanabilmelerini sağlamak için sözde ‘Soykırımı’ yaratmışlardır. Her kesimde varlar, örneğin basında iki numara değillerse 3 numaradırlar. Mesela Charles Aznavour 60’ların başında kendisini Türk Ermenisi olarak değerlendiren bir kişiydi. Fakat Asala terörünün azdığı dönemlerde o kadar büyük baskı ve tehdit almıştır ki o da dönmüştür.
TÜRKİYE UYUDU
Bütün bu dönemlerde Türkiye uyudu, ayağa kalktığı dönemde de yani 2000’lerde yapmaya başladığımızı 60’lı 70’li yıllarda yapsaydık bugün iş buralara gelmezdi. Şimdi yalan olduğunu kabul ettirmek için uğraşıyoruz. Ermeniler bunu AB platformuna da taşıdılar, şimdi bunu da tanıyın diyecekler. Ermeni meselesi Fransa’nın iç politikasında Türkiye’nin 280 bin Ermeni oyuna satılması olayıdır. Tıpkı Kıbrıs meselesinde 500 bin Rum’a 70 milyon Türkün satılması olayında olduğu gibidir.
İçinde soykırım geçmiyor diye haberi vermediler
İsmi lazım değil, bir yazar Türkiye’ye gitti döndü. 15 gün geçti sorduk, ‘İçinde soykırım kelimesi yok diye yayınlatamıyorum’ dedi. Sonunda soykırıma atıfta bulunan bir cümle koydular ve yazı beş sayfa yayınlanabildi. Bu bir örnek, daha neler var. Medya etkinlikleri var. Büyük bir cemaatleşme var ve bunların yılda 50 milyon dolar cıvarında bir gelirleri var bunu da propaganda için rahat şekilde kullanıyorlar. Lyon, Marsilya ve Paris olmak üzere Ermeniler yerel idarelere de sızmış durumdalar, oralarda da güçlüdürler. Biz Türkiye olarak tepkisel bir toplum olarak ortaya çıkmışız Kıbrıs konusunda da böyle olmuştur. Hem bu sorun çıktığında hem PKK olayında olayı küçümseyerek ‘Ne olur polisiye vakadır atlatırız’ mantığıyla hareket ettik.
2007 seçimine kadar Türkiye’yi tartışırlar
AB Anayasasını reddetmekle Fransa intihar etti. Avrupanın hızı yeni bir değerlendirmeye kadar durdu ve mecburen yeni üyelerle yürümesi çok zor olan Nice anlaşmasına dönüldü. Fransa bu nedenle AB zayıfladığı için kendi istek ve arzularını yerine getiremeyecek bir konuma geldi. Chirac ‘Reddetmeyin hem Fransa’yı zayıflatacaksınız, hem de Avrupa’yı zor durumda bırakacaksınız yapmayın‘ diye uyardı muhaliflere kabul ettiremedi ve bugün gelinen nokta budur. Bu durumda Fransa 2007 cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar Türkiyeyi tartışmaktan vazgeçmez. Türkiye’den olmayacak şeyler isteyip vazgeçirmeye çalışacaklardır. Şimdi bunun üzerine çalışılıyor ve çalışmaya devam edilecektir ancak Türkiye müktesabatı yerine getirdiği sürece yoluna devam edebilecektir. Çünkü Türkiyeyi reddetmek aynı zamanda medeniyetyler çatışmasınında kabullenilmesi anlamına gelir, onada cesaret edebilecek durumda değiller, o zaman Türkiye’nin kendisi çekilirse ‘Biz ne yapalım kendisi gitti’ dedirtmek için uğraşacaklar.
Türkiye’ye karşı din faktörü rol oynuyor
TÜRKİYE büyüklüğü, dinamizmi, geleceğe dönük her yönüyle Fransızları ‘Biz bunlarla nasıl baş ederiz’ düşüncesine sevk ediyor. Tabii din faktörü çok önemli rol oynamaktadır. Her ne kadar açıkça telaffuz edilmemiş olsa dahi bunu ciddi şekilde dikkate almak gerekir. Müslümanlar toplumun yaklaşık yüzde 10’unu teşkil ediyor. Ama ne Müslümanlar buraya tam adapte olmuştur, ne de Fransızlar kafalarında onları kendilerinden saymaktadır. Fransa’da biz kimiz, biz neyiz, biz nereye gitmeliyiz tartışması var. Bütün bunlar bir araya gelince sormaya başlıyor ‘Türkiye Avrupalı mıdır? Türkiye hazmedilebilir mi? Türkiye’nin AB’ye girmesi bizi daha mı fakirleştirir, daha mı zenginleştirir? Türkiye sorunlarıyla girer ve bizi de içine çekerse ne olur? Legal ya da illegal buraya herkes gelmeye başlarsa biz bunun altından nasıl kalkarız?