Güncelleme Tarihi:
Maceracı, romantik, cesur, seksi, karizmatik… Polonyalı Krystyna Skarbek, ya da İngiltere’deki casusluk camiasında tanındığı adıyla Christine Granville, hepsi ve daha fazlasıydı. 2. Dünya Savaşı sırasında girdiği sayısız operasyondan başarıyla çıkan Granville’i bütün dünya bir başka casusun, James Bond’un üzerinden tanıdı. Yazar Ian Fleming, Bond kızları için aradığı ilhamı onda buldu. Şimdi dünya onu, James Bond’un gölgesinde değil tek başına beyaz perdede görmek için bekliyor.
Hitler 1939’da Polonya’ya saldırdığında genç bir Polonyalı kadın, Krystyna Skarbek, Londra’da İngiliz Gizli Servisi’nin kapısında belirdi. Diplomat kocasıyla Güney Afrika’da sürdürdüğü tatilini yarıda kesmiş, apar topar bir gemiye atlamıştı. Varşovalı bir kontun kızı olan Skarbek, kendini “Polonyalı bir vatansever, bir kayak ustası ve macera düşkünü” şeklinde tanıtarak İngiltere’den ‘çok gizli’ bir iş istedi. Ne konuşacağını, insanları nasıl etkileyeceği bilen Skarbek’in bu özellikleri o gün yine işe yaradı; yetkililer ona istediği görevi verdiler. Gizlice Polonya’ya sızacaktı.
Hiç vakit kaybetmeden, bir rehber eşliğinde Çekoslovakya– Polonya sınırındaki dağlara tırmandı. Ülkeden kaçarken donarak ölenlerin cesetleri arasından geçti. Nihayet kayakla Polonya’ya girdi ve macera başladı.
Yeni hayatı Granville’e eldiven gibi uydu. Bir öncekinde zenginliği de fakirliği de görmüştü. Kont babası iflas edince yaşadığı ihtişamlı günlerin sonu gelmiş ama zengin kocayla yeniden başlamıştı. Birçok işe ve birçok aşka girip çıkarken araya bir de güzellik kraliçeliği sıkıştırmıştı. Güzelliği, gözüpekliği ve lafazanlığı yeni kariyerinde epey işine yaradı. Örneğin, “Ölü ya da diri aranıyor” afişleri duvarda asılıyken Gestapo hapishanesine girip üç arkadaşını kurtarmak her casusun harcı değil. Nazi kontrolündeki bir trende, çok gizli belgeleri, o belgelerin peşindeki subayı tatlı sözlerle kandırıp bizzat ona taşıtarak ülkeden çıkarmak da kolay sayılmaz. Hepsi birer film konusu, daha onlarca maceraya imza atan Granville’in raporuna, gizli servisteki amirleri “başıma bir şey gelirse, bana onu gönderin” diye not düşmüş, gerisini siz hesap edin. Savaş yıllarının İngiltere Başbakanı Winston Churchill’in en sevdiği casusun Granville olduğu da biliniyor.
Clare Mulley imzalı kapsamlı biyografisi bu yıl ABD’de “The Spy Who Loved – Seven Casus” ismiyle yayımlanınca, bugüne dek saklandığı gölgelerden çıkan Granville’i aslında bütün dünya tanıyor. Ya da şöyle söyleyelim, onu herkes tanıyor ama kimse farkında değil.
James Bond’un yazarı Ian Fleming, emeklilik günlerini geçirdiği Jamaika’da casusluk romanlarını yazarken ilhamını Granville’in maceralarından aldı. Ama aksiyonu ‘erkek ajan’ Bond üzerinden yazarken, seksi Bond kızlarını Granville’in kendisini düşleyerek üretti. Yani Bond romanları, gerek 007’si gerek seksi ve gözüpek kadınlarıyla, Polonya asıllı bir kadın casustan türeme.
Böylesi bir ajan nasıl James Bond’un yedeğinde kalır da, bizzat onu anlatan film çekilmez? Bizdeki “Hollywood’un Atatürk filmi ne zaman” tartışmasına benzer şekilde, Granville’ın anavatanı Polonya’da da mevzu sakız gibi çektikçe uzuyor. Polonya gazetelerine göre Granville filmi sürekli “yolda”. Bir bakıma doğru sayılır çünkü The Wire ve Killing gibi ünlü dizileri yöneten Agniezska Holland filme uzun zamandır talip. Bir sıkıntı, casusun hayatına dair yeterince ayrıntı bulunmamasıydı; yeni kitapla bu sorun da çözüldü. Çok yakında, beyaz perdede Bond’a ilham veren sürpriz casusu seyredeceksiniz.
Fırtınalı yaşam öyküsünden bir ayrıntıyı burada verelim. Granville, 1952’de, sayısız macera, aşk ve flörtün ardından, ilgisine karşılık vermediği derbeder bir aşık tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Bu şok ölümün ardından, eski sevgilileri ve arkadaşları bir araya gelerek, casusun hatırasını mühürlemeye karar verdiler. Hiçbir sır dışarı çıkmadı. James Bond romanları hariç.
Bir de Christine Granville'den türeyen diğer Bond kızları var...