Güncelleme Tarihi:
ABD’nin 1945'te Japonya'ya atom bombası atmasından kısa bir süre sonra 1949 yılında Sovyetler Birliği’nin ilk atom bombası denemesini başarıyla gerçekleştirmesi “Soğuk Savaş”ın başlangıcına yol açtı. 1950'lerde başlayan küresel çekişmenin giderek tırmandığı günlerde, dünyayı yok etmeye yetecek sayıda atom bombasının kaybolması ise bugüne kadar bir sır gibi saklandı.
Dünya üzerinde nükleer caydırıcılığı sağlayabilmek için müttefik ülkeler arasında nükleer silahların ortalarda dolaştığı günlerde, iki dev güç olası bir saldırıya karşılık verebilmek için silah sayılarını hızla arttırıyordu.
Balistik füzeler taşıyan denizaltıların var olmadığı bir dönemde, uçaklarla taşınan nükleer bombalar, 15 dakika içerisinde dünyayı yok etmeye hazırdı. Aşırı saatler çalışan pilot ve mürettebatın çoğu ise ilaçlarla uykusuz şekilde ayakta kalıyordu. On yıldan fazla uzun süre devam eden kırmızı alarm durumunda yüzlerde ABD pilotu nükleer bomba yüklü uçaklarla sayısız “sorti” yaptı.
KAYIP BOMBALARIN ESRARI FİLMLERE KONU OLDU
Böylesi bir ortamın içinde çok sayıda nükleer bombanın kaybolması, paniğin artmaması için gündeme getirilmiyordu. Soğuk Savaş döneminde 32 nükleer kaza geçiren ABD ordusunun altı atom bombasının hâlâ kayıp olduğu öne sürülüyor. Bu bombalardan birinin ise ateşleme başlığı halen üzerinde…
Dünyanın çevresinde dolaşan nükleer bombaların kaybolması romanlara ve filmlere dahi konu olmuştu. Ian Fleming’in ölümsüz karakteri James Bond’un Thunderball macerası, kaybolan bombalarla ilgili ipuçları sunuyordu.
Peki, aradan geçen 70 yılda bombalar bulunabildi mi? İşte dünyayı yok etme kapasitesine sahip nükleer bombaların bugüne kadar gizli kalmış hikâyesi…
ACİL KODUYLA ÇAĞIRILDILAR
Kayıp nükleer silahlara ilişkin “Kırık Ok” terimini kullanan ABD ordusu için belki de en üzücü hikâye 1960’lı yıllarda yaşanmıştı. Soğuk Savaş'ın zirvede olduğu 1966 yılının ılık bir kış sabahıydı.
17 Ocak günü sabah 10.30 sularında Alboran Denizi açıklarındaki İspanyol balıkçı teknesi gökyüzünde dumanlar çıkartan beyaz bir huzmenin hızla hareket ettiğini gördü. İlk başlarda ne olduğu anlaşılamayan ateş topu kilometrelerce mesafede denize çakıldı.
Saatler sonra acil koduyla o sırada, Doğu Sicilya'daki Donanma Hava Tesisi Sigonella'da Arama kurtarma ekibine masaj iletildi. Mesajda İspanya'da çok gizli bir acil durum olduğu, hızla belirtilen konuma gidilmesi isteniyordu.
Ancak, arama kurtarma ekibi durumun neden bu kadar gizli tutulduğunu anlayamamıştı. Ekipte görevli olan Meyers, “Arama kurtarma ekipleri için böylesi mesajlar sürpriz değildir. Fakat ekip olarak anlayamadığımız bunun neden bu kadar gizli tutulduğuydu” ifadelerini günlüğüne yazmıştı.
1 MİLYON TON TNT GÜCÜNDEKİ BOMBA AKDENİZ’İN MAVİLİKLERİNDE
Öyle ki, ekip o akşam kalabalık bir grupla yemekteyken bu mesajı almış, gizli kodunu esprilerle karşılamıştı. Ertesi günlerde kazanın boyutu dünyanın dört bir yanındaki gazetelerin manşetlerindeydi.
Korkunç kazayla ilgili çeşitli söylentiler ve teoriler ortaya atılıyordu. Öyle ki, iki ABD askeri uçağının havada çarpıştığı İspanya'nın Almeria eyaletindeki liman kenti Palomares kentinin açıklarına düştüğü ve uçakların dört adet B28 hidrojen bombası taşıdığı ileri sürülüyordu.
Arama kurtarmaları sonucunda üç bomba sudan çıkarılırken, 1 milyon ton TNT patlayıcı gücüne sahip 1,1 megatonluk savaş başlığı Akdeniz’in pırıltılı maviliklerinde kaybolmuştu.
‘KAYIP BOMBALARIN GERÇEK SAYISI BİLİNMİYOR’
Elbette bu kaza ne ilk ne de son olacaktı. 1950’den bu yana 32 “Kırık Ok” kazasında kaybolan atom bombaları gezegenin dört bir yanındaki sularda, bataklıklarda ve okyanusların derinliklerinde geziniyor.
James Martin Silahların Yayılmasını Önleme Araştırmaları Merkezi’nde Doğu Asya direktörü Jeffrey Lewis, “Çoğunlukla ABD’deki vakaları biliyoruz. Bunu da 1980’lerde ABD Savunma Bakanlığı’nın hazırladığı raporlardan ve gizliliği kaldırılmış dosyalardan öğrendik” ifadesini kulandı.
Karşılıklı Kesin Yıkım (MAD) doktrini çerçevesinde tarafların karşılıklı olarak birbirini ortadan kaldırmasına yönelik askeri politikası nedeniyle, 1960’tan 1968’e kadar nükleer silahlarla donatılan uçaklar uluslararası hava sahasında geziniyordu.
ABD’deki kayıplar bilinse de diğer ülkelerin kayıpları bilinmiyor. Özellikle, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’in kayıp bombalarıyla ilgili herhangi bir bilgimiz yok diyen Lewis, “Ülkelerin kayıpları gizli kaldığından, bir karşılaştırma yapma imkânımız bulunmuyor” değerlendirmesini yaptı.
BATAN SOVYET DENİZALTISININ İÇİNDEKİ 24 NÜKLEER SİLAH DENİZİN DİBİNDE YATIYOR
Özellikle, Sovyetler Birliği döneminde nükleer silahlara önemli bir bütçe ayıran Rusya, 1986'da yaklaşık 45 bin nükleer savaş başlığı stokunu elinde bulunduruyordu. Ancak, bu silahlardan kaçta kaçının yaşanan kazalarda kaybolduğu bugün dahi tam anlamıyla açıklanmış değil.
8 Nisan 1970’de yaşanan Sovyetler Birliği Kuzey Filosunda görev alan Kasım sınıfı nükleer denizaltı teknik nedenlerle, Fransa ile İspanya arasındaki Biscay Körfezi'nde battığında 50 mürettebat hayatını kaybetti. Bununla birlikte gemide bulunan 24 adet nükleer torpido da sulara gömüldü.
1968'de bir Sovyet K-129 denizaltısı ise Hawaii'nin kuzeybatısındaki Pasifik Okyanusu'nda üç nükleer füzeyle birlikte gizemli bir şekilde battı. ABD bunu çok geçmeden öğrendi ve bu nükleer bombayı ele geçirmek için gizli bir çalışma başlattı.
1989'da çıkan bir yangın sebebiyle Norveç Denizi'nde batan Sovyet denizaltısı, aradan geçen 23 yıl sonra normalden kat fazla radyasyon sızdırmaya başladığı ortaya çıktı. Araştırmacılar, batık denizaltının radyoaktif sezyum sızıntısı ileri sürüyor. 1680 metre derinliğinde sızıntı yapan denizaltının çevresinde canlı bir biyo-çeşitliliğin ve balık popülasyonlarının zarar görmesinden endişe duyuluyor.
BOMBALARIN PEŞİNE DÜŞEN GİRİŞİMCİNİN ÇILGIN PROJESİ
Kayıp nükleer silahların peşinde sadece rakip devletler bulunmuyordu. Sivil girişimciler de nükleer bombaların peşine düşüyordu. Pilotluk ve film yönetmenliği de dâhil olmak üzere geniş yelpazeli bir girişimci olan ve 1976 yılında hayatını kaybeden Amerikalı milyarder Howard Hughes da zamanında kayıp bombaların peşine düşen, derin deniz madenciliğiyle ilgilenen isimler arasında yer alıyordu.
Jeffrey Lewis, “Hughes, bu projeye Azorian Projesi adını vermişti. Ama ne yazık ki batık bir denizaltıyı kurtarma girişimi sırasındayken dağılarak denizin dibini boyladı” diyerek bu girişimin yarıda kaldığını belirtti.
Fakat Lewis, bazı nükleer bombaların derin deniz çukurunda sıkışıp kaldığı ancak bazı nükleer bombaların da gizli operasyonlarla çıkartıldığı görüşünde. Öyle ki, ABD’nin bazı kayıp nükleer silahlarının bulunduğu haberleri dünya kamuoyuna yansıdı.
RADYOAKTİF İZLERİN PEŞİNE DÜŞTÜLER
Bombaların bulunmalarına yol açan temel faktör ise arkalarında bıraktıkları radyoaktif sızıntılar.
1988 yılında Amerikan ordusundan emekli bir subay olan Derek Duke, 1958’de Georgia eyaletine bağlı Tybee Adası yakınlarına düşen kayıp atom bombasını aramaya başladı. Yıllar boyunca deniz dibinde kalan bombayı bulmak için çalışma başlatan emekli subay, Geiger sayacı ile deniz tabanında her noktayı araştırdı.
Kayıp bombaların yaydığı radyasyonu araştıran yetkililer bombaların izine ulaşamadıklarını ekledi. Bugüne kadar gerçek anlamda izi bulunamayan üç kayıp bombanın hâlâ kayıp olması Soğuk Savaşın acı hatıraları olarak gezegeni bugün dahi tehdit ediyor.
Peki ama neden kitlesel yok oluş silahlarını bugüne kadar bulamadık? Bu bombaların patlama riski var mı?
BOMBAYI 18. YÜZYILDAN KALMA MATEMATİK TEOREMİ YARDIMIYLA ARADILAR
İsterseniz Meyers’in hikâyesine geri dönelim... 1966'da Amerikan B52 bombardıman uçağı, Güney İspanya’daki Palomares kentinin açıklarına düştükten hemen sonra olay yerine ulaşan Meyers ve ekibi dört bombayı arama çalışmalarını derinleştirmişti.
O döneme ilişkin tuttuğu notlarda Meyers, “Bu standart bir askeri arama çalışmasıydı. Ama en büyük farkı, aramalar hızlandırılıyor ve ardından belli olmayan bir tarihe kadar ara veriliyordu. Silahları bulmak için titiz bir çalışma başlatıldı ama ardından iki hafta boyunca beklemedeydik. Daha sonra denizaltı araştırmalarına ağırlık verildi” ifadesini kullandı.
Fakat, Meyers ve ekibinin oturdukları yerde uzun bir süre emir beklemeye niyetleri yoktu. Ekip, 18. yüzyıldan kalma belirsiz bir matematik teoremine başvurdu.
Arama ekibinin içinde bulunan ve amatör şekilde matematikle uğraşan grup üyeleri daha fazla kanıt veya bilgi elde edildikçe bir hipotezin olasılığını güncellemek için kullanılan istatistiksel çıkarım yöntemi olan “Bayes teoremi”ni kullanıma soktu.
UFAK BİR AYRINTI KURTARMA OPERASYONUNA MÂL OLDU
Bununla birlikte o güne kadar inilmemiş derinliklere ulaşan son teknoloji derin okyanus denizaltısı “Alvin” de çalışmalara dahil olmuştu. Derin deniz aracı, tek mürettebatıyla Akdeniz’in sularını aramaya başlamıştı.
1 Mart 1966'da, küçük denizaltı sonunda bir şey fark etti. Bombalar suyun içinde yaşanan parçalanma nedeniyle zeminde izler bırakmıştı. Fakat en sonunda kayıp silahlar bulundu. Bombalar bulundu bulunmasına ama en büyük problem nasıl çıkartılacağıydı.
1000 metreden fazla ip hazırlandı; Metal kancalar sayesinde kurtarma operasyonu başlatılacaktı. Bu plana göre, bir dalgıç aşağı inecek bombayı belli noktalardan bağlanacak, sabitlenen bomba yüzeye çıkartılacaktı; plân işe yaramadı.
Bütün planı bozan ise bombanın arkasına takılı olan paraşüttü. Meyers, “Her şeyi çok dikkatli ve yavaş yaptık. Endişeliydik ama bombanın bağlandığı haberi geldi. Sudan yavaş yavaş çıkartırken bir felaketle karşı kaşıya kaldık. Bombanın altında kalan paraşüt hızı yavaşlattı ve hareketleri zorlaştırdı. Sonunda ağırlık o kadar arttı ki, halatlar koptu. Nükleer bomba yavaşça aşağıya doğru süzülerek gitti ve bu sefer öncekinden daha derine çökmüştü” diyerek kurtarma operasyonunun nasıl felakete dönüştüğünü ifade ediyor.
OKYANUSLARDAKİ KAYIP SİLAHLAR BULUNABİLİR Mİ?
Lewis, kayıp nükleer bombaları bulmamızın pek olası olmadığını düşünüyor. Özellikle okyanuslarda olan kayıp silahların bulunmasının çok daha zor olduğu biliniyor.
Gelişen teknoloji sayesinde bugün okyanus yüzeyi görüntüleme sistemleri yardımıyla rahatlıkla taransa da bombaların bulunması ve yüzeye çıkartma işlemleri aylar sürebilir. Aylar sürecek araştırma ve kurtarma görevleri ise hava durumu anlık değişen okyanuslarda imkânsız hale geliyor.
Emekli subay Duke'ün Tybee Adasında bombasını ararken yaptığı gibi, radyoaktif izlerin de takip edilmesi olası yöntemler arasında geliyor. Fakat bu yöntemin de zaman içinde yanıltıcı sonuçlar verdiği ortaya çıkmış.
KAYIP BOMBALAR KARŞISINDA KADERİMİZİ ÇARESİZCE BEKLİYORUZ
Peki ama bir nükleer bomba kendi halinde su altında patlayabilir mi? ABD Donanma Bakanlığı sözcüsü James Kudla 1989’da basına verdiği demeçte, “Okyanusun dibindeki aktif bir nükleer silaha ne olacağını bilmek gerçekten zor. Çevreye bırakacağı etkinin sıfır olmasını bekleniyor ama bunun tam bir garantisi de yok” açıklamasını yapmıştı.
1966 yılında, dört nükleer bomba taşıyan B-52 bombardıman uçağının Akdeniz’e çakılmasının ardından başlatılan çalışmalarda halen bir bombanın kayıp olduğu biliniyor. Bu olay üzerine İspanya nükleer bomba taşıyan uçaklar için hava sahasını kapattığını duyurmuştu.
Bu olaydan iki yıl sonra gerçekleşen kazada B-52 bombardıman uçağı Grönland'da Baffin Körfezine düştü. Nükleer bombaların dünyanın çeşitli noktalarında kaybedilmesi giderek tehlikeli bir hal aldığından ABD Savunma Bakanlığı nükleer başlıklı silahların denizaltılarla taşınmasına karar verdi. Baffin Körfezinde buzulların altında kalan kayıp bombaya bugün dahi ulaşılabilmiş değil.
Ve son olarak Filipin Denizi’nde kaybolan ve yeri bugüne kadar bulunamayan nükleer bomba gün geçtikçe tuzlu suyun da etkisiyle eriyor. Muhtemel olarak patlama noktasını çoktan geçen silahta bulunan radyoaktif maddelerin denize karışma ihtimali ise bilim insanlarını endişelendiriyor.
Ne yazık ki, bugün hâlâ kayıp olan bu üç bomba patlamasa dahi gezegen için büyük bir tehdit oluşturmayı sürdürüyor. Kurtarma çalışmalarının imkânsızlığı ise insanlığın nükleer silahlar karşısında ne kadar çaresiz olduğunu ve gezegenin kaderinin pamuk ipliğine bağlı olduğunu tekrar hatırlatıyor.