Güncelleme Tarihi:
Dünya üzerindeki yaşamın kaynağı nedir? Bugün yeryüzünde hüküm sürmekte olan 10 milyondan falza canlı türü nasıl ve hangi şartlarda ortaya çıktı? Kainatın başka bir köşesinde yaşamın ortaya çıkması için benzer şartlar sağlanmış olabilir mi? Evrende yalnız mıyız?
Kendi varoluşunu anlamlandırma çabasındaki insanın çağlar boyunca aklını kurcalamış olan bu sorular, bugün dahi önemini ve tazeliğini korumaktadır.
KENDİNİ KOPYALAMA YETENEĞİ: HER ŞEYİ AÇIKLAYAN PRENSİP
Biyologlar dünya gezegeni üzerinde yaklaşık 4 milyar yıl önce başlayan ve günümüze kadar uzanan yaşam serüveninin çok basit bir doğal fenomene dayandığını söylüyorlar; kendi kendini kopyalama yeteneği.
Bu yeteneğe sahip küçük birimleri günümüzdeki canlılarda gen diye isimlendiriyoruz. İlk ortaya çıktıkları zamanlarda kendini kopyalamaktan başka hiçbir “işlevi” olmayan bu birimler zaman ilerledikçe çevre koşulları ve sınırlı kaynaklar için birbirleri ile “mücadele eder” halde buluyorlar kendilerini.
Ama temel prensip hep aynı, en çok kopya üretebilenlerin nesli gelecekte hakim konumuna geliyor, diğerleri zamanla eleniyor. Bu basit prensip çevre koşullarının getirdiği “baskı” ve “mücadele” ile birleştiğinde ortaya hücreler, çok hücreliler, eşeyli üreme (dişi-erkek ayrımı), bitkiler, mantarlar, hayvanlardan oluşan devasa bir yaşam ağacı çıkıyor. Ormanda gördüğümüz gerçek ağaçlar gibi bu yaşam ağacı da küçücük bir tohumdan büyüyerek gelişmiştir. Bugün bu ağacın 10 milyon civarında dalı olduğunu biliyoruz ve insan bu dallardan sadece biri.
YAŞAM AĞACININ TOHUMU: İLK KOPYALAYICI MOLEKÜLLER
Peki bu ağacın tohumu nereden geldi? Cansız diye nitelendirilen madde nasıl oldu da kendini kopyalama yeteneği kazandı? Bu konuda bilim adamlarının değişik görüşleri var. Bu görüşleri şekillendiren en meşhur deney 1952 yılında Miller ve Urey isimli iki araştırmacı tarafından gerçekleştirilmiş.
Bu araştırmacılar laboratuar ortamında erken dünya koşullarını yeniden oluşturup bu koşullarda proteinlerin basit kimyasal süreçlerle oluşmaya başlayabileceğini göstermişler.
Bu konudaki bir diğer popüler teori de dünya üzerindeki yaşamın tohumlarının uzaydan gelmiş olabileceğini öne sürüyor. Gebze Teknik Üniversitesi Fizik Bölümü’nden Dr. Doğan Erbahar’ın dünyanın en prestijli bilim yayıncısı olan Nature Group’un tüm doğa bilimlerini kapsayan dergisi Scientific Reports’da yayımladığı son makaleye göre bu hiç de düşük bir ihtimal değil. Dr. Erbahar’a göre “futbol topu molekülü” olarak da isimlendirilen ve 60 karbon
atomundan oluşan moleküller uzayda yaşamın yapıtaşları olan amino asitlerin
sentezlenmesinde önemli bir rol oynamış olabilir.
Fuleren ismi verilen bu moleküllerin modern tıptan malzeme bilimine, kimyadan elektronik mühendisliğine kadar o kadar çok uygulama alanı var ki onları keşfeden üç bilim adamı 1996 yılında kimya dalında Nobel ödülüne layık görülmüş.
PEKİ BU TOPLARIN CANLILARLA NE GİBİ BİR İLGİSİ OLABİLİR?
Bu minik topların yüzeyi kimyasal olarak çok aktif ve daha ötesi bunlardan yıldızlar arası ortamda çok bol miktarda bulunduğu bir yıl kadar önce astronomik gözlemlerle kesin olarak doğrulanmış durumda. Belli bir süredir bu moleküller üzerine araştırmalar yapan Dr. Erbahar özellikle bu önemli keşiften çok heyecanlandığını ve motive olduğunu söylüyor ve bilimsel araştırmayı çok büyük bir yap-bozun parçalarını kollektif olarak bir araya getirmeye benzetiyor.
Yayımladığı makalesinde bu toplardan oluşmuş kristallerin canlılar için en önemli yapıtaşı olan suyu yüzeylerinde nasıl tutabileceği ve yaşamın tohumu olan molekülleri nasıl sentezleyebileceğine dair bir model önermiş.
Bu model ışığında evrenin yaşama şimdiye kadar sandığımızdan çok daha gebe bir ortam sunduğunu iddia ediyor ve evrende yalnız olmayabileceğimiz konusunda “umutlarımızı” arttırmamız için her türlü sebebin olduğunu söylüyor.