Güncelleme Tarihi:
ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin, "terörizme destek veren" Saddam Hüseyin yönetimin "sahip olduğu" kitle imha silahlarının yok edilmesi amacıyla Irak'ı işgal etmesinin üzerinden 5 yıl geçti. Bu sürede koalisyon güçlerine destek veren ülkelerdeki liderlerin bazıları seçimlerle, bazıları kendi istekleriyle görevlerini başka isimlere devretti ancak Irak halkının işgalden sonra içine düştüğü korkunç durum ortada.
11 EYLÜL'DEN SONRA İLK HEDEF AFGANİSTAN
4 Kasım'da yapılacak seçimle koltuğunu Barack Obama veya John McCain'e devredecek olan ABD Başkanı George W. Bush, 11 Eylül saldırılarından sonra başlatılan "terörizmle savaş" politikasının Afganistan'dan sonraki hedefi olarak Irak'ı göstermişti.
Bush'un, Irak'ı acilen bertaraf edilmesi gereken büyük tehdit olarak hedef göstermesi Avrupa genelinde olumsuz tepki görürken, özellikle Başbakan Tony Blair liderliğindeki İngiltere ile "Anglosakson dünyanın diğer önemli müttefiki" Avustralya tarafından son derece haklı bulundu.
SÖZDE "BARIŞ ELÇİSİ" BLAIR!!!
Irak'ın işgaline giden süreçte Bush'u koşulsuz destekleyen İngiltere'nin eski başbakanı Tony Blair, işgalden önce Irak'ta inceleme yapan BM silah denetçilerinin raporunun açıklanmasından kısa süre önce parlamentoda Avrupa'daki Amerikan karşıtlığını eleştirerek, Avrupa'nın ABD ile daha yakın işbirliği yapması gerektiğini dile getirmişti.
Blair, BM Güvenlik Konseyi'nin Irak'a müdahaleye karşı çıkmasının "düşünülmesi zor ihtimal" olduğunu kaydetmiş, İngiltere'nin "cephede" önemli rol üstleneceğini söylemişti.
Tony Blair, ABD Kongresinin cumhuriyetçi üyesi Peter King'in 2001 yılında yaptığı yorumu haklı çıkaracak bir gayretle ABD'ye destek veriyordu. Peter King, Tony Blair ile birkaç kez biraraya geldiğini ve onun "İngiliz aksanıyla konuşan bir Amerikalı gibi olduğunu" söylemişti.
King, İngiltere'nin İşçi Partili başbakanının Amerikalıları anlayabileceğini, "bazı muhafazakar İngiliz politikacılar gibi böbürlenmediğini ve kendini beğenmiş olmadığını" kaydetmişti.
Blair'in ABD'nin "teröre karşı açtığı savaşa" verdiği destek tüm dünyadaki savaş karşıtları ve Almanya, Fransa gibi güçlü Avrupa ülkelerinden tepki toplasa da, ABD tarafından büyük takdir ve minnettarlıkla karşılandı.
"KİTLE İMHA SİLAHI OLMADIĞINI BİLİYORDU"
İngiltere'nin eski başbakanı, Bush'a tam destek vererek "dünya barışı için göze alınamaz bir tehdit" olarak gördüğü Irak'ın işgali savunurken, savaşa muhalefet ederek kabinedeki bakanlık görevinden istifa eden Robin Cook, Avam Kamarası'nda yaptığı konuşmasında, Irak'ın şimdi tehdit oluşturan askeri gücünün oluşturulmasında İngiltere'nin de katkısı olduğunu dile getirmişti.
Cook, işgalden sonra yayınlanan çeşitli yazılarında da Başbakan Blair'in işgal kararı alırken, Irak'ta kullanılmaya hazır kitle imha silahına sahip olmadığını bildiğini iddia etti.
Robin Cook, "Hükümetin beyanlarında Saddam tehdidinin neden abartıldığını, işgalin neden, BM silah denetçilerinin görevlerini tamamlamalarını bile beklemeden girişilen bu kadar acil bir iş olduğunu sorarak, "kurtardığımızı söylediğimiz Irak'ın güvenlik sorunlarının daha da kötüleşmesi nasıl durdurulacak?" diye soruyordu.
Tony Blair, 10 yıl sürdürdüğü görevinden geçtiğimiz yıl istifa etti. Görevini bıraktıktan sonra BM'nin Orta Doğu özel temsilciliği görevini üstlenen, iklim değişimine ve Afrika'da yoksulluğa karşı kampanyalara destek veren Blair, Avam Kamarası'ndaki son konuşmasında Irak ve Afganistan'a asker gönderdiği için özür dilemeyeceğini söyledi.
YENİ BAŞBAKANIN IRAK'A BAKIŞI
İngiltere'nin yeni başbakanı ve Blair döneminin maliye bakanı Gordon Brown, göreve gelmesinden yaklaşık bir ay sonra ABD ziyaretinde yaptığı açıklamada, Amerika ve İngiltere'den gelen Irak savaşına yönelik eleştiriler nedeniyle "hayal kırıklığına uğradığını", Irak'a ve Ortadoğu'nun kalanına demokrasi getirme çabalarında Bush yönetimin yanında durmaya devam edeceğini açıkladı.
Brown, Tony Blair'in görevden ayrılmasının "Amerika ve İngiltere arasındaki geleneksel ittifakın zayıflamasına ya da İngiltere'nin Irak'taki varlığını sona erdirmesine neden olacağını umanların yanıldığını" söyleyerek desteğin süreceğini kaydetti.
Başbakan Brown, Winston Churchill'in Amerika ve İngiltere arasındaki ilişkinin, "özgürlüğün ortak mirası, herkes için eşit imkanlara ve her bir insanoğlunun kıymetine duyulan inancın" örneklerinden biri olduğu yolundaki sözlerine atıfta bulundu.
Göreve gelmesinden yaklaşık bir yıl sonra (mart ayında) ise Brown, Irak'ın işgali sırasında ve sonraki beş yıllık süreçte "yapılan hatalarla ilgili olarak kapsamlı bir soruşturma başlatılacağını" açıklayarak, hükümetin tavrındaki değişimin işaretini verdi.
Ancak Brown, bu soruşturma için doğru zaman olmadığını, Irak'taki durumun hassasiyetini koruduğunu ve İngiliz askerlerinin ülkeye istikrar kazandırmak için hala çaba harcadıklarını kaydetti.
Başbakan Brown, "Irak'taki askeri operasyondan ve sonrasından alınabilecek bütün dersleri almaya ihtiyaç olduğunu" açıklasa da, mart ayında muhalefetin gündeme getirdiği soruşturma talebi Avam Kamarası'nda reddedildi.
Hükümet yetkilileri, oylamadan önce yaptıkları konuşmalarda, soruşturmanın gerekli olduğuna kendilerinin de inandıklarını ancak bunun Irak'taki operasyonlar sürerken yapılmaması gerektiği yolunda açıklamalar yaptılar.
BUSH, YENİDEN...
ABD'de 2004 yılındaki başkanlık seçiminden önce yapılan kamuoyu araştırmaları, Bush'un 11 Eylül saldırılarının ardından yüzde 80'lere ulaşan halk desteğinin yüzde 50'lere gerilediğini ortaya koymuştu. Uzmanlar o dönemde, bu düşüşün en önemli nedeninin, çıkmaza giren Irak meselesi olduğu yorumlarını yaptı.
Irak'ta sonu gelmeyecek gibi görünen can kayıpları ve dozu artan eleştirilere rağmen George Bush 2004'de yapılan seçimde Demokrat aday John Kerry karşısında yüzde 51'lik oy oranıyla yeniden başkan seçildi.
Bush'un Kasım 2004'de yeniden seçilmesinin ardından, İngiltere ve İtalya'daki başlıca basın kuruluşlarında başkanı destekler nitelikte haberler yapılırken, Irak savaşının muhalifi Almanya ve Fransa'daki medya "kendi halklarının, dünya barışı konusundaki endişelerini" sayfalarına taşıdı.
İkinci Bush döneminde, yönetimdeki ilk ve en önemli değişim, istifa eden Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın yerine sert çizgisiyle tanınan Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice'ın atanması oldu.
Powell'ın istifası, dünyadaki birçok lider tarafından üzüntüyle karşılanarak, siyaset için kayıp olarak nitelenirken, analistler, Powell'ın yerine Rice'ın gelmesinin "Bush'un hükümetinde şahinlerin zaferi" olarak değerlendirdi.
Irak işgalinden önce 5 Şubat 2003'de Powell, Saddam Hüseyin'in biyolojik silahları olduğundan en ufak şüphe duyulamayacağını, üstelik Irak'ın çok kısa zamanda daha da fazlasını üretme kapasitesi olduğunu açıklamıştı.
Saddam Hüseyin'in nükleer silah üretmek için de çalıştığından "hiç kuşku duymadığını" dile getiren Powell görevinden ayrıldıktan bir yıl sonra, 2005'te, CIA'nin "Irak'ta kitle imha silahı bulunmadığını ortaya koyan raporu" yayınlandı.
Bush, seçimlerden iki yıl sonra, Cumhuriyetçilerin Kongre seçimlerindeki yenilgisinin ardından, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in koltuğunu CIA'nin eski başkanı Robert Gates'e verdi.
İngiliz Guardian gazetesinde o dönemde yayınlanan bir makalede, Rumsfeld'in de gitmesiyle Başkan Bush'un etrafında artık eski inancına bağlı bir tek Başkan Yardımcısı Dick Cheney'in kaldığı, Irak'ta üç buçuk yıl süren kaos sonucu Bush'un "yola geldiği" yorumu yapılıyordu.
Bu değişimlerin, Irak'tan çekilme takvimini ve sürecini netleştireceği yolunda umutlananlar ise bunun gerçekleştiğini görmek için geçen iki yıldan sonra bir süre daha beklemek zorunda kalacak gibi görünüyor.
Aylar süren müzakerelerin ardından henüz imzalanmayan Irak-ABD güvenlik anlaşması taslağı, ABD'nin muharip askerlerinin Ocak 2009'a kadar kentlerden çekilmesini, tüm ABD güçlerinin ise 2011'e kadar ülkeyi terk etmesini içeriyor ancak tarafların anlaşarak, süreyi uzatabilecekleri de belgede yer alıyor.
Son durumda, Irak hükümeti askerlerin kalış süresinin uzatılabileceği yolundaki maddeyi taslaktan çıkarmayı isterken, Beyaz Saray anlaşmanın yeniden müzakere edilmesine karşı çıkıyor.
KİMLER BUSH'A DESTEK VERDİ, KİMLER KARŞI ÇIKTI
ABD'nin Irak'ı işgal planı, İngiltere ve Avustralya'dan tam destek almasına rağmen, ABD'nin geleneksel müttefikleri Fransa ve Almanya bu girişime net biçimde karşı çıktı.
Fransa'nın, Başbakan Jean Pierre Raffarin (2002-2005) ve Almanya'nın Başbakan Gerhard Schröder (1998-2005) liderliğindeki hükümetleri, Irak'ın kitle imha silahı olduğu yönünde kanıt olmadığını ve bu ülkeyi işgal etmenin meşru olmadığını savundular.
Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fischer işgalden iki ay önce, "Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olduğunun ortaya çıkması halinde, Irak rejiminin barışçı yollarla silahsızlandırılması taraftarı olduklarını" kaydederken Başbakan Schröder, Irak'ta olası bir harekata katılmayacaklarını ve para da vermeyeceklerini" kesin bir şekilde dile getirdi.
Dönemin Almanya Cumhurbaşkanı Johannes Rau, işgalden iki ay önce yaptığı açıklamada, hükümetin olası Irak operasyonuna katılmama yolundaki tutumunu desteklediğini, Irak savaşının engellenmesi için siyasilerin ellerinden geleni yapmaları gerektiğini kaydetti.
İngiltere'de Tony Blair, kabineyi Irak konusunda ısrarlı bir şekilde ikna etmeye çalışırken, Fransa'da da hükümet Almanya'ya benzer bir tavır almıştı. Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, ABD'ye tek yanlı harekete geçmeme çağrısı yaparak, Irak savaşından kaçınılabilmesi için çabalarını sürdüreceklerini açıklamıştı.
DÜNYANIN "SIRADAN İNSANLARI" KARŞI ÇIKTI AMA BUSH'U DURDURAMADI
ABD, işgal için son hazırlıklarını yaparken, dünyanın dört bir yanında işgale karşı çıkan "sıradan" insanlar da seslerini duyurmak için çabalarını artırmıştı.
İşgalden bir ay önce, 15 Şubat 2003'de Roma'da rekorlar kitabına giren 3 milyon kişinin katıldığı savaş karşıtı bir gösteri düzenlendi.
GİRİŞ, GELİŞME, SONUÇ
Irak'taki yüz binlerce sivilin ve askerin hayatına mal olan savaşın ikinci yılında, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA'nın 2005'de yayınladığı rapor, Irak'ta kitle imha silahı bulunmadığını ortaya koydu.
EBU GARİP'TE İŞKENCE OLAYI PATLADI
CBS televizyonunun 28 Nisan 2004'de yayınladığı Ebu Garip fotoğrafları, Amerikalı askerlerin Iraklı tutuklulara uyguladığı işkenceleri gözler önüne serdi. Iraklı tutukluların üzerlerine köpeklerin salındığı, çırılçıplak soyularak taciz edildikleri, yerlerde süründürüldükleri ve başka eziyetlere maruz kaldıkları belgelerle ispatlandı.
FELLUCE'DE KİMYASAL SİLAH KULLANDILAR
Amerikan güçlerinin Kasım 2004'te Felluce kentinde yaptığı operasyondan sonra toplanan cesetler gösterilerek, günler süren operasyon sırasında kimyasal silah kullanıldığı iddia edildi. Bu iddiaları şiddetle reddeden Pentagon'dan bir sözcü, operasyondan bir yıl sonra, "çıkardığı yangın ve dumandan yararlanmak amacıyla Felluce'de beyaz fosfor bombası kullandıklarını" itiraf etti.
3 TRİLYON DOLARLIK SAVAŞ
Nobel ödüllü ekonomist Joseph Stiglitz, tüm kalemlerin asgari düzeyde tutulmasına rağmen Irak savaşının bu güne kadarki gerçek maliyetinin 3 trilyon dolar olduğunu hesapladı. Stiglitz, "Üç Trilyon Dolarlık Savaş" adlı kitabıyla ilgili olarak yaptığı bir röportajda, "bu miktarın, şu ana kadar yapılan harcamaları ve savaştan dönen muhariplere ödenecek maaşları da içerdiğini, bu kişilerin yüzde 40'ının sakat döndüğünü ve çoğunun hayat boyu yardıma muhtaç olduğunu" söyledi.
BU SAVAŞIN HAVA, SU VE TOPRAĞA TAHRİBATI DEVASA BOYUTLARDA
BM ve çeşitli kuruluşlar, Irak'taki savaşın su, toprak ve hava kirliliği oranlarını artırdığını, bitki örtüsünü tahrip ettiği yolunda raporlar hazırladılar. Uzmanlar, savaşın İran-Irak savaşı ve 1991'deki Körfez Savaşı'nın yarattığı tahribatı daha da artırdığını, bu zararın insan sağlığı için uzun dönemli sonuçları olacağını vurguladı.
Irak'ta 5 yılda 4 binden fazla Amerikan askeri öldü, 30 binin üzerinde asker yaralandı. Ölen Iraklıların sayısının ise 1 milyonun üzerinde olabileceği ifade ediliyor.