Güncelleme Tarihi:
Hafta sonunda bütün gazetelerde okudunuz. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, The Guardian’a ilginç bir röportaj verdi. İngiliz gazetesinin haberin merkezine koyduğu açıklamasında tam olarak şöyle diyordu Gül:
“Bütün dünyayı tek bir merkezden kontrol edebileceğinizi düşünmüyorum. Büyük milletler var. Çok büyük nüfuslara sahipler. Dünyanın bazı bölgelerinde inanılmaz bir ekonomik kalkınma var. Bu yüzden bizim yapmamız gereken, tek taraflı eylemler yerine, hep beraber hareket etmek, ortak kararlar vermek ve dünyaya danışmak. Tabiri caizse, yeni bir dünya düzeni ortaya çıkmalı.”
İngiliz gazetesi, Gül’ün, Gürcistan’daki savaşın yıkıntısından “yeni bir çok-kutuplu dünyanın” doğacağını söylediğini de yazıyor. Bu sözler tırnak içinde yazılmadığı için, Gül gerçekten “çok-kutuplu” ifadesini kullandı mı, emin değilim. Ama bu yazım, tam olarak bu ifadeyle ilgili olacak.
* * *
Gerçekten de, İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya’nın başat güçler olduğu 19. yüzyılda olduğu gibi, “çok-kutuplu” bir dünyada mıyız artık? Yoksa 1991’den beri içinde yaşadığımız, ABD egemenliğindeki “tek-kutuplu” dünya yerli yerinde duruyor mu? Yahut Gürcistan’ın işgalinden beri İkinci Soğuk Savaş başladı ve yeniden “çift-kutuplu” küresel düzene mi geçtik?
Bana sorarsanız, en esaslı stratejistler bile, bu konuda analiz yaparken fena halde yanılıyorlar. Hiçbiri haklı değil. Hem Batı merkezli düşünürler, hem de Doğulu kuramcılar için geçerli bu…
Batılı teorisyenlere tipik bir örnek, ABD’de Demokrat Başkan Adayı Barack Obama’nın Dış Politika Danışmanı olan ve bu unvanıyla yakında aktif politikaya yeniden dönmeye hazırlanan meşhur stratejist Zbigniew Brzezinski olabilir.
Brzezinski, ABD’nin küresel gücünü sürdürebilmesi için Avrasya’nın dört bölgesinde (demokratik bir köprübaşı niteliğindeki Avrupa, bir karadelik olan Rusya, Avrasya Balkanları olarak tanımlanan Kafkaslar ile Orta Asya ve son olarak, “Uzak Doğu Çıpası” adını verdiği Doğu Asya’da) hâkimiyet sağlaması gerektiğini savunuyor.
Elbette bunu son derece “Amerikan merkezli” bir bakış açısıyla yapıyor Brzezinski. Rusya’daki etnik azınlıkların “insan hakları” gerekçesiyle desteklenip Moskova’nın köşeye sıkıştırılmasını savunan isimlerin başında da o var.* Obama başkan seçilirse, onun uygulamaya geçecek fikirlerinden daha çok bahsedeceğiz.
Doğulu stratejistlere döndüğümüzde ise, önde gelen isimlerden biri olarak, bugünlerde Türk milliyetçi çevrelerinde çok popüler olan (ki trajikomik bir durumdur bu) Aleksandr Dugin’i örnek gösterebiliriz.
Dugin, küresel iktidarı, “Deniz Gücü” (ABD) ve “Kara Gücü” (Rusya) olarak ikiye bölüyor ve Yeni Avrasyacılık akımı dâhilinde, Moskova’nın, Türkiye, İran ve hatta Almanya ile Fransa’yı yanına alıp ABD’ye karşı bir eksen oluşturması gerektiğini savunuyor.**
Ukrayna’daki Turuncu Devrim’in ardından, Batı destekli demokratik ayaklanmaların altyapısını hazırlayan gençlik gruplarına karşı ülkesinde “anti-turuncu” timler bile kurduran Dugin de, tüm bir küresel jeostrateji tasarısına “Rus merkezli” ve özünde milliyetçi bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Bu yüzden, “tersten bir Brzezinski” olarak görülebilir. Rusya’nın de facto lideri Vladimir Putin’in birkaç yıl öncesine kadar yegâne fikir babası olarak gördüğü Dugin, hala daha Moskova’nın resmi teorisyenlerinden.
* * *
Peki hem Beyaz Saray’ın kapısındaki Amerikalı stratejist Brzezinski, hem de Kremlin müdavimi Rus meslektaşı Dugin neden fena halde yanılıyor?
Doğrusu, bütün benzerleriyle birlikte, Galileo öncesi astronomları andırıyorlar da ondan. Fizik mantıkları, matematiksel hesapları, geometrik öngörüleri tamamıyla doğru. Ancak en temel noktada yanıldıkları, yani “Dünya’nın düz olduğu” önkabulünden yola çıktıkları için, sürekli hatalı sonuçlara varıyorlar.
Nedir onların “Düz Dünya” yanılgısı?
İki ünlü stratejistin de temelde “çift-kutuplu” bir dünyayı esas aldığını görüyoruz. Biri ABD’ye, diğeri Rusya’ya, gerçekte sahip olduklarından daha fazla önem atfediyor.
Brzezinski herşeye ABD cephesinden, Dugin ise Rusya cephesinden baksa da, aslında ikisi de, Soğuk Savaş’ın restorasyondan geçirilmiş ölü retoriğiyle konuşuyorlar.
Elbette Cumhurbaşkanı Gül bir siyasetçi ve ondan bir “stratejist derinliği” bekleyemeyiz, ancak The Guardian’a verdiği demeçte “tek taraflılığın” artık bittiğini ve gelecekte “çok-kutuplu” bir dünya öngördüğünü söyleyerek, bence günümüzün jeopolitik gerçeklerine birçok uzmandan daha iyi yaklaşmış.
Yine de Gül’ün, ancak Brzezinski ve Dugin’e kıyasla daha “gerçekçi” bir tespit yaptığı, yani başarısının “göreli” olduğunu söylemeliyim. Çünkü bugünün dünyasının, ne tek-kutuplu, ne çift-kutuplu, ne de çok-kutuplu olduğunu düşünüyorum ben.
Nasıl yâni? Basit:
Bugünün dünyası, yâni “yeni dünya düzeni,” kutuplarla tanımlanamaz.
Son 20 yılda dünya çapında meydana gelen siyasal, ekonomik, kültürel ve özellikle de teknolojik gelişmeler, “kutup diyalektiği”ni tarihten silmiştir.
Artık dünya, nitelik, nicelik ve pozisyonları tarih boyunca değişen kutuplar vasıtasıyla değil, yekpâre bir küresel tasarım olarak, özetle, bir “ağ,” bir “şebeke” şeklinde tarif edilebilir.
Bu “küresel ağ”ın yapısını ve Türkiye’nin bu ağ içindeki konumunu, bir sonraki yazıda tartışacağım.
* BRZEZINSKI, Zbigniew. “Büyük Satranç Tahtası”. İnkılap Kitabevi
** DUGIN, Aleksandr. “Moskova-Ankara Ekseni”. Kaynak Yay. sf 109-136