Güncelleme Tarihi:
Hasan Mezarcı gibisinden düzmece Mesih ve Mehdîler tarihimizde oldukça bol miktardadır ama ben Hasan Mezarcı’yı Mesih’ten yahut Mehdî’den ziyade bir başka varlığa benzetiyorum: Deccal’e... Deccal, malum, kıyamet öncesinde çıkacağına inanılan ve yalanlarıyla insanoğlunu kandırıp fitne yaratacağı söylenen kötülük sembolüdür. Yandaki Deccal minyatür de zaten herşeyi anlatmıyor mu?
Allah tarafından görevlendirildiğini iddia eden Hasan Mezarcı küpesini takıp şıkıdım elbiselere büründü ve kameraların karşısına geçip ‘‘Mesih’’ yani Hazreti İsa olduğunu ilán etti. Başta Hazreti İsa'nın vekili Papa hazretlerine ve bütün ‘‘Mesihî’’ yani Hıristiyan dünyasına hayırlı ve uğurlu olsun!..
Hasan Bey'in ruhani açıklamalarından sonra ‘‘Mesih’’i tartışmaya başladık ama bu tartışmada birbirine benzer iki kavramı, ‘‘Mesih’’ ile ‘‘Mehdî’’yi birbirine karıştırdık. Dolayısıyla aralarındaki farkı anlatayım dedim.
Öncelikle bilinmesi gereken, Mesih'in kökeninin Hıristiyan, Mehdî'nin ise İslamî oluşudur. Mesih, Hazreti İsa'dır ve Kur'an'ın bazı ayetlerinde de ‘‘Meryem oğlu Mesih İsa’’ diye geçer. Hristiyan kelimesinin Arapça karşılığı ‘‘Mesihi’’dir ve bu söz ‘‘Mesih'in yolundan gidenler’’ demektir. Mesih'in kıyamet gününün öncesinde dünyaya ineceğine inananlar Müslümanlar değil, Hristiyanlardır.
Mesih ile karıştırdığımız ‘‘Mehdî’’ ise, Hazreti Muhammed'in soyundandır, Özellikle Şii doktrininde çok önemli bir yeri vardır ve ‘‘On ikinci İmam’’ diye bilinir. 869 yılının 30 Temmuz'unda doğmuş, sonra kaybolmuştur. Şii inancına göre günün birinde ortaya çıkacak ve zulümle dolmuş olan cihana adalet getirecektir.
Ben TV'lerde Mezarcı'yı Mesih kılığında ilk gördüğümde açıkçası biraz yadırgadım, neden Mehdîliğe değil de Mesihliğe soyunduğunu merak ettim ama azıcık düşününce Hasan Bey'e hak verdim: Almanya gibi Hristiyan bir memlekette ‘‘Ben Mehdîyim’’ demek akıl kárı değildi, taraftar bulması zordu ve ‘‘Ya yerlerse’’ deyip Mesihlik işine koyulmuş olacaktı. Zaten Mehmet Ali Ağca da Mehdî kavramının yanına bile uğramamış, Mesihliğe soyunmuştu.
Tarih, bol sayıda Mehdî'ye ve Mesih'e sahipti ve bilinen son Mehdî, 1979 Kasım'ında Kábe'de ortaya çıkmıştı. Adı Cuheyman el Oteybi idi, Kábe'yi 40 gün boyunca işgal etti, yakalandı, önce kollarıyla bacakları, ertesi gün de kafası kesildi.
MESİH DEĞİL,DECCAL
Bunlar sahte Mehdîlerden sadece birkaçı... Ama TV'lerde Hasan Mezarcı'yı dinlerken bir başka kavramı, ‘‘Deccal’’i hatırladım...
‘‘Deccal’’, kıyamet öncesindeki kıtlık zamanlarında ortaya çıkacak bir mahluktu ve fenalığın sembolüydü. İnsanları kötü yola düşürecek, bunu yapabilmek için açlara ekmek verecek, susuzlara su dağıtacak fakat bu arada imanlarını kalplerinden söküp alacak, yalanlarıyla insanoğlunu kandıracak, çok kişiyi aldatarak kendisine bağlayacak ama saltanatı sadece 40 gün sürecekti. Batı dillerinde ‘‘antichrist’’ diye geçerdi ve her zaman için 'kötü' demekti.
Hasan Mezarcı sizce bunların hangisine daha çok benziyor? Mesih'e mi, Mehdî'ye mi, Deccal'e mi, yoksa ‘‘Deliye günah yazılmaz’’ sözünün muhatabına mı? Ne dersiniz?
Sarayın Strauss’u, Sultan Abdüláziz’di
Dr. Emre Aracı adında genç bir Türk müzisyeni, ‘‘Osmanlı Sarayı'ndan Avrupa Müziği’’ adında çok güzel bir CD çıkarttı. CD'de bazı padişahların bestelediği orkestra eserleri var. Bu CD'yi dinlerken kendi kendinize sorun: Bugünkü liderlerimiz bırakın beste yapmayı, azıcık da olsa piyano çalabilselerdi memleket acaba nasıl olurdu?
İngiltere'de yaşayan Dr. Emre Aracı adında genç bir Türk müzisyeni, çok güzel çalınmış ve iyi kaydedilmiş bir CD çıkarttı: ‘‘Osmanlı Sarayı'ndan Avrupa Müziği’’... CD'de Sultan Abdülaziz'le Beşinci Murad'ın bestelediği orkestra eserleri ve yine o senelerde Avrupalı müzisyenlerin padişahlar için yaptığı marşlar ve başka besteler var.
Bu CD, aslında son iki asırda yaşadığımız batılılaşma maceramızın aynası gibiydi. Batıya giden yolda sistem geride kalırken saray bir hayli mesafe almış, günlük hayatta ve zevkte Avrupa lezzeti hakim olmaya başlamıştı. Ben, özellikle Sultan Aziz'in Re minörden yapmış olduğu ‘‘Valse Davet’’ isimli parçanın melodilerine hayran kaldım.
Dr. Emre Aracı'yı böyle şık bir çalışma yaptığı için tebrik ediyorum. Ama çıkarttığı CD'nin yadırgadığım bir tarafını da yazmadan edemeyeceğim: Emre Aracı'nın 18. ve 19. asırda yapılmış eserlerin sonuna Londra'daki Türk büyükelçisi için 1998'de bizzat kendisinin bestelediği ‘‘Merasim Marşı’’nı da koyarak CD'nin bütünlüğü bozmasını...
‘‘Osmanlı Sarayı'ndan Avrupa Müziği’’ isimli CD'yi mutlaka dinleyin ve dinlerken kendi kendinize şu soruyu sorun: Bugünkü liderlerimiz bırakın orkestra için beste yapmayı, azıcık da olsa piyano çalabilselerdi memlekette acaba neler değişirdi?
Arşiv farelerine hatırlatma
Osmanlı Arşivi'ni Sultanahmet'teki, Bayezid'deki, Süleymaniye'deki asırlık depolardan alıp trilyonlar harcayarak İkitelli Çayırı'ndaki SEKA barakalarına taşıyanlar bir yandan işi hızla tamamlamaya çalışırlarken bir yandan da bazı sözler etmeye başlamışlar.
Güya SEKA'nın boşalttığı o arazide bir iş adamının gözü varmış da, ben o kişinin tetikçiliğini yapıyormuşum da, maksadım araziyi o işadamına verdirmekmiş de, vesaire, vesarie... Bu láfları edenler benden başka neredeyse hemen herkesin ve tarihi geçim kaynağı yapan bazı ‘‘sivil toplum’’ örgütlerinin bu konuda uykuda olmalarından mı cesaret aldılar, bilmiyorum.
Haysiyetli insan böyle vıdıvıdı etmez, iddiasını çıkar, dürüstçe ortaya atar. Şimdi yeniden, açıkça söylüyorum: Arşiv rezaletini sonuna kadar takip edecek, çayıra saçılan trilyonların ve tarihi dere yatağına gömme cür'etinin hesabını günün birinde mutlaka sorduracağım. Bu iş Başbakanlık'ta ihale takibine, havaalanlarında bakan transferine kalkışmaya yahut Sultan İbrahim'in uçkur sevdasını 300 küsur sene sonra arşiv lojmanlarında yaşatma hevesine benzemez!..