Güncelleme Tarihi:
Avrupa Parlamentosu’nun Genel Kurul toplantısının ilk gününden çıkmış bir grup, Alsace’ın ünlü Riesling “beyaz şarabı” eşlinde “Tarte Flambe”lerini yiyorlar. Masanın bir ucunda AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Temsilcisi Olli Rehn oturuyor. Diğerleri ise Türkiye’yi yakından tanıyan Euro bürokratlar.
Olli Rehn’in gönlünden bir kadın Cumhurbaşkanı geçiyor. Finlandiyalı olan Rehn, ülkesinde kadın siyasetçilere verilen önemi anlatıyor. Artık ülkesindeki kadın siyasetçilerin yüzde 50’yi aştığını, Cumhurbaşkanının bir kadın olduğunu söylüyor. Türkiye’de bir kadının Cumhurbaşkanı olmasının, Avrupa’da büyük etki yapacağını anlatıyor.
O aralar kulislerde Nimet Çubukçu ismi dolanıyor ve AB bürokratlarına “acaba mı?” sorusunu sorduruyordu. Yani, AKP’nin bir kadını Cumhurbaşkanı adayı olarak göstermesi, Brüksel’i şaşırtamayacak, hatta çok sevindirecekti.
Erdoğan endişesi
Ama Gül’ün adaylığı da bir o kadar sevindirdi.
Şimdi Brüksel’de hem memnuniyet, hem de “endişe” yaşanıyor.
Niye mi memnuniyet? Açıklayayım.
Artık Cumhurbaşkanı adayı belirlendiğine göre rahatlıkla yazabilirim. AB çevrelerindekilerin “yazılmamak” kaydıyla söylediklerinin pek hükmü kalmadı.
Bir kere Recep Tayyip Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkma olasılığı, Brüksel’i son derece geriyordu. İki nedenden dolayı.
Erdoğan’ın ciddi muhalefete rağmen Çankaya’ya çıkma kararı alması, Türkiye’yi ciddi olarak gerecek, sivil, asker sorunu yaratacak ve ülkede ki “laik” kesimin büyük tepkisine yol açacaktı. Brüksel, istikrarsız bir Türkiye’de yaşanabilecekleri düşünmek bile istemiyordu.
İkinci neden ise, Brüksel’in Erdoğan’ın başbakanlığını tercih etmesinden kaynaklanıyordu. Ekonomik ve siyasi açıdan “istikrar” gösteren Türkiye’de başbakanın değişmesinin tercih edilir olmadığı söyleniyordu. Erdoğan ne olursa olsun, Brüksel tarafından Türk siyasetçileri içinde “en Avrupalı” olarak görülen lider.
AB’nin motoru
Şimdi gelelim Gül’ün adaylığına.
AB’de memnuniyet yarattı. Çünkü Gül AB için, reformcu ve bu sürece en çok inanan siyasetçi. Biliniyor ki Gül, AB uyum sürecinde hükümeti hep ateşleyen, “yapılması gerekenleri yapmalıyız” diye reformları dayatan kişi. Ayrıca Gül’ün “dışarıya açık”, uluslararası platformlarda tanınan bir kişi olması da ayrı bir memnuniyet vesilesi.
Ama endişe de var.
Açıkçası, 25 yıldan beri Avrupa haberleriyle hayır neşir olan bende de aynı endişe hakim. Gül hükümet içinde AB sürecinin “motoru” konumundaydı. Şimdi bu süreci kim ateşleyecek? Türk Hükümetinin, 10 ocak’ta “tek taraflı” olarak aldığı müzakereleri yürütme kararının peşine kim düşecek?
Ali Babacan, Gül’ün eksikliğini ne kadar giderebilecek?
Ya da bu sürece gönülden inandığını bildiğim Gül, Çankaya’dan hükümeti ne kadar “teşvik” edebilecek?
İşte bütün bunlar da işin endişe yaratan tarafı.
Ankara kriteri
Gelelim yeniden 23 nisan akşamı Strasbourg lokantasındaki sohbete. Hükümetin 10 ocak kararı, yani “AB müzakereleri yürütmezse bile ben tek taraflı olarak sürdüreceğim” tavrı, Olli Rehn’in takdirine neden olmuş. Erdoğan’ın, “gerekirse Kopenhag kriterlerinin adını, Ankara kriteri koyar, yoluma devam ederim” sözünün ilk adımı olarak görüyor. Zaten müzakere sürecinin de tıkır tıkır işlediğini düşünüyor. Seçimlerden sonra ise 301 beklentisini daha sık dile getirmeyi düşünüyor.