Güncelleme Tarihi:
Afganistan yüzyıllardır karmaşık savaşların gölgesinde bir ülke oldu. Ahmed Şah Mesud Eylül 1953’te Pencşir Vadisi’nde doğduğunda ülke nispeten sakin bir dönemdeydi. 1993’te tahta çıkan Muhammed Zahir Şah 40 yıllık saltanatının huzurlu günlerindeydi. Çok sürmedi, ABD-Sovyet çekişmesi Afganistan’a da ulaştı.
Ahmed Şah Mesud 1870’lerde Semerkant’tan göçmüş köklü bir aileye mensuptu. Babası okumayı seven bir askerdi. Mevlânâ’nın, Gazali’nin, Muhyiddini Arabi’nin, Sadi’nin eserleri hep baş köşedeydi. “Horasan Erenleri” vasıtasıyla bir ucu Anadolu’ya ulaşan tasavvuf kültürüne bağlıydılar. Mesud bu terbiye içinde yetişti. Mühendislik eğitimi aldığı Kabil Politeknik Enstitüsü’nde arkadaşlarına Mesnevi’den bölümler okuyordu. Üniversite yıllarında politik ortam daha da hareketlenmişti. Müslüman Gençlik Örgütü’ne girdi. Sonradan her biri Afgan- Sovyet savaşında olumlu- olumsuz yönleriyle öne çıkacak birçok şöhretli isimle bu yıllarda tanıştı. Yönetime isyan halindeydiler. Mesud, sertlik yanlısı olanlara karşı daha ılımlı gruplara girdi.
‘MEVLÂNÂ, CHURCHILL’
Sovyetler yönetimi ele geçirip Aralık 1979’da Afganistan’ı işgal ettiğinde Mesud emrinde birlikleri olan bir gerilla komutanıydı artık. Pencşir bölgesinde Ruslara geçit vermedi. 80’lerin ortasına gelindiğinde o artık bir efsaneydi. ‘Pencşir Aslanı’ olarak nam salmıştı. Uluslararası basının da yakın takibindeydi. Sarp, çetin ve geçit vermez bir coğrafyadan hiç umulmayan bir profildi.
Çantasından kitaplar eksik olmayan, askerlerine şiirler okuyan bir komutandı. Bir taraftan İmamı Gazali’yi hatmediyor, bir taraftan De Gaulle ve Churchill’in hatıralarını okuyordu. Brezilyalı gazeteci Pepe Escobar yıllar sonra onu “İnancı Pencşir şeftalisi kadar yumuşaktı” diye tarif edecekti.
TALİBAN TEHLİKESİNİ DÜNYAYA İLK O ANLATTI
Ahmed Şah Mesud, Taliban’la hep mücadele etti. Müzakereden de kaçınmadı. Görüştüğü Taliban heyetine ‘Halk sizi gerçekten istiyorsa, gelin seçime gidelim, neticeye hepimiz razı olalım’ demişti. Taliban en çok ondan korkuyordu. Uluslararası alanda da boş durmadı. ABD’ye, Fransa’ya ve bütün Avrupa’ya Taliban’ın nasıl bir tehlike doğuracağını anlatmaya çalışıyordu. O bunları yaparken Pakistan’daki Afgan büyükelçisi günlüğüne şunları yazıyordu: “Mesud diye bir adam var dünya için savaşıyor ama dünyanın bundan haberi yok. Bir adam gecesini gündüzüne katarak küresel terörizme dönüşecek terörizme karşı savaşıyor ama kimse bilmiyor. O ve arkadaşları yalnızlar.”
KADINLAR OKUYUP HAYATIN İÇİNDE OLSUN İSTİYORDU
1989’da Sovyetlerin mağlubiyeti sonrası 1991’de Komünist rejim pes ettiğinde Kabil’e ilk giren Ahmed Şah Mesud’du. Bütün Afganları temsil eden demokratik bir yönetim kurulmasını istiyordu. İç çatışma ve çekişmeden korkuyordu. Zira 12 yıllık savaş sürecinde dünyanın dört bir yanından ‘cihat’ için savaşçılar gelmişti. Bu grupları fiilen ve fikren kontrol etmek de mümkün değildi. Mesud’un hem siyasi anlayışına hem de dini inancına ters gördüğü gruplar artık Afganistan’daydı. Vahhabi- selefi gruplar ve onların farklı bir tonu olan Taliban da bunlar arasındaydı.
KADINLAR ÖNCELİKLİ
Geçiş süreci sancılıydı. Mesud, reformlar yaparak ülkenin yaralarının bir an önce sarılmasını istiyordu. Eğitim ve kadınlar ilk önceliğiydi. Çocuklar en iyi şekilde eğitim alacak, kadınlar; tıp, hukuk, siyaset ve mühendislik gibi alanlarda okuyup Afgan toplumuna hizmet edecekti. Gazali Kültür Vakfı’nı kurdu. Ama artık iç savaş da başlamıştı. Sovyetleri mağlup eden ‘Mücahitler’ artık birbiriyle savaşıyordu. Mesud’un diplomatik girişimleri sonuç vermedi. Artık Taliban da sahadaydı.
‘ALLAH’TAN UZAKLAR’
Sovyet savaşı döneminde Pakistan’daki medreselerde eğitim görmüş öğrenciler örgütlenmiş ve savaşa dahil olmuştu. Katı ve radikal bir dini görüşleri vardı. Mesud’un Mevlâna’dan okuduğu merhamet, şefkat, müsamaha ve adaletten eser yoktu onlarda. Mesud onları “Allah’tan uzak merhametsiz insanlar” olarak tanımlıyordu. Kendisi geleneği koruyor, moderniteyi de ihmal etmiyordu. Princeton University’den Prof. Dr. Michael Baryy yakından tanıdığı Mesud için “Tamamen İslami geleneklerinden yola çıkan parlamenter bir hükümet yapısı, laik düzen, kadınlar ve erkekler için eşitlik ve Batı demokrasileriyle ittifaktan yana saf tutmuştu. İnançlı bir Müslümandı. Din onun için son derece derin bir teslimiyetti, siyasi bir araç değil” diye yazmıştı.
11 EYLÜL SALDIRISINDAN 2 GÜN ÖNCE...
Taliban 1996’da Kabil kapılarına dayandığında Ahmed Şah Mesud onlarla son kez konuştu. Ancak ikna edemeyince Kabil’in yeni bir savaşla tekrar harap olmasını istemediği için çekildi. “Kuzey İttifakı” lideri olarak Pencşir’de mücadelesine devam etti. Ta ki 9 Eylül 2001’e kadar. Taliban, El Kaide ve türevleri için sadece askeri güç olarak değil fikir ve ideoloji olarak da bir büyük engeldi. Röportaj için gelen gazeteci kılığındaki iki suikastçı tarafından öldürüldü. Ölümünden hem baş düşmanı Taliban hem de Usame Bin Ladin sorumlu tutuldu. Faili hâlâ meçhul. Onu tanıyan yabancı gazeteci ve araştırmacılara göre fanatizme, radikalliğe ve aşırılığa karşı böyle bir rol modeli istemeyenler tarafından ortadan kaldırıldı. Öldüğünde 12 yaşında olan oğlu Ahmed Mesud şimdi Pencşir’de Taliban ile mücadeleye hazırlanıyor... Ahmet Mesud Taliban’a teslim olmayan tek bölge olan Pencşir’de “Direnişe katılın” çağrıları yaptı, ülkenin pek çok noktasında gösteriler başladı.
İNGİLTERE’DE OKUYUP DÖNDÜ
Oğul Ahmed Mesud, Afganistan’ın sıcak çatışmalar içinde olduğu bir ortamda 1989 yılında doğdu. Bazen babasının yanına, dağlara getiriliyordu. O küçük çocuğu Mesud’un kucağında görenlerin çok azı onun oğlu olduğunu biliyordu. Bir süre ailesiyle Tacikistan’da yaşadı. Babası öldürüldüğünde 12 yaşındaydı. Cenaze töreninde vakur ve soğukkanlı haliyle dikkat çekti. Amerikalı gazeteci Sebastian Junger o günlerde röportaj yaptığı Ahmed Mesud’u şöyle anlatmıştı: “Daha 12 yaşındaydı ama yaşının üstünde bir irfan ve kavrama kabiliyeti vardı. Kendisinin de bir gün Afganistan’a liderlik etmek üzere göreve çağrılabileceğinin gayet farkındaydı. ABC’den iki kişiyle birlikteydim. Hepimizin nutku tutulmuştu, adeta Buda ya da genç Dalai Lama ile röportaj yapmak gibiydi.”
Ahmed Mesud, Tacikistan’daki ilk eğitiminin ardından bir süre Meşhed’te eğitim aldı. Rusların eğitim için davetini nazikçe reddetti. Daha sonra İngiltere’deki Sandhurst Kraliyet Askeri Akademisi’nde eğitim gördü. Ardından 2012’de Londra’daki King’s College’da okudu. Uluslararası Siyaset alanında da master eğitimi aldı. 2016’da Afganistan’a dönerek siyasete girdi. Babası gibi Mevlâna öğretilerinin takipçisi ve Afganistan’ın birliğini savunuyor. Bütün gücün Kabil’de toplanmasına karşı. Eğitim ve ekonomi politikalarına öncelik veriyor...