Güncelleme Tarihi:
“KİRLİ bir pazarlık” mı yoksa vicdansız kaçakçılara karşı bir ittifak mı? Rüşvet mi yoksa benzeri görülmemiş bir mülteci krizine karşı bir ortaklık mı? Suriyeli mültecilerin desteklenmesini ve göç yönetimini amaçlayan AB-Türkiye Ortak Eylem Planı, kimi yorumcular, hatta üst düzey hükümet yetkilileri tarafından, gerçekle pek bağdaşmayan ifadelerle tanımlandı.
*
SURİYELİ mültecilerin ve ev sahibi toplumların eğitim, barınma ve sağlık ihtiyaçlarının karşılanmasını amaçlayan bu fonların “kirli bir pazarlık” olarak algılanabilmesini anlamak gerçekten zor. Sonuçta, AB’nin 3 milyar Euro destek verme kararı, Türkiye’nin talebi ve uluslararası toplumun mülteci yükünü paylaşmadığını defaatle ima etmesinin ardından geldi. Avrupa Birliği Türkiye’nin talebine karşılık verdi.
Aslında Eylem Planı Suriyelilerin Avrupa’ya ulaşmak amacıyla kendilerinin ve çocuklarının yaşamlarını riske atmalarına yol açan “itici ve çekici faktörleri” hedeflemektedir. En önemli itici faktörlerden birisi olan iş bulmadaki yasal engeller sorununu doğrudan ele alan yeni Türk mevzuatı bizleri yüreklendirdi. Bir diğer “itici faktör” ise çocukların anlayabildikleri bir dilde eğitim alamayışıdır. Eylem Planı hem Arapça eğitim giderlerini, hem de gerekli fiziki altyapıyı finanse edecektir.
*
TÜRKİYE, mültecilerin ağırlanması için 8-9 milyar dolar civarında bir harcama yaptığını tahmin etmektedir, ancak üye devletler de mülteciler için milyarlar harcamaktadır. 10 milyondan az nüfusa sahip İsveç 2016 yılında iltica ve bütünleşme için 3.5 milyar dolar harcamayı planlamaktadır. Bu miktar yıllık bütçesinin yüzde 4’üne denk gelmektedir.
Bununla birlikte AB, Türkiye’nin çabalarını hak ettiği üzere takdir etmeye devam etmektedir. Türkler sergiledikleri empati ve konukseverlikle ne kadar gurur duysalar azdır. AB vergi mükelleflerinin bu çabalara desteği de rüşvet olarak görülemez.
Türkiye Suriyelileri geçici koruma altındaki “konuk” olarak nitelerken, AB’nin onlara, Avrupa’da uzun vadeli yaşama ve çalışma perspektifini içeren, Mültecilerin Statüsüne ilişkin 1951 Sözleşmesiyle tanınan tüm hakları sunması da “çekici” faktörlerden birisini oluşturmaktadır.
Avrupa mültecilere karşı sorumluluğunu geçiştirmek için mi katkıda bulunuyor? Hayır. Avrupa, insani koruma ve dayanışma ilkelerinin gereğini yerine getirmek konusunda kararlıdır. Geride kalan yıl içinde Avrupa’ya bir milyondan fazla mülteci gelmiştir. Bu mültecilerin çoğuna kucak açan Avrupalılar bizleri gururlandırmıştır.
*
“HIRİSTİYAN Avrupa Kalesinin” Müslüman mültecileri dışarıda tuttuğuna dair mütemadiyen dile getirilen eski klişede hiçbir gerçeklik payı bulunmamaktadır. Müslümanlar AB nüfusunun % 6’sını oluşturmakta olup, bu rakamın 2030 itibariyle % 8’e yükselmesi beklenmektedir. Fransa’da Müslümanların halihazırda nüfusun % 7.5’ini oluşturduğu tahmin edilmektedir, bu rakam Almanya, Hollanda ve Belçika’da ise % 6 civarındadır. Bulgaristan’da ise % 11.5’tir. Resme başka bir açıdan bakmak gerekirse, Türkiye’nin neredeyse % 99’u Müslüman’dır ve demografik veriler bu durumun değişmeyeceğini göstermektedir.
Avrupa dünyanın dört bir yanından kitleler halinde gelen yabancılara kucak açan eski bir gelenekten gelmektedir. Bu kişiler toplumumuzu, kültürümüzü ve elbette ekonomimizi zenginleştirmiştir. Bugün Avrupa Birliği’nde yaşayan 13 milyon Müslüman AB’nin dışında dünyaya gelmiştir. Avrupalılar, Türkiye’nin Suriyelilerle paylaştığı aynı kültürel, dini ve tarihi bağlara sahip olmasa da, Daeş’in Avrupa’yı ve Türkiye’yi vuran terör saldırıları sonrasında ortaya çıkan derin kamuoyu endişelerine rağmen onlara kucak açmaya devam edecektir.
Dolayısıyla AB-Türkiye Ortak Eylem Planının hakkını teslim etmeliyiz. Bu anlaşma 2’inci Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük mülteci dalgası ile Türkiye ve Avrupa Birliği halklarının haklı olarak beklediği dayanışma ve insan haklarına saygı çerçevesinde, baş edebilmek için birbirimize derinden bağımlı olduğumuz gerçeği üzerine inşa edilmiştir.
*
KARŞILIKLI ithamlara bir son verelim. Mültecilerin içinde bulunduğu sefaletin asıl suçlusu ne siz ne biziz, Suriye rejimi ve Daeş’tir. Suriye’deki sivil halk için harekete geçip bu şiddete bir son verinceye kadar görevimiz tamamlanmış olmayacak. Çatışmayı sonlandırarak mültecilere ülkelerinde yeni bir hayat kurma imkânını sunma kararlılığımızı güçlendiren de tam olarak budur.