Güncelleme Tarihi:
Arkadaşımız Burbuçe Ruşiti Priştine’ye döndü. Önce acılı arkadaşlarını teselli etti, harabeye dönmüş baba evini gezdi (yanda) ve ilk intibalarını Hürriyet’e aktardı.
Priştine'ye dönmek için üç ay bekledim. Evimden, doğduğum kentten hiç bu kadar uzak kalmamıştım. Blace sınır kapısına yaklaşırken - tıpkı Türkiye'ye giderken olduğu gibi - kalbim duracak gibiydi.
Korkuyordum. Sanki tekrar Sırp polis noktalarıyla karşılaşacakmışım gibi. Yine soracaklar, nerelisin, neredeydin, ne iş yaparsın...
Ama artık durum değişmişti. Çıkışta saklamak zorunda kaldığım basın kartım, ülkeme girişte işimi kolaylaştırdı. NATO askerlerinin kontrolündeki sınırdan, UÇK'lıların selamlarını alarak geçtim.
Yolda kimse bizi durdurmadı. İlk dikkatimi geçen şey, yol kenarındaki sarı bantlar ve ‘Mayın tehlikesi’ panolarıydı.
KEDİMİ ÖLDÜRMÜŞLER
Veternik bayırına geldik. Priştinem uzaktan göründü. Eskisi gibi yemyeşil değil. Üzerine sanki gri bir elbise giymiş. Hava, savaşın acısıyla kararmış. Şehre girdik. Dükkanlar yağmalanmış. Tanklar yolları delik deşik etmiş. Ama yine de insanlar ağır ağır eve dönüyor.
Annemin, Priştine'nin göbeğinde bulunan evine koştum hemen. Ve gördüm ki savaş, sadece doğup büyüdüğüm evi harabeye çevirmemiş. O yıkıntıların altında benim çocukluğum, hayatımın en güzel günleri ve hatıralarım da kalmış. Sadece bahçedeki çiçekler savaşa ve ölüme kafa tuttuyor. Boğazım düğümlenerek bik iki tanesini koparttım ve akşama kadar atamadım elimden. Behçede ölü yatan kedime bakamadım bile.
Evin yanında, babamın bir çocukluk arkadaşına ait dükkan talan edilmiş, kırık masanın üzerinde gözlükler kalmış. Komşu, anlaşmadan iki gün önce, maskeli Sırplar tarafından öldürülmüş. Dragodan mahallesinde yağmalanmadık ev yok. Taşıyabildiklerini götürmüşler. Taşıyamadıklarını kırmış ve yakmışlar.
Arkadaşlarımı bulamıyorum. Kendimi bomboş hissetmeye başladım. Tanıdık yüzler birer birer korkuyla ortaya çıkıyor. Özlem ve endişe. Hem sevinçten, hem üzüntüdem ağlıyorum devamlı.
Herkes birbirine aynı şeyi soruyor : ‘Aileden herkesi buldunuz mu? Eksik var mı?’
Sokaklar geri dönün mültecilerle dolu. Çoğu aylarca dağlarda saklanmış. Ümit ve korkuyla dönmüşler. Ama sevdiklerinin cesetleriyle ve yakılmış evleriyle karşılaşmışlar. Kentte, geçmişlerinin küçücük bir izini bulmaya çalışarak, hayaletler gibi geziyorlar.
KÖPEKLER VE ARNAVUTLAR
Ekmek bulmak çok zor. Priştine'de bakkalların çoğu kapalı. NATO kenti yeniden organize etmeye çalışıyor. Sular pek kesilmiyor, üç aydır kesik olan telefonlar çalışmaya başladı.
Sırplar bir kural koymuştu : Priştine'nin Grand Hotel'ine ‘Köpekler ve Arnavutlar giremez!’ Artık bu ırkçı kural işlemiyor. 9 yıl önce, Arnavut olarak işten atılanlar işine dönüyor. Priştine Radyo Televizyonu çalışanları 9 yıldır susan mikroforlarının başına geçtiler. 9 yıldır işsizdiler, hor görülüyorlardı. Bu sahneye şahit olan bir NATO görevlisinin sözleri beni çok etkiledi : ‘Sizin bu sabrınız beni hayran bıraktı. Sizler için tarihi günler bunlar...’
Savaşta herkes kaybetti. Herkes bir şeyini bir daha bulamamak üzere kaybetti. Kimi canını, kimi sevdiklerini, evini, dükkanını. Ama bu talihsiz topraklara artık barış gelmiş.
Barut kokusu dağılmış, Kosova yine buram buram ıhlamur kokuyor.