Güncelleme Tarihi:
Amine 12'nci yaş gününden çok kısa bir süre sonra yetişkin kuzeniyle nişanlanmak ve amcasının evine taşınmak zorunda kaldı. O zamanlar takvimler 2001 yılını gösteriyordu. Amine'nin ülkesi Afganistan, Taliban'ın yönetimi altındaydı ve amcası da Taliban'la ticaret yapan bir iş adamıydı.
Ancak birkaç ay sonra ABD'nin Afganistan'ı işgaliyle Taliban iktidarı kaybedince Amine'nin de hayatı değişti. İktidar değişikliğinden cesaret alan Amine, babasının ölümünden sonra ailenin reisi konumuna gelen amcasının evinden kaçtı ve burkasını çıkarıp attı. Annesinin desteğiyle mahkemeye başvurup kuzeniyle olan nişanı iptal ettirdi. Okula gidip iş hayatına atıldı ve insan hakları alanında çalışmaya başladı. Evlenmeme kararı aldı ve sosyal hayatın tadını çıkarmaya çalıştı.
Financial Times'a telefonla bir röportaj veren Amine, Taliban'ın iktidara dönüşünün kendisini çok korkuttuğunu belirterek gözyaşları içinde şunları söyledi:
"Kız kardeşlerim ve annemle birlikte tüm belgelerimizi alıp evimizden ayrıldık ve bir arkadaşımızın evine sığındık. Kapımıza dayanacak ilk erkeğin amcam olmasından korkuyoruz. Burkamı 20 yıl önce attım ve o aşağılanmayı bir daha kabul etmeyeceğim. Kimseyle zorla evlendirilmeyi de kabul etmeyeceğim."
20 YIL ÖNCESİNE DÖNÜŞ KORKUSU
Amine böyle düşünüp hisseden Afganistanlılardan sadece bir tanesi. Afganistan'ın NATO ve ABD güçlerinin çekilmesinin ardından birkaç hafta içinde Taliban'a teslim olmasıyla, hem bir an evvel ülkeyi terk etmek için ölümü bile göze alan Afganistanlılar hem de uluslararası kamuoyu, 20 yıl öncesine dönüş endişeleri taşıyor.
Aslına bakılırsa Taliban yetkilileri son dönemde yaptıkları açıklamalarda birçok konuda görüşlerinin değiştiğini, daha yumuşak, daha ılımlı bir idari yaklaşım sergileneceğini sık sık belirtti. Ancak birçok kişi, özellikle kadınlar, bu açıklamalardan pek ikna olmuş değil. Geçmişte yaşadıklarının gelecekleri haline gelmesinden; iyi bir eğitim almak, iş hayatına katılmak, milletvekili olmak, otomobil kullanmak ve spor müsabakalarında yer almak gibi haklarının bir kez daha ellerinden kayıp gitmesinden korkuyorlar.
Nitekim şimdiden aralarında Türk ve Hindistan yapımlarının da bulunduğu bazı televizyon dizileri yayından kaldırıldı. Kuaför, terzi, güzellik salonu gibi mekanların camlarındaki kadın fotoğrafları indirildi ya da boyandı. CNN muhabiri Clarissa Ward’un bir gün arayla çekilen iki görüntüsü tüm dünyada gündem oldu.
AFGANİSTAN İSLAM EMİRLİĞİ'NDE HAYAT NASILDI?
Peki 1996-2001 yılları arasında Taliban hakimiyeti süresince Afganistan nasıl bir yerdi?
En başından, yani isimden başlayalım... 1996-2001 döneminde ülkenin adı Afganistan İslam Emirliği'ydi. Hatta pazar akşamı başkent Kabil'i kontrol altına alıp Cumhurbaşkanlığı makamına oturan Taliban üyelerinden, bu isme en yakın zamanda geri dönüleceği açıklaması geldi.
Afganistan İslam Emirliği döneminde, kontrolü elde tutanlar 1980'lerde Sovyet işgaline karşı savaşan mücahitlerden oluşan küçük bir gruptu. 1990'larda ülkede yaşanan iç savaş esnasında bir araya gelen bu grup, şeriat kanunlarını en sıkı şekilde uygulayacak bir yönetim anlayışı vadediyordu.
Emirlik 1996'da Taliban'ın Kabil'e girişinden çok kısa bir süre sonra kuruldu. Aynı yılın eylül ayında Taliban militanları eski Cumhurbaşkanı Necibullah'ı işkenceyle öldürüp cansız bedenini bir trafik direğine astı.
AHLAK POLİSİ DEVREYE GİRDİ
Bir ay kadar süre içinde de Emr-i bil Maruf Bakanlığı kuruldu ve bu bakanlık bünyesinde kurulan ahlak polisi sokaklarda görev yapmaya başladı. Erkeklere sakal uzatma kadınlara ise yüzlerini tamamen kapatacak burkalar giyme zorunluluğu getirildi.
Kız okulları kapatıldı. Kız çocukları Amine gibi küçük yaşta zorla evlendirilmeye başladı. Yanlarında bir erkek olmadan sokağa çıkan kadınların dayakla cezalandırılabileceği duyuruldu. Müzik ve futbol yasaklandı. Kabil'in en büyük stadyumu bir spor mekanı olmaktan çıkarak idamların herkesin gözü önünde gerçekleştirildiği bir yer haline geldi.
YIKILAN BUDA HEYKELİ HÂLÂ AKILLARDA
Fotoğraf çekmek de teknik olarak yasaktı ancak o dönemde çekilen bazı görüntüler bugün halen akıllarda. Stadyumdaki idamların görüntüleri bunların başında geliyor. Bir de Bamyan'daki yıkılan 1500 yıllık Buda heykelleri ve yerinden edilmiş yüz binlerce insanın oluşturduğu çadır seli... Pençşir Irmağı'nın kıyısındaki kamplardan birinde yaşayan ve 1999'da New York Times'a konuşan Gulam Said, "Ne yapacağız? Her hafta iki çocuğumuz ölüyor" diyordu.
Taliban rejimi diğer yandan uluslararası arenadaki meşruiyetini artırma çabaları da sergiliyordu. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na bir üye gönderme girişimlerinde bulunan Taliban'ın liderlerinden Molla Muhammed Ömer, Ekim 1996'da ABD temsilcilerine bir mektup göndererek şunları yazmıştı: "Taliban ABD'te çok değer vermekte, Sovyetlere karşı cihatta verdiği yardımı takdir etmekte ve ABD ile iyi ilişkiler kurmak istemektedir."
ÜST DÜZEY KADROLARIN HEPSİ MÜCAHİTLERİN LİDERLERİYDİ
Emirlik bürokratik anlamda modern bir devlet yapısına sahipti. Ancak bakanlıklardan merkez bankası genel müdürüne kadar herkes medrese eğitimi görmüş eski mücahit komutanlarıydı.
Uluslararası kamuoyu da Taliban hükümetiyle ilişkiler konusunda sergileyeceği tavırdan emin değildi. Taliban'a meşruiyet kazandırmaktan kaçınılıyordu. Ancak ülkedeki yaşam koşulları da çok ciddi bir uluslararası destek ihtiyacı olduğunu gözler önüne seriyordu.
Bu nedenle 1998 yılında Birleşmiş Milletler temsilcisi Lahdar İbrahimi ile Molla Muhammed Ömer, Afganistan'ın insani yardım erişimine açılmasını görüşmek için bir araya geldi.
Washington Post'un aktardığına göre İbrahimi, daha sonra görüşmeyle ilgili olarak, "Üç saat boyunca çok hakiki bir diyalog gerçekleştirdik. Ama bu esnada hep yerde oturduk" diye konuşmuştu.
GİRİŞİMLER BİRKAÇ YIL İÇİNDE ZAYIFLADI
Ancak ülkedeki insan hakları ihlallerinin boyutları ortaya çıktıkça diplomatik girişimler de zayıfladı. Molla Ömer Kandahar'dan ayrılmıyor, çoğunlukla bir elçi aracılığıyla iletişim kuruyordu. Köyler yakılıyor özellikle de Şii azınlık hedef alınıyordu. Steve Coll 2012'de New Yorker için kaleme aldığı bir makalede Molla Ömer hakkında, "Kararlarını alırken ve açıklarken, bazen rüyalarından da bahsediyordu" ifadelerini kullanmıştı.
Taliban'ın iktidara gelmesini kolaylaştıran parçalı toplum yapısı da yönetimi zorlaştıran bir diğer faktördü. Felix Kuehn "Taliban History of War and Peace in Afghanistan" (Afganistan'da Taliban'ın Savaş ve Barış Tarihi) başlıklı makalesinde şu satırlara yer veriyordu:
"Taliban'ın işler bir hükümet ve devlet kurmaya çalışırken karşı karşıya kaldığı sorunlar, daha önceki birçok iktidar heveslisi yönetimin karşı karşıya kaldığı sorunlarla aynı: Hem fazlasıyla bağımsız bir nüfus üzerinde otorite sağlamak hem de ülkenin egemen sınırları içinde bir şiddet tekeli kurmak."
BİN LADİN AFGANİSTAN'A YERLEŞTİ
Molla Ömer'in Kandahar'daki evi bir bombalı saldırı sonucu yıkılınca, yeni sarayının inşası için gerekli mali destek Usame bin Ladin'den geldi. 1998 yılına gelindiğinde Bin Ladin, Afganistan'ın güneyinde bulunan çadırlı yerleşkesinden uluslararası medyaya röportajlar veriyordu.
Nairobi ve Darüsselam'daki ABD Büyükelçiliklerine yönelik saldırılarda ibre Bin Ladin'e dönünce, Clinton yönetimi Afganistan'a füze saldırısı düzenledi. Bir sonraki yıl da Taliban rejimine yönelik yaptırımlar devreye alındı.
2000 yılına gelindiğinde dış yardım ihtiyacı içinde olan Taliban, uluslararası yardım kuruluşlarında kadınların çalışmasını yasaklayan bir fetvayı yürürlükten kaldırdı. 11 Eylül 2001'de yaşanan terör saldırılarının ardından kısa bir süre içinde Taliban hükümeti iktidarı kaybetti.
"UFUKLARINI GENİŞLETTİLER"
Zamanla bir isyancı güce dönüşen Taliban "gölge valiler" ile ABD destekli Afganistan hükümetine muhalefeti sürdürdü. Ancak son yıllarda Taliban'ın iktidara dönüşünün kaçınılmaz bir hal aldığı dönemde birçok analist yeni Taliban rejiminin nasıl olacağını sorgulamaya başladı.
ABD Kara Harp Okulu'nun Terörle Mücadele Merkezi'nden Thomas Ruttig, "2001 sonrası dönemde Taliban öğrenme halinde olan, dış faktörlerin etkilerine daha açık bir siyasi örgüt olduğunu kanıtladı" yorumunu yaptı.
Borhan Osman ve Anand Gopal'in 2016'da kaleme aldıkları "Taliban Views on a Future State" (Gelecekte Kurulacak Bir Devlete Dair Taliban'ın Görüşleri) isimli makalede ise, "Birçok Taliban lideri Pakistan'da ve Körfez'de 10 yılı aşkın zaman geçirmiş olarak ufuklarını genişlettiler ve Afganistan'ın güneyinde yetiştikleri dönemde öğrendiklerinin ötesine geçtiler" ifadeleri kullanıldı.
"BİZE NE OLACAĞINA DAİR EN UFAK FİKRİMİZ YOK"
Ancak en başta da dediğimiz gibi pazar günü Taliban militanlarının Kabil sokaklarını doldurduğunu gören Afganistanlılar için bu açılan ufuklar çok fazla şey ifade etmiyor. Bunu Hamid Karzai Havalimanı'na yaşanan akından da ABD'ye ait bir kargo uçağındaki 640 kişinin fotoğrafından da anlamak mümkün.
Herat'ta görev yapan bir kadın cerrah, Financial Times'a "Bugünlerde gördüğümüz şeyler bize Taliban'ın ideolojisinin ve politikalarının değişmediğini ama nasıl rol yapıp dünyayı kandırabileceklerini öğrendiklerini gösteriyor" dedi.
2 yaşındayken iç savaş nedeniyle ailesiyle birlikte İran'a sığınan, 2001'den sonra daha iyi bir hayat umuduyla yeniden Afganistan'a dönen cerrah, "25 sene okudum ve şimdi hiçbir eğitimi olmayan insanlar tarafından yönetileceğim. Eğer işe gitmeme izin verilirse eminim ki burka giymek zorunda bırakılacağım ki buna artık katlanamam. Dünya ve ABD bize ihanet etti" diye konuştu.
Kabil'de bulunan bir üniversitede grev yapan ve yine Financial Times'a konuşan bir kadın akademisyen de hem kendisinin hem de iş arkadaşlarının güvenlik kaygıları içinde çok büyük bir bilinmezlik yaşadığını belirterek durumu şu sözlerle özetledi: "Bize ne olacağına dair en ufak bir fikrimiz bile yok."