Güncelleme Tarihi:
Sırbistan, coğrafi olarak da, siyasi olarak da Kosova ile Avrupa Birliği'nin tam ortasında, hayati bir seçim yapmaya hazırlanıyor. Bu süreçte AB'nin yaptığı ahlâken "utanç verici" hamlelere bakarak, belki biz de bir ders çıkarmalıyız:
Gelin AKP'nin açtığı yolda ilerleyelim, sıkıldığımız laikliği toptan terkedelim, kökten dinci, İran-Suudi Arabistan kırması bir ülke olalım. Belki o zaman AB, Sırbistan'da olduğu gibi, yeni bir felâketle karşı karşıya kalmamak uğruna bizi üye yapar, biz de "Nasıl kandırdık ama" deyip tekrar Atatürk Türkiyesi'ne, ama bu kez AB üyesi bir ülke olarak döneriz!
Sırplar bu pazar günü devlet başkanlığı seçimlerinin ikinci turu için sandık başına gidecekler ve kaderlerini belirleyecek birer oy verecekler. Bir yanda AB yanlısı liberal aday ve mevcut Cumhurbaşkanı Boris Tadiç, diğer yanda aşırı milliyetçi aday Tomislav Nikoliç var.
Ve -ne yazık ki- siyasi duruş ve tavırlarıyla "Balkan Kasabı" Slobodan Miloseviç'i andıran Nikoliç önde görünüyor.
Bu durum, Sırp halkının geçmişteki acılardan zerre kadar ders almadığını gösteren ibret verici bir tablo olabilir; ama asıl acı olan, Avrupa Birliği'nin seçim sürecindeki Sırbistan'a yönelik uyguladığı "ahlâken sorgulanabilir" siyasi taktikler olsa gerek.
Brüksel, sırf Kosova'yı kaybetmeyi kabullenemeyen Sırbistan, AB hedefinden uzaklaşmasın diye bütün evrensel değer ve ilkeleri öyle bir çiğnedi ki, belki de, bir zamanlar burnunun dibindeki Bosna'dan yükselen çığlık seslerine kulak kapamasından beter bir hâle düşürdü kendini.
Birlik'in bundan sonra "ahlâki tutarlılığını" yeniden kanıtlamasını gerektirecek "Sırbistan havucu" ne miydi?
AB, önce, seçimin birinci turunun arifesinde, Sırp halkına "Schengen rüşveti" vererek, bir anlamda Tadiç için destek istedi.
Türk vatandaşlarına gümrük kapılarını 60 yıldır sıkı sıkı kapalı tutan, dahası, Avrupa Adalet Divanı kararlarına karşı gelmek pahasına Türklere yönelik vize eziyetinde dozajı iyice artıran AB üyeleri, Sırp vatandaşlarının Avrupa'da vizesiz dolaşımı için düğmeye bastı.
İkinci turdan hemen önce bir başka "havuç" uzatıldı Sırplara: Vizenin kaldırılmasının dışında, AB ile serbest ticaret ve eğitim ortaklığını da öngören geçici bir siyasi antlaşma, Belgrad ile Brüksel arasında 7 Şubat'ta imzalanacak. Tabii eğer AB karşıtı Nikoliç seçilmezse...
Aslında bu geçici antlaşma yerine, AB adaylarıyla yapılan daha kapsamlı İstikrar ve Ortaklık Anlaşması'nın imzalanması öngörülüyordu, fakat tek bir AB üyesinde "vicdanın sesi" galip gelince, bu suya düştü. Hollanda, Sırbistan'ın, Bosna'daki soykırımı emretmiş ve yönetmiş olan Radovan Karaciç ve Ratko Mladiç gibi savaş suçlularını iade etmemekte kararlı olduğunu, bu yüzden AB sürecinin dondurulması gerektiğini savundu.
Bütün AB üyeleri arasında sadece Hollanda'nın henüz 13-14 yıl önce işlenmiş böylesine büyük bir insanlık suçunu unutmadığını görüp alkışlayabilirdik. Ama bunun bir tür vicdan meselesi olduğunu ve Hollanda'nın hiç de masum sayılamayacağını biliyoruz: Çünkü 1993'te Srebreniçza'da görevli BM gücüne bağlı Hollandalı askerlerin, Sırp milisler, birçoğu çocuk yaklaşık 10 bin Müslüman Bosnalı'yı kıtır kıtır keserken nasıl telaşsızca olup biteni izlediklerini hatırlıyoruz. Hollanda hükümetinin, BM raporları bu inanılmaz gerçeği ortaya çıkardıktan sonra nasıl istifa ettiğini de...
Yâni 15 yıl önce Avrupa'nın bir utancı olan Sırbistan, bugün yine aynı rolde.
Demek ki Schengen Vizesi, soykırıma uğratılmış Bosnalıların kefenlerine iliştirilmişti. Böylece 15 yıl önce Bosna'da ölen Avrupa'nın, Sırbistan'da yeniden ayağa kalktığına; ama acı bir gerçekçiliğin uğursuz hayaleti olarak, yaşayan bir ölü olarak dirildiğine şahit olduk.
* * *
AB'nin, bir, "gönülsüz" Sırpları ikna etmek için yaptığına; bir de, "gönüllü" Türklere karşı nasıl ayak sürüdüğüne, "havuç" yerine nasıl sürekli "sopa" salladığına bakıyorum da...
Avrupa'nın Bosna'daki katliamlara seyirci kalmasını en sert biçimde eleştiren Batılı düşünürlerden olan Fransız filozof Jean Baudrillard'ın sözleri aklıma geliyor:
"Bir zamanlar, toplumlarımızın bütünleşmesini ilerleme düşü sağlarken, bu bütünleşmeyi bugün felâket düşü sağlıyor."*
Belki AB tarafından bir "ilerleme" planı çerçevesinde değerlendirildikçe, Türkiye'nin üyeliği asla kabul edilmeyecektir.
Ne zaman ki Ankara, tıpkı Belgrad gibi, AB için potansiyel bir "felâket" olarak tanımlanmaya başlar, o zaman Brüksel uyanır ve Türkiye'yi kaybetmemek adına en kutsal, en evrensel değerlerini bile gözünü kırpmadan çiğner.
Eh, o hâlde, AKP hükümetiyle birlikte "doğru yoldayız" demektir; nitekim bu hükümet, Avrupalıları, görebilecekleri en korkunç kâbus olan "kökten İslamcı Türkiye" ile karşı karşıya getirmeye ağır, ama kararlı adımlarla yaklaşıyor.
Durmak yok, yola devam!
*Baudrillard, J. (2000) "Tam Ekran"; İstanbul: Yapı Kredi Yayınları; s. 112