Güncelleme Tarihi:
Avrupa Konseyi binasından ve içindekiler¬den bahsediyorum. Hani, bazen kızdığımız, bazen de umduğumuz ve sevindiğimiz kararları alan ku¬ruluş.
Türkiye’nin de 1949’dan beri üyesi hatta kuru¬cularından biri olduğu kuruluş.
Sözleşmelerle üye ülkeleri yönlendiriyor, dahası hukuki yükümlülükler altına alıyor. Demokrasi ve insan hakları mekanizmasının eksiksiz çalışması için çaba gösteriyor.
Bazen eleştirilecek kararların altına imza atıyor. Çoğu zaman tepki çekiyor. Ama, bireyleri devlete karşı, devletleri ise diğer devletlere karşı koruması altına alıyor. Yani var olması gereken, hak koruyan bir kuruluş. Eksiksiz demokrasinin savunucusu...
Aman sakın yanılmayın! Bahsettiğim kuruluş Türkiye’nin de üyesi olduğu 47 üye ülkeye sahip olan Avrupa Konseyi...
***
Ben aslında bu kuruluşun ciddi, sert yüzünden ziyade bugün size, perde arkasındaki özelliklerin¬den söz etmek istiyorum.
Bir kere düşünebiliyor musunuz?.. 47 ülkeye mensup insan bir arada çalışıyor. Ortaya çıkan il¬ginç tabloyu anlatmak o kadar zor ki...
Herkes birbirine, kendi ülkesinin özelliklerini anlatıyor. Ülke gelenek ve göreneklerini taşıyan davranış ile dostluk kuruyor.
İngilizler ile Arnavutluk vatandaşlarının dostlu¬ğu veya Romenler ile İsveçlilerin arkadaşlığı ortaya ilginç tablolar çıkartıyor. Macar bir bayan, İrlandalı bir dostuna “çigan” şarkılarından oluşan bir kaset hediye ederken, Ma¬kedon bir genç, Maltalı arkadaşına kızkardeşinin el emeği olan dantel bir örtü sunuyor.
Her biri en az üç dil bilen, zekâ seviyesi oldukça yüksek üç bin insan. İlişkiler alabildiğine seviyeli. Ama bir o kadar da sıcak.
***
Ya Türkler? Bu kuruluşta çalışan Türkler de var. Gelenek ve göreneklerin farklılığı ise, bazen memurlarımızın anlaşılamamaktan yakınmasına yol açıyor.
Yaşça kendisinden büyük olan bir Türk memu¬run alınıp yerine yaşça kendisinden daha genç bir başka Türk memurun getirilmesiyle ilgili olayı hiç unutmuyorum.
Getirileceği görevin kendisine büyük avantajlar sağlayacak olması ve hem maddi hem de manevi yeni imkânlar elde etme olanağına rağmen genç memur bu göreve itiraz etmişti.
Başkaları tarafından anlaşılamaması üzerine, “Abi’nin anlamını bu insanlara nasıl anlatırım?” diye yakınmıştı. Yani hürmetin, hırs ve çıkarı nasıl aşabildiğini anlatamamanın sıkıntısını çekmişti.
İşte belki bizim Avrupa Konseyi’ndeki sorunu¬muz bu. Yani anlaşılamamak.
Ne dersiniz?