Düello günü

CHP’de bugün Kurultay var. Bir yanda Baykal, diğer yanda Sarıgül.

Konuştuğum CHP’liler her iki adaydan da çok memnun değiller.

Ancak değişim fırsatından ve CHP’nin hareketlenmesinden herkes memnun.

Kurultay nasıl sonuçlanır.

Aslında ibre Baykal’dan yana.

Ama toplumdan kaynaklanan ‘değişim dalgaları’ ibreleri bozabiliyor.

Sarıgül de böyle bir dalganın üzerinde ilerliyor.

Sarıgül hakkında çirkin iddialar ve dedikodular var.

Doğrusunu söylemek gerekirse benzer iddialar, benzer dönemlerde Başbakan Tayyip Erdoğan hakkında da vardı.

Dalgalar iddiaların da üzerinden tsunami gibi geçebiliyor.

Bu yarışın ikili hale gelmesi ve bir düelloya dönüşmesi de memnuniyet verici. Tek dileğimiz CHP’ye yakışır bir kurultay olması.

Çünkü AKP’ye ölse oy vermeyecek kararsız milyonlar, bu kurultayın sonucunu bekliyor.

Okurlar doğru yazarlar yanlış anladı

OKURLARIN
büyük bölümü sinema eleştirmenleri ile ilgili ‘ne dediğimi anladı’ ama ‘bazı gazeteciler’ anlayamadı.

Yurtsan Atakan kardeşim, ‘Altaylı, nasıl olur da sinema eleştirmenlerinin işine son veririm der. Fikir özgürlüğü var. İstediklerini yazarlar’ diyor.

Eh be, Yurtsan. Bari sen yapma.

Ben yazdıklarından dolayı işlerine son veririm demiyorum ki.

Ben ‘Yazdıklarına kimse değer vermiyor, o zaman boşa yazdırıyoruz’ diyorum.

Gazete köşesi kimsenin değer vermediği, okumadığı veya kaale almadığı yazılar için harcanır mı? Hasbelkader yazar oldu diye, sonsuza kadar saçmalamasına ve boşu boşuna yer işgal etmesine izin vermek mi fikir özgürlüğüne saygı. Yapma Allah aşkına.

Hıncal Uluç ise sık sık yaptığı gibi Voltaire’den örnek veriyor ve yazar istediğini yazar diyor.

Yazar istediğini yazabilir ama sinema eleştirmenliği başka bir şeydir.

Eleştirmen bir filmi karalamaz, eleştirir. Potansiyel izleyiciye sinemaya gidince nasıl bir şeyle karşılaşacağını anlatır ve izleyicinin seçim yapmasını kolaylaştırır.

‘Bu filme gitmeyin’ demez. ‘Giderseniz şöyle bir film bulacaksanız’ der.

Kendi beğenilerini dikte etmez. Ve filmleri ‘tarzı’ içinde değerlendirir.

Yazımdan sonra son derece entelektüel bir dostum aradı.

‘Yazının altına imzamı atarım. Bunlar eleştirmen değil, entel bile değil. Züppe. Kendi züppeliklerinden başkasına da tahammülleri yok’ dedi.

Üstelik Uluç’a göre herkesin fikirlerini söyleme hakkı var, bir tek benim yok. Güldüm. Ne de olsa abimiz.

Ama ne kardeşim Yurtsan’ın, ne de abim Hıncal’ın bana fikir özgürlüğü ve gazetecilik üzerine ders vermesine gerek var. Ben o dersten her gün okur karşısında karne alıyorum. Anladığım kadarıyla notlar pek de fena değil.

2. Başkan genç subayların masasında

GENELKURMAY İkinci Başkanı İlker Başbuğ’un Kerkük mesajları iyi algılandı ama ‘Silahlı Kuvvetler personelinin büyük bölümü yoksulluk sınırının altında’ sözü tam hedefine ulaşmadı.

Gerçi Türkiye’nin yüzde 70’i o sınırın altında olunca Silahlı Kuvvetler de kendi büyüklüğü ile paralel durumdan nasibini alıyor ama anlatacağım o değil.

Başbuğ Paşa, çok farklı bir komutan. Hep ölçülü, mesafeli. Hatta tanımayanlar için biraz ‘snob’.

Ama aslında Silahlı Kuvvetler’in çok içinde ve çok içinden.

Başbuğ Paşa pek çok komutanın hiç yapmadığı, Genelkurmay Karargahı’nın ise ilk şahit olduğu işler yapıyor.

Bazen yemeklerini komutanlarla değil, gidip subay veya astsubay yemekhanelerinde yiyor.

Hiç haber vermeden birden yemekhaneye gidiyor.

Genç subayların veya astsubayların masasına oturuyor.

Bu masaya komutanlardan hiçbirini oturtmadan gençlerle sohbet ediyor, dertlerini dinliyor.

Hatta bir sohbette subaylardan biri ‘Komutanım kaloriferler yanmıyor, donuyoruz’ deyince kaloriferlerin ısısını yükselttiriyor.

Genelkurmay 2. Başkanı’nın ‘Subayların büyük bölümü yoksulluk sınırının altında’ tespiti de bu sohbetlerden ortaya çıkan bir gerçek.

Bu gerçeğin tespiti bir şeyi değiştirecek mi, birlikte göreceğiz.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Uğruna yaşamanın uğruna ölmekten çok daha fazla anlam ifade ettiğini anladığımız zaman.
Yazarın Tüm Yazıları