Bu sorunun yanıtı öncelikle spotlardaki “İstanbul’daki El Kaide saldırılarını hatırlattı” ifadesiyle veriliyordu. Haberdeki “Bu bizim 11 Eylül’ümüz” ve “New York Times, saldırıyı Irak merkezli Ensar el Cihad el Alemi adlı örgütün üstlendiğini yazdı. Ancak örgüt daha sonra bu iddiayı yalanladı” cümleleri de başlıktaki “11 Eylül” benzetmesini ve spottaki “El Kaide” hatırlatmasını destekliyordu. “11 Eylül” ile kastedilenin Norveç’teki saldırının da “Radikal İslamcı terör örgütleri”nin ABD’de gerçekleştirdiklerine benzer bir eylem olduğu net biçimde aktarılıyordu okurlara.
Oysa ertesi gün saldırının 11 Eylül ya da İslamcı terör örgütleri ile ilişkisinin olmadığı ortaya çıktı. Hürriyet de 24 Temmuz’da dünya medyası ile birlikte terörist Anders Behring Breivik’in fotoğrafı ve kimliğiyle ilgili bilgileri manşetten verdi. Başlıkta, bu kez İslam değil, Hıristiyanlık vardı: “Hıristiyan terörü”. Saldırının faili konusundaki 180 derecelik bu büyük değişim, haberin altındaki “Medyaya eleştiri” başlıklı küçük kutuda açıklanmaya çalışılmıştı:
“Sosyal medyadaki binlerce yorumcunun yanı sıra uluslararası medyanın önde gelen kuruluşlarının da saldırının faili belli olmadan ‘İslamcı terörizme’ işaret etmesi, Müslümanların özellikle internette sert tepki göstermesine neden oldu. İngiliz The Sun gazetesi dün ‘El Kaide katliamı’ manşetiyle çıktı. CNN ve Fox TV’de yorumcular olayı ‘İslamcı teröre’ bağladı. Washington Post’un bir blog yazarı ‘Teröre karşı savaşta yeni bir saldırıdan’ bahsetti.”
Halbuki sadece Avrupa ve ABD medyası değil, “Norveç’in 11 Eylül’ü” diyerek, Hürriyet ve Türkiye’deki bazı gazeteler de Norveç’teki saldırıyı “İslamcı terör” ile ilişkilendirmişti! Bu kutuda, Hürriyet’in de bir gün önce benzer bir yanlışa düştüğü ve bu yüzden eleştiri aldığı belirtilmemişti.
Birincisi, biz gazeteciler hiçbir olayda “olağan şüpheli” varsayımlarıyla yola çıkmamalıyız. Bizim işimiz, somut veriler ışığında
haber yazmak. Elimizdeki veriler, bir suçluya işaret etmiyorsa kimseyi zan altında bırakamayız. ABD ve Avrupa basınının önde gelen temsilcilerinin haberlerini de süzgeçten geçirmek durumundayız. Hatırlarsınız, 1995’te Oklahoma’daki bombalı saldırı sonrasında da önce “Radikal İslami terör örgütleri”ne işaret edilmiş, sonra saldırıyı Timothy McVeigh adlı bir ABD vatandaşının yaptığı ortaya çıkmıştı. Norveç’teki olayda da alelacele “11 Eylül” benzetmesi yapmak doğru olmadı.
İkincisi, “Hıristiyan terörü” başlığı da en az ilki kadar sorunlu. Elbette bu başlıkta, saldırganın radikal kimliğine ve kendisini Facebook’ta “Hıristiyan” olarak tanımlamasına atıfta bulunuluyor. Ama bu başlık ister istemez Hıristiyanlık ile terörü özdeşleştiriyor. Oysa nasıl İslam’ın terör ile birlikte anılmaması gerektiği savunuluyorsa, aynı şekilde Hıristiyanlık da terör ile özdeşleştirilmemeli. Kimsenin bir dini terör ile suçlamaya, o dine inananların tümünü teröristler kampında göstermeye hakkı yok.
Hele Türkiye gibi büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede, Hıristiyanlık ile ilgili böyle bir başlık kullanmak “nefret” duygularının beslenmesi gibi sonuçlara yol açabilir. Haberde masum görünen bazı sözcükler, başlıkta zehirleyici oklara dönüşebilir...
Kızılkaya’dan yanıt
Dış Haberler Servisi Şefi Emre Kızılkaya’nın görüşü: “11 Eylül” başlığı, Oslo’daki bir görgü tanığının kullandığı ifadeye dayanıyordu. “Hıristiyan terörü” başlığının dayanağı ise Norveç polisinin, terör zanlısını “Hıristiyan köktenci” olarak nitelediği resmi açıklamasıydı. Her iki durumda da bir dini terörle özdeşleştirmek söz konusu değil, sadece dini bir kökeni bulunduğu iddia edilen şiddet yanlısı ideolojiler söz konusu.
En iyi onlar anlatabilirdi
70 gazetecinin cezaevlerinde olduğunu söylemek içinde bulunduğumuz durumu anlatmaya yetmiyor. Sorun, basit bir rakam konusuna indirgenmiş oluyor. Onları birer sayı olmaktan çıkarıp, öykülerini tek tek ele aldığınızda daha iyi anlaşılıyor tablonun vahameti.
Kuşkusuz yaşadıklarını en iyi kendileri yazabilirdi. Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın geçen hafta çıkardığı “Tutuklu Gazete”, bunu başardı. O meslektaşlarımıza, öykülerini, içinde bulundukları koşulları yazma fırsatını tanıdı. 39 gazetecinin bulundukları cezaevlerinin mahreciyle yazdıkları yazıların başlıklarını alt alta koyup okumak bile yürek burkuyor: Barış Pehlivan: Kendimle röportaj yaptım, Musa Kurt: Hâlâ mahkemeye çıkarılmadım, Ali Buluş: Basın özgürlüğünü savunmak, Ahmet Şık: Bu yazı canınızı sıkabilir, Soner Yalçın: Tanık mıyım, sanık mıyım? Miktat Algül: Türkiye kuşatılmıştır, Tuncay Özkan: AKP sonrası Türkiye’de muhalif gazeteci olmak, Mustafa Gök: 2004 Şubat’ında tutuklandım, Deniz Yıldırım: Basın kime özgür? Nedim Şener: Ergenekon Ergenekon diyordunuz, bakın şimdi siz de Silivri’desiniz, Füsun Erdoğan: Neden hapisteyiz? Seyithan Akyüz : İddialar gerçeği değiştirmez, Vedat Kurşun: Kürt gazeteci olmak, Faysal Tunç: Fikir işçisi mi, fikir komandosu mu? Sedat Şenoğlu: Gazeteci değilmişiz, Rohat Emekçi: Cezaevinde olma gerekçem trajikomik, Fazıl Duygun: 5 aydır fazladan yatıyorum, Bayram Namaz: Tezgâhtaki balık, Mehmet Yeşiltepe: AKP’den neden demokratikleşme beklenmemelidir, Müyesser Yıldız: Sendikasızlaştırılmış basın tutukludur, Bedri Adanır: Uçurtmayı vurmasınlar, Hatice Duman: Neden hapishanedeyiz? Halit Güdenoğlu: Neyle suçlandığımızı bilmiyoruz, Ozan Kılınç: Mazlum daha 16’sında işkenceyle tanıştı, Suzan Zengin: TMY ve özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması talebini daha yüksek sesle dillendirelim, Cihan Gün: Hücrelerden bir yazı, Murat İlhan: Negarı, Barış Terkoğlu: Gazeteciler hangi faaliyetlerinden dolayı tutuklu, O. Baha Okar: Cezanın karanlık yüzü: Delile dayanmayan kanaatkâr iddianameler, Sait Çakır: Türkiye: Açık hava cezaevi, Mehmet Karabaş: Düşünce özgürlüğü yasası TMK ile değişti, Sinan Aygül: Sizden korkan sizin gibi olsun, Kadri Kaya: Medya, ülkenin, toplumun gözü ve kulağı işlevindedir, Hamdiye Çiftçi: Biz cezaevindeyken basın sansürü özgürlüğü 103. yılında, Ahmet Birsin: Hegemonik olmayacağının turnusolu demokratik anayasadır, Kenan Karavil: Düşüncenin ruhu vardır.
Okurdan kısa kısa
Selcan Nur: Okur Temsilcisi olarak Havza’da jandarmanın “dur ihtarına uymadıkları” gibi saçma bir gerekçeyle ateş açıp 16 yaşındaki bir genci öldürdüğünü yazmışsınız. Anadolu Ajansı’nın o gençleri suçlayan haberini eleştirmekte haklısınız. Ama keşke gazetenizin bu olayın üzerine gitmemesini de eleştirebilseydiniz. Gazeteniz ilk gün olayı haber yaptıktan sonra hiç irdelemedi.
Atilla Uçucu: Bölgesel yayın diyorsunuz; ama Bursa’da haber sadece Osmangazi belediyesi değil. Bu şehrin daha iyi işler yapan ilçeleri ve belediye başkanları var. Her sabah açınca gazeteyi Osmangazi Belediyesi ve Büyükşehir Belediyesi ballandıra ballandıra haberleri kaplıyor.
Ertuğrul Kara: “Son darbe boğazına” mı, yoksa “darbelerden biri boğazına” mı? Sanırım ikisi arasında fark var. 7 Temmuz’daki haberin başlığı “Son darbe boğazına” ama haberin içinde “Darbelerden biri” diyor, son demiyor!
Hüseyin Aydın Turan: 18 Temmuz günlü gazetenin 17. sayfasındaki “Ostrovskogo topukları” başlıklı yazıda olayın St. Petersburg’da geçtiği vurgulandığı halde “başkentlilerin coşkulu tezahüratı”ndan bahsediliyor. Rusya’nın başkenti Moskova olduğuna göre tutarsızlık aşikâr. Gözden kaçmış olabilir.
Deniz Oralca: Çağlayan’da açılan adliye binasındaki ihaleden bahsederken sektörümüzü aşağıladığınız kanısına vardım. Evet, çay ocakları tanımınızdan bahsediyorum. Şunu biliniz ki günümüzde sadece çay servisi yapsa bile belinde havlu, ayakkabısının arkasına basanlar yerine servis elemanları vardır. Bu servis elemanlarının çalıştıkları alanlara günümüzde çay ocakları değil de yiyecek içecek noktaları veya kafe-restoranlar denmektedir.