Bir çılgın Türk masalı

Sevgili günlük;

Çiftin kadın ayağına söz verdiğim için isimlerini sana bile ifşa edemeyeceğim... Hatta hadiseyi hiç yazmamam konusunda yoğun telkinler de aldım. (Mecbur muymuş o canım, attığı her adımdan herkesin haberdar olduğu bir durumda kalmaya???) Fakat mümkünatı yok, kendimi tutamayacağım...

Dediğim gibi isimleri bende saklı, nikahın evvelinde altı yıllık da manitalık hukuku bulunan, tam 40 yıldır evli bir karı-koca tanıyorum, İzmirli... Bunların çocuklarından biri, İstanbul’da yaşıyor.

Geçenlerde çocuklarını ziyarete gelmişler. Gelirken de valide, her zamanki gibi kızının bütün itirazlarına rağmen, sanki İstanbul’da et yokmuş, sanki İstanbul’da sebze yokmuş, sanki İstanbul’da tencere, ocak, yağ, tuz, vs. yokmuş gibi, illa ki İzmir’de pişirilmiş yemeklerle doldurmuş otomobili. Bunun yanında yine kızının bütün itirazlarına rağmen alınmış birkaç üst-baş ünitesi; bavullar... Veee, kızının evinde bir boy aynası olmadığı için (Kız biraz ayna özürlü, sorma!) eski yatak odası takımının tuvalet masasının aynasını da yüklemiş otomobile... Binmişler kendileri de... Öööyle Almancı ailesi gibi İzmir’den İstanbul’a doğru yola dökülmüşler; bir pederin tüylü şapkasıyla transistörlü radyoları eksik...

Akşam bizim kız işten çıkıp ebeveyniyle buluşmuş. Hoşgelindi, hoşbulundu muhabbeti sırasında kendi mallarını bildiği için anne ve babasının arasında, kendisine çaktırmamaya çalıştıkları bir gerginlik olduğuna uyanmış.

Sorar gibi olmuş. "Yok öyle bir şey" yanıtını almış...

TEK BİR KİTAP ARABAYA SIĞMADI

Gecenin ilerleyen saatlerinde anneyle baba uykuya çekilmiş. Kız, televizyonun başına çöreklenmiş... Neden sonra valide tıpır tıpır parmaklarının ucunda kızın yanına gelmiş ve hadisenin vallahi de büyütülecek bir şey olmadığı konusunda kızını aydınlatmış.

Efendim, meğerse valide, pederin yanında getirmeye kalktığı kitabı, YER YOK diye arabaya almamış, İzmir’de bıraktırmış!

"Herhalde dalga geçiyorsun?" dedim gülmekten kanapeden düşmecesine: (Pardon ya... Özneyi, fiili, şunu bunu şaşırdık!!! Sen yine anlamamış gibi yap ve "demiş" şeklinde say he mi?..) "Yahu adam arabayı kullanırken kolunun altına sıkıştırsa, o kitap o arabaya yine sığar. Bunu mu mesele yaptınız yani?"

Dalga geçmeyeyimmiş. Dinlemeden etmeden yargıya varmayayımmış. Bir kere kitap Şu Çılgın Türkler’miş!!!

Eeee? İsterse tuğla olsun? Yine de sığar, ille de sığar? Ne bu yani? Göktürk Yazıtları mı?!? Ayrıca iki kap yemek eksik geliverseydiniz de konuyu sinek hikáyesine döndürmeyiverseydiniz?

Aman zaten hep çok biliniyormuş. Olmuşla ölmüşe çare yokmuş... Uzatılmasaymış... Zaten baba-kız bizim hayatımız (Pardon, kızın hayatı!) onu bunu, özellikle de onu, ukala ukala makaraya sarmakmış!

Bitmemiş... Kız ertesi gün bir oda-bir salon, stüdyo ebadındaki evinin oturma odasında, kanapede gözlerini açmış. Açmış ki ne görsün: Babası muharebe meydanında ufka gözlerini dikmiş bir general edasıyla, üzerinde eşofmanlar, iki eli belinde, ayakları yere sert basar bir şekilde, kızın tam karşısındaki kitaplığı inceliyor. Kızın uyku sersemliğiyle "Kargalar kahvaltı etmeden bu etüd merakı ne ayak? N’apıyorsun?" diye sormasına kalmıyor; kızın uyandığını fark eden peder, başını ağııır ağııır arkaya çevirip soruyor: "Ne biçim gazetecisin sen? Sende Şu Çılgın Türkler yok mu?"

"Valla kusura bakma ama sizsiniz çılgın Türk diyeceğim; başkaca bir yanıtım yok. 34 yıldır hanginiz daha çıtırdaksınız kestirebilmiş değilim yemin ederim. Yarın kitapla ilgili sınava mı çekecekler be baba? Daha gazeteleri bile okumadın. Ayrıca o kitabı okumadan bugünü çıkarman mümkün değilse çıkar alırsın bugün bir tane. Ben anlamıyorum ki neyi uzattığınızı?"

"Benim kendi kitabım var ama ikimizin de yakından tanıdığı birinin Girit inadı sağolsun, İzmir’de..."

ÇILGIN TÜRKLERİN İKİNCİSİ YAZILIR MI?

O sırada bunu güya duymazlıktan gelip tek kaş havada, İzmir tulum peynirli ve kırma yeşil zeytinli kahvaltı sofrası kurmak üzere yöneldiği mutfaktan, validenin kızına seslenen sesi yankılanmış günlükçüm: "Sen Turgut Özakman’ı tanıyor musun? Tanıyorsan sor bakalım; belki önümüzdeki yıllarda yeni ciltler yazıp çılgınlar destanına babanı da bir bölüm olarak katmak ister. Bölümün başlığı da ’Karısı Kadar Başına Taş Düşen Türk’ filan olur?"

İki gözüm günlükçüm; böyleyken böyle... Bu Çılgın Türk muhabbeti, valideyle pederin İstanbul konaklaması boyunca, bin bir türlü ayrıntıyla, sürmüş gitmiş. Hatta diyebiliriz ki 46 yıldır, muhtelif konular çerçevesinde, "ahlaksız teklif"siz Binbir Gece Masalları modeli sürüyor.

Şu anda NTV’de yayınlanan Biri Beni Anlatsın programında "Kadınlar erkekleri ne kadar tanıyor?" sorusu tartışılıyor. Geçen hafta da bir grup erkekle "Erkekler kadınları ne kadar tanıyor?" meselesi masaya yatırılmıştı.

Alışıldığı üzere sonuç: Kimsenin kimseyi "tanımaya" niyeti yok zaten. Tanımaksa, tırnak ("") dışında herkes zaten birbirinin ciğerini biliyor. Bir karşılıklı monolog hálidir, hoş bir oyalanma vesilesi olsa gerek, taammüden sürüyor.

Tarihin başında bir kız çocuğu ile bir oğlan çocuğu birbirlerinden hoşlandıkları için birbirlerinin saçını çekmişler; Piyale Madra’nın canım Ademler ve Havvalar’da her gün nakşettiği üzre, ööö’le gidiyor...

DEVLETİN TANIMADIĞI KIZ ÇOCUKLARI

Hayır günlükçüm, feminist damarım törpülenmiş falan değil. Bakma yani; ne bu ülkede ne bu dünyada, kadınların maruz kaldığı zulmün "hafife" alınacak en ufak bir yanı var ya da olabilir.

Perşembe gününün haberidir: Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kadın Sorunlarını Araştırma ve Uygulama Merkezi Sosyal Hizmet Uzmanı Halime Sarı Sabuncu’nun üç ay boyunca yaptığı yüz yüze görüşmelerle kadınların sosyal ve ekonomik durumları göz önünde bulundurularak, kentsel yaşama katılım sürecinde, yaşadığı yerdeki sorunlarını bulmayı ve çözüm üretmeyi hedefleyen araştırmasının sonucu: Araştırmaya katılan kadınların yüzde 79,4’ü okuma yazma bilmiyor. Yüzde 30’u aşan bölümü evlendiği sırada 15 yaş sınırında ya da altında. Yüzde 44,9’u ilk çocuklarını 14-18 yaş arasında doğurmuşlar. Yüzde 32,4’ünün yalnızca dini nikahı var. Töre meselesi sorulduğunda, susuyorlar. Berdel usulü evlenenlerin oranı yüzde 17,2...

Ve bırak bir adamın kadınını, bir kadının adamını tanımasını, bu ülkenin birçok yerinde, o cinsiyetle doğduğundan nüfus káğıdı bile çıkartılmamış nice kız çocuğu, devletleri tarafından bile tanınmıyorlar: Var ama yoklar.

Yoksa yani nedir ki: Valide deliymiş, peder daha deliymiş, onlar fasasından fisosundan çılgın haller: "Bilir de tanımazdan gelişler..."

Ademler ve Havvalar: Kimine elma, kimine yılan, kimine kaburga, kimine kılçık, kimine omurga, kimine zulüm, kimine gülüm işler...
Yazarın Tüm Yazıları