Güncelleme Tarihi:
Fizik Mühendisi Fikret Kuş, gönderdiği mailde Fukuşima haberlerinde “gereksiz yere nükleer korku yaratıldığı” eleştirisini yöneltmişti: “Gazetenizden ve diğer basın ve yayın organlarından benzer haberler okuyoruz. Öyle başlıklar atıyorsunuz ki, fizik mühendisleri ve nükleer mühendisler bile panikle okuyoruz. Biliyoruz mesleğiniz açısından sansasyon yaratmak önemli ve prim yapıyor. Santral şu anda tehlike yaratmıyor. Sonuç olarak kontrol dışı bir durum yok.”
O gün, fizik mühendisi okurumuzun olaya bu denli soğukkanlı bakabilmesine şaşırdım doğrusu. Gelişmeleri görmek için bir süre beklemeye karar verdim. Reaktörlerdeki patlamaların birbirini izlemesi, sızıntıların önlenememesi ve tehlike seviyesinin yükseltilmesinin ardından, 21 Mart günü okurumuza düşüncesini sordum; “Hâlâ Hürriyet’teki haberlerde olayın abartıldığını mı düşünüyorsunuz?” diye. Kuş’un haberlerin abartıldığı görüşü değişmemişti: “Reaktörlerdeki patlamalar nükleer patlama değil” diyordu:
“Haberlerin sunuluş şekli hatalı. Örnek vermek gerekirse başlık ‘Yüzlerce ölü var, reaktörde radyasyon sızıntısı var.’ Sanki ölümcül bir radyasyon sızıntısı olmuş da yüzlerce insan bundan dolayı ölmüş! Habere bakıyorsunuz tsunamiden yüzlerce insan ölmüş, reaktör çevresinde de radyasyon miktarında artış var. Bu yanlış yönlendirme değil midir? Üstelik bu kadar kritik bir konuda kamuoyunu yanlış bilgilendirmek hepimizin geleceğine zarar vermek değil midir?”
Hürriyet’in “nükleer felaket” haberlerinde, Kuş’un mesajlarındaki gibi bir “bilim adamı soğukkanlılığı” olmadığı doğruydu. Haberlerde santralda alınan önlemler, kontrol altına alma çabaları aktarılıyor, aynı zamanda tehlikenin insan hayatı üzerinde yarattığı tehdit de ayrıntılı olarak işleniyordu. Akkuyu’da kurulması planlanan nükleer santralın fay hattı yakınında olduğu vurgulanıyor; bu konudaki itirazlar ile Başbakan ve Enerji Bakanının santral yapılmasını savunan sözleri okuyucuya duyuruluyordu.
Kabul etmek gerekir ki, haberlerde heyecan dozu hayli yüksekti. Ama Japonya Başbakanı bile özür dilerken “durumun hâlâ çok vahim olduğunu” söylüyordu! Reaktörlerden her gün yeni bir patlama ve sızıntı haberinin geldiği, Tokyo’nun içme suyuna bile radyasyon karıştığı, Japonya’daki yabancıların ülkeyi terk ettiği bir ortamda gazeteci olarak nasıl heyecanlanmazsınız? Bence insanların zarar gördüğü ve daha büyük zararlar görebileceği gerçeği, heyecanlanmak için yeterli bir neden. Gazeteciler, bazı bilim adamları gibi felaketin nükleer santral programlarına zarar vermesi kaygısını haberlerinin odağına alamazlar. Elbette haberlerin odağına insanı alacak ve uyarı görevini yerine getirecekler. Bilim adamı ve gazeteci arasındaki bu fark kaçınılmaz.
Kitap silinmesine tanık olmak da varmış
Hürrİyet Medya Towers, son yıllarda vergi memurlarını, müfettişleri görmeye alışmıştı. SGK müfettişleri, kapıda kimlik kontrolü bile yapıyorlardı. Galiba artık polislerin ziyaretlerine de alışmamız gerekecek. Zira gazeteci Ahmet Şık’ın “İmamın Ordusu” kitabının kopyasını Ertuğrul Mavioğlu’nun bilgisayarından silmekle görevli polislerin geldiği yer de Hürriyet binasıydı. Çünkü Radikal de aynı binada...
Gariplikler birbirini izliyor. Ahmet Şık, “Ergenekon” örgütüne üye olduğuna dair deliller kendisine bile söylenmeden, bilmediği bir suçtan ötürü tutuklanıyor. “İmamın Ordusu” adlı kitabının taslağı da “örgütsel doküman” kabul ediliyor!
Ama yapılanlar ile gerekçeler birbirini tutmuyor. Eğer o taslak bir suç delili ise birini alsalar yeter. Fakat bir örnekle yetinilmiyor; yayınevi ve gazete basılarak bütün kopyaları alınıyor, hem de bilgisayarlardan siliniyor! Taslaktan kopya bulunduranlar, “örgüte yardım kovuşturması” ile tehdit ediliyor! Demek ki amaç, suç delili toplamak değil kitabın yayınlanmasını engellemek. Bu gelişme, daha önceki örneklerden de ileri gidilebileceğinin bir kanıtı. İfade özgürlüğünün sınırlanmasına, dolayısıyla basın özgürlüğü ve haber alma hakkının zarar görmesine aldırılmıyor. Hukuksuzluğun temelinde de özel mahkemeler ve özel yetkili savcılara verilen “özel güç”ler var. O yetkilerle yapılan uygulamaları eleştirdiğimiz kadar o yetkilere kaynaklık eden yasaları da tartışmalıyız.
Gazetecilere devlet memuru kimliği
Gazeteciİlere, hizmet damgalı gri pasaport verilmesini eleştirmiş, “Gazeteciler devlet memuru kimliği taşıyabilir mi?” diye sormuştum. Bu konudaki yazı, twitter ve mail gruplarında tartışıldı. Destekleyen de vardı, karşı çıkan da. Hürriyet internetten Zeynep Gürcanlı, uygulamayı olumlu bulurken, Ekonomi Servisi’nden Nilgün Karataş eleştiriyordu. Bu iki görüşü özetle aktarıyorum:
Zeynep Gürcanlı: Diplomasi Muhabirleri Derneği Başkanı olarak verdiğim üye listesinde adı bulunan arkadaşlarım, hiçbir ayrıma uğramadan, gri pasaport alma hakkına kavuştular. Gri pasaport alan gazetecilerin “devlet gazetecisi” gibi algılanması konusunda tereddütlerim olmasına rağmen, yabancı elçiliklerin konsolosluk bölümlerinde yaşadıklarım nedeniyle, bu uygulamaya canı gönülden destek veriyorum. Ancak gri pasaport uygulamasında da sıkıntı yaşadık. Bir üyem, bir Bakan’ın seyahatini gri pasaportla takip etti. O seyahatin ardından, sadece üç gün sonra başka bir bakanla, bir başka ülkeye gitmesi gerekti. Ancak gidilecek ülke, pasaportun en az altı aylık olmasını şart koştuğu için o geziye katılamadı. Uygulamanın iyileştirilmesi gerektiğine inanıyorum.
Nilgün Karataş: Bunu dert etmeyen meslektaşlarım olduğunu biliyorum. Çünkü 20 yıldır sarı basın kartı almadığımı söylediğimde gülüp geçen ve “pasif aktivist” diyerek benimle dalga geçen arkadaşlarım var. Umuyorum, tam da özgür basın tartışmalarının yapıldığı bu günlerde gündeme getirdiğiniz konu sonuca varacak bir tartışma başlatır. Umuyorum, bir gazetecinin Basın Yayın Enformasyon Müdürlüğü’nden tescillenmesi, artık pek de ayrıcalığı kalmayan bir kartla, ayrıcalıklı biriymiş gibi gösterilmesi gibi konular, başta meslek örgütleri olmak üzere gazetecilerin gündeminde yer bulur. Umuyorum başka ülkelerde bu işin nasıl yapıldığına da odaklanarak, devletin “iyi niyetli ama gereksiz” organizasyonuna karşı bir alternatif geliştirilebilir.
Okurdan kısa kısa
Fatih Seyhan: 22 Mart’ta spor sayfasında Trabzonsporlu futbolcu Burak’a atfedilen sözler son derece çirkin. Bu gazete bir koca kulaktan haber yapıyorsa bu haber olmaktan çıkar. Eğer aydınlanmışsam bu 20 yılı aşkın süredir aldığım Hürriyet sayesinde olmuştur! Ancak kendime iki aydır dur dedim.
Not: Haber, temsilci Candemir Özdemir’in Futbol Federasyonu’na gönderdiği rapora dayanarak yazılmıştı.
Okşan Özdeker: Dünkü gazetede (9 Mart) ilk sayfada Cem Garipoğlu’nun okulu bitirdiğini, beş yabancı dili unutmamak için kitap okuduğunu yazmışsınız. Bu nasıl bir haber Allah aşkına? Takdir edelim diye mi yazdınız, insanlar ona acısın diye mi? Size yakışan ne olmalıydı biliyor musunuz? Kız çürüdü, hala bunun cezası neden onanmadı, hapishanede kilo aldı olmalı idi.
Ali Tümay: Siz acaba bugün (19 Mart) yayınlanan İstanbul Alışveriş Festivali ekindeki İngilizce tercümelere hiç baktınız mı? Ortaokul öğrencisi yapsa sittin sene sınıf geçemez, sayfalar dolusu hatalı çeviri yayınlamışsınız.
Gizem Sakallı: Ben genç bir Hürriyet okuyucusu ve kitap okumayı çok seven biri olarak kitapla ilgili bir ek gazete çıkarmanızı istiyorum. Hafta sonları Keyif ekindekiler bence yeterli değil. Bizleri de içine alacak bir ek çıkarabilirsiniz.