Berlin ve İstanbul

Yıl 1989. Berlin Duvarı yıkılıyor. Dünya, nefesini tutmuş izliyor...

Uzun yıllar boyunca Soğuk Savaş’ın simgesi olan şehir, duvarın yıkılmasıyla yeniden tek bir büyük şehir olma yolunda ilk adımı atıyor.

Bu tarihi olayı yerinde seyretmek için binlerce insan Berlin’e akın ediyor. Daha önceleri “duvar”ı görmek için şehre akın eden turistler, bu kez duvardan bir parca koparabilmek için bu tarihi şehre geliyor. Berlin, haliyle bu turist patlamasından memnun.

Fakat sonra... Sonra şehir problemleriyle başbaşa kalıyor. Eski adlarıyla Federal Almanya ve Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin birleşmesi sırasında yaşanan sıkıntılar tabii ki turistlerin ilgisini çekmiyor. Turist sayısı 1989 öncesine göre bile geriliyor.

Ne yapıyor Almanlar bu durum karşısında. Büyük reklam kampanyaları mı düzenliyorlar? Hayır. Dövünüp, niye bu memlekete artık turist gelmiyor diye başlarını “duvar”dan kalan kısımlara mı vuruyorlar? Yine hayır. Berlin’i yönetenler oturuyorlar ve şehri yeniden turist çekebilece
k bir turistik cazibe merkezi haline getirebilmek için özel bir kuruma start veriyorlar.

BTM (Berlin Tourismus Marketing GmbH), Almanya’nın başkentine turist çekebilmek için 8 yıl önce kuruluyor. Ve neler başarıyor bir bakalım.

1993 senesinde Berlin’e gelen 2.9 milyon gelirken, 2000 yılında bu rakam 5 milyona yükseliyor. Berlin’de gecelik konaklama sayısı 7.3 milyondan 11.3 milyona fırlıyor. Ve bütün bunları, mükemmel bir şekilde organize olan, 110 kişilik BTM başarıyor.

Berlin artık Soğuk Savaş meraklısı turistlerin yerine, kültür ve sanat olaylarını takip eden, iyi yemek yemeyi seven, farklı ve yeni bir mimarlık anlayışını yerinde görmek isteyen paralı turistlere ve Love Parade gibi büyük eğlencelere, partilere katılmayı seven genç turistlere hizmet veriyo
r.

2000 senesinde Brandenburg Kapısı civarında yapılan büyük yılbaşı partisi ve Love Parade rahatlıkla 1,5-2 milyon turist çekiyor Berlin’e.

2000’de 275 milyar Alman Markı kazanan Alman turizmi, 2.8 milyon kişiye de istihdam imkanı sağlamış.

1997’ye kadar turist sayısında genel bir düşüş yaşayan Avrupa ülkeleri arasında kendisine Pazar bulabilmesi zor olmuş Berlin’in fakat, şehri iyi “pazarlayarak” 1998’den itibaren hızlı bir yükselişe geçmişler.

Berlin, “duvar”ın hemen yanında bulunan, yüzyılın başında önemli bir ticaret merkezi olan ancak Soğuk Savaş döneminde iyice kaderine terk edilen ve unutulan Potsdamer Platz’ı, dünyanın sayılı mimarlarının eline emanet etmiş mesela.

Renzo Piano, Christoph Kohlbecker gibi mimarların elinden çıkan mimarlık şaheseri binalar, bugün şehrin en fazla turist çeken atraksiyonu. Bu binalarda DaimlerChrysler ve Sony gibi dünya devleri ikamet ediyor. Yani aslında bir iş merkezi. Fakat binaların görünümleri gerçekten çarpıcı.

Berlin’de her gün ortalama 1500 etkinlik gerçekleştiriliyor. Konser, parti, sergiler... Biri bitiyor, diğeri başlıyor. Ve Berlin, turizm açısından mükemmel bir örnek teşkil ediyor.

Şimdi bu kadar lafı sıraladıktan sonra, esas söyleyeceğimize gelelim.

Berlin, İstanbul’un özelliklerinin yanında sönük, ve silik kalan bir şehir. Tabii ki güzel, tabii ki çok değerli eserlerin sergilendiği müzeleri vesaire var. Ama bütün bunlara doğal olarak sahip olan İstanbul’u biz, Almanların Berlin’i parlattıkları kadar parlatabiliyor muyuz? Maalesef hayır.

Bakın size küçük bir örnek vereyim. Bu yazıya başlamadan önce, Turizm Bakanlığı’nın hiç de fena hasırlanmamış olan web sayfasını ziyaret ettim. Ana sayfadan İl Turizm Müdürlükleri’nin telefon ve adreslerinin verildiği sayfaya geçtim. İstanbul İl Turizm Müdürlüğü’nün dört telefo
n numarası vardı. İlkini aradım kimse cevap vermedi. İkinci telefon numarasını çevirdim, karşıma bir elektronik dükkanı çıktı. Adam, “Numara doğru ama burası elektronik dükkanı ağabey” dedi. Üçüncü ve dördüncü telefon numaraları ise arıza sinyali verdi. Muhakkak çalışan bir telefonları vardır ve biraz uğraşsam muhakkak İstanbul İl Turizm Müdürlüğü’ne ulaşırdım. Ama elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin, siz uğraşır mıydını?.. Peki ya bir turist adayı uğraşır mıydı?...

İyi günler.

Yazarın Tüm Yazıları