Benim için şarkı söylemek aşktan önce gelir

Beni şaşırttı aslında. Bu kadar her işini kendi yapan biriyle karşılaşacağımı tahmin etmemiştim. Starlar öyle olmaz zannediyordum. Ama hayır.

Candan Erçetin, bire bir her şeyle kendisi ilgileniyor. Haliyle, arkeolog olduğu için Marmaray Kazıları’na dikkat çekmek amacıyla, fotoğrafları orada çektirmeyi önerdi. İçimden "Al başına belayı!" demediğimi zannediyorsanız, fena halde yanılıyorsunuz. Çünkü dedim. Sonra dedi ki "Ama siz zahmet etmeyin, fotoğrafları ben çektiririm!" Nasıl yani? "Bir günü sadece bu işe ayıracağım, makyaj, kostümler ve kazı alanında fotoğraflar çektireceğim. Çekimin sonun da doğru da, siz bir ara uğrayacaksınız. O kadar." Kutup’la kalakaldık. Fonksiyonsuz. İçimden "Çattık!" dedim. Bir kontrol manyağı ile karşı karşıyayız. Gelsin, Nilgün’ün elinden sayfayı da alsın, yapsın bari! Ama fotoğrafları görünce fikrim tamamen değişti. Haklıymış. Konserlerin afişlerini bile niye kendisinin yaptırdığını anlamış oldum. Ben acayip saygı duydum. Ve röportaj boyunca da güldüm. Zeki olduğu kadar eğlenceli de...

43 yıl öncesinin Kırklareli’sine dönüyoruz. Anneniz ne yapıyor?/images/100/0x0/55ea13f0f018fbb8f869f263

- Hamile ve son derece şaşkın. 8 yaşında bir kızı ve 10 yaşında bir oğlu var. En son istediği şey de, dünyaya bir çocuk daha getirmek...

Siz isteyerek olmadınız yani!

- Evet, tesadüfen ve hiç istemeden olmuşum! Bir tek maaşla geçinen bir memur ailesi bizimki... İki çocukta işi bitirmek istemişler, ben kaza çocuğuyum....

Babanız?

- Köy Enstitüsü mezunu bir kütüphane müdürü. Ama müzik bölümü okuduğu için müzik öğretmenliği de yaptı.

Nasıl bir çocukluk sizinki?

- Biraz içine kapalı. Biraz değil, fazlaca içine kapalı. Hálá öyleyim. Beni tanımayanlar beni "soğuk", "mesafeli" ve hatta "snop" biri olmakla suçlarlar, öyle değilim aslında; etrafımda camdan duvarlar örüyorsam, sebebi çekingen ve utangaç olmam. Elimde değil yani, insiyaki.

Kırklareli’nde yaşarken, bir gün bütün Türkiye’nin Candan Erçetin’i olacağınız aklınıza gelir miydi?

- Hayır. Ama ben böyle iddialı laflardan hoşlanmam. Albümleri ve konserleri fena ilgi görmeyen bir şarkıcıyım, o kadar. Bize çocukken ne iş yaparsak yapalım, onu elimizden geldiği kadar iyi yapmamız öğretildi. Ben bunun için uğraşıyorum.

Bu bakış açısını kimden aldınız?

- Babamdan, Köy Enstitüleri bakışı...

Başka neler var böyle ilke olarak ailenizden aldığınız ve hayat boyu uyguladığınız...

- Biz mesela, ayakkabımızı ayakkabıcıya boyatmazdık, kendimiz boyardık. Ben hálá öyle bir tipim. Bir önceki ofisimizi kendimiz boyadık. Şahane badana-boya yaparım. Bauhaus ve Ikea benim mekanlarımdır. Karolar filan alırım, "Ne yapacaksınız? Siz beceremezsiniz Candan Hanım, usta çağıralım" filan derler, ben gülümserim. Osmanlı’nın Türkiye’nin üzerine ağırca çökmüş bir geleneği vardır: "Her işe, bir insan." Ben ise "Çok işe, bir insan" seviyorum. Bu da babamdan miras...

Aile içindeki ilişkiler nasıldı?

- Eski usul bir aile. Sofraya birlikte oturulur, herkes birbirinin gözünün içine bakar, ayrı ayrı gezmek diye bir şey söz konusu olamaz, komşuların ne yaptığıyla, kaç para kazandıklarıyla ilgilenilmez... Kendi konsantre bir aile anlayacağınız. Bana başım okşanmadan hiçbir şey söylenmedi. Ama bütün bu sıcaklığa rağmen, yüz göz de olunmadı. Ben babamı, ameliyatının ertesi günü hariç, hiç tıraşsız görmedim. Bizim evde pijamalı ya da eşofmanla dolaşılmazdı, kapının önünde ayakkabılar çıkarılmazdı, kimse birbiriyle "Sana ne", "Bana ne" diye konuşmazdı, küçüklerin ödevlerini büyükler yapmazdı, çocukların başarısızlığının hesabı öğretmenlere çıkarılmazdı...

Müthiş anlattınız! Her şey gözümün önüne geldi. Başka?

- Yemekten ve eğitimden kısılarak, ev sahibi olmaya çalışan bir aile de değildik. İyi bir aileydik. Bir de beni geç yaptıkları için, hep şu uyarıyla büyüdüm: "Bir gün biz olmayabiliriz, başının çaresine bakmayı öğren..." Allah’tan öğrendim. Ve çok şükür ki, annem babam da hálá sağ...

Sesinizin ve müzik yeteneğinizin ne zaman farkına vardınız?

- Kendimi bildim bileli vardı yeteneğim, ama bizim aile için bu normaldi. Biz doğduk palazlandık, 5-6 yaşında alfabeden önce, solfeje başladık. Nasıl bazı anneler babalar, yabancı dil bildikleri için çocuklarına yabancı dil öğretiyor, babam da bize müzik öğretti. Çok doğaldı. Nota çıkaracaktı diyelim, ben de 7-8 yaşlarındayım, teyp falan yok, makaralı bantlar var o zaman, onlarla da ileri ve geri almak zor oluyor, bana söyletirdi, "Şimdi dur ve baştan al" derdi. Ben teyp vazifesi görürdüm yani...

İstanbul’a, Galatasaray Lisesi’ne geldiğinizde hiç bocalamadınız mı?

- Bocalamaz mıyım? 11 yaşında yatılı bir okula gelmenin, bir nebze ezici bir tarafı var, özellikle de ilk yıllarda. Ama sonra, birden karnaval haline dönüşüyor. Akşam etüdlerinde birinin sana, "Dersini çalış" demiyor olması, olağanüstü büyük bir özgürlük. İster çalışırsın ister çalışmazsın. Ama benim sınıfta kalma lüksüm yoktu, o yüzden, ayağımı hep denk aldım. Parasız yatılıydım. Bütün eğitim hayatım boyunca burslu okudum, Viyana’ya giderken bile. Ne de olsa memur çocuğuyuz...

Kişiliğinizin gelişmesinde Galatasaray’ın katkısı nedir?

- Sosyalleştim, kendime güvenim geldi. Bugün bile, "Hangi okuldan mezunsunuz?" dediklerinde, üzerine iki okul bitirmiş olmama rağmen, "Galatasaray" diyorum. Benim için okul kelimesinin karşılığı orası...

Fransızcanız mı daha iyi, Almancanız mı?

- Bütün lise hayatım boyunca, Fransızca okudum ama Almancam daha iyi. Ben anaokuluna Almanya’da gittim. Babam öğretmen olarak, Almanya’ya tayin olmuştu. 3 yaşından 7 yaşına kadar oradaydım. O zamanlardan kalan Almanca temelim üstüne bir de Viyana’da arkeoloji yüksek lisansı yapınca ve bir Avusturyalıyla evlenince...

Doğru ya, bir de öyle maceranız vardı, kaç yıl evli kaldınız?

- 9 ay. O da arkeologdu. Geldi ve 9 ay sonra, arkasına bakmadan gitti. Alışamadı Türkiye’ye. "Ben paçama sıçrayan çamurla yaşayamam" dedi.

Haberleşiyor musunuz?

-Tabii tabii, hálá çok iyi arkadaşız...

MEMUR MAAŞIYLA VAKKO’DAN GİYİNİRDİK

Babam memurdu ama en üst dereceden. 9 yaşındayken bayramlarda Vakko’dan kıyafet alabildiğimizi hatırlıyorum, ama sonra 70’li yıllarla beraber, tek maaşla eskiden çok daha lüks yaşarken, 80’lerin ortasında doğru fakirlediğimizi biliyorum. Ben Türkiye’nin son 35 yılda geçirdiği bütün sosyo- ekonomik gelişmeleri bizzat yaşamış biriyim.

BABAM KÜTÜPHANE MÜDÜRÜYDÜ

Sokakta oynamaktansa, annemle evde muhabbet etmeyi tercih ederdim. Aklıma bile gelmezdi, dışarı çıkmak. Çıkarsam da, babamın yanına kütüphaneye giderdim. Şöyle bir çocuk modeli var mı: Okul 3.5’ta bitiyor, babamın yanına gidiyorum, sessiz bir ortam, ben köşede kitap okuyorum. Ve bu, günlerce sürüyor. Babam kütüphane müdürüydü, sayesinde ben de Çocuk Kütüphanesi’nin bütün kitaplarını okudum.

KİMBİLİR BELKİ DE DEMODEYİM

Kendinizi kimden ve neden koruyorsunuz?

- Kimseden korumuyorum. Bana uzatılan her kameraya konuşmamak, özel hayatımla ilgili soruları yanıtlamamak kendimi korumaksa, hayatımın sonuna kadar korumaya devam edeceğim...

Bizim gördüklerimizden öte dikenleriniz var mı?

- Sizce dikenlerim mi var? Bence yok.

Siz kendinizi, bir erkeğe teslim edebilir misiniz?

- Ne gibi? Hangi sebeple?

Sizin hiç deli gibi aşık olduğunuz, çizgiden çıktığınız, kontrolsüz aşklar yaşadığınız oldu mu?

- Tabii ki oldu. Kurallara uymakla birlikte, protest ve anarşist bir tarafım var. Ama paranoyak bir tarafım da var, şüpheciyim yani. "Öyle olursa, şöyle mi olur?" diye düşünür, dururum. Burcum itibarıyla mantık burcuyum ben, Kova’yım.

Peki kendinizi fazla "düzgün" ve "saygın" bulduğunuz olmuyor mu?

- Yok hayır, o bana yapıştırılan bir şey. Ben kendimi o sıfatlarla tanımlamıyorum. Nasıl algılandığım konusunda da benim yapabileceğim bir şey yok.

Mesela size "seksi" denmesinden rahatsız olur musunuz?

- E şimdi, uluorta böyle denmesi biraz rahatsız eder tabii. Ben eski adapla yetiştirilmiş biriyim. Kim bilir belki de demodeyim. Bana ayıp gelir.

Sizin aşk hayatınız hakkında hiçbir fikrimiz yok...

- Pardon, olması mı gerekiyor? Aşk dediğiniz şey, iki kişi arasında yaşanır. Bana mikrofon uzatıldığında, yaşadıklarımızı anlatmam, karşımdaki insanın haklarını hiçe saymak olmaz mı? Bu bana yapılsa, ona olan aşkım orada biter...

Bedeninde dövmeler olan, dışarıdan son derece ciddi duran bir sevgiliniz varmış. Hálá aynı adamla mı birliktesiniz?

- Evet. Hálá beraberiz.

Kaç yıl oldu?

- Çok yıl oldu. 10 yıl.

Profesyonel bir bankacı olduğu, sonra da her şeyden vazgeçtiği doğru mu?

- Doğru.

Maşallah, kerpetenle alıyorum lafı ağzınızdan! "Onlar Yanlış Biliyor" şarkısının sözlerini onun yazdığı da doğru mu?

- Doğru. Pek çok şarkısı var aslında albümlerimde. Sinan müstear ismiyle yazılmış bütün şarkılar onun.

Aşkınızın şiddeti nedir?

- Şahane bir şekilde üretiyoruz birlikte. Misilleme olarak. Ben bir şey yapıyorum, ertesi yıl o bir şey yapıyor. Ben bir albüm çıkarıyorum, o bir kitap yazıyor...

Aynı evde mi yaşıyorsunuz?

- Hayır. Bizim evde biz dörtlü bir çeteyiz: Wolf, Lolla, Eros ve ben. Köpeklerimle yaşıyorum.

Ayıptır sorması, neden sevgilinizle aynı evde yaşamıyorsunuz?

- Daraltır gibi geliyor.

Nesi daralacak canım, artık 10 yıl olmuş!

- E belki de birbirimizi daraltmadığımız için, 10 yıl oldu.

O da doğru... Ben çözdüm meseleyi: Önce siz geliyorsunuz, Candan Erçetin olan, şarkıcı olan, Türkiye’nin sevgilisi olan...

- Hiç alakası yok. Böyle bir bencilliğim yok. Ama şu var tabii: Önce iş gelir. Daha doğrusu, şarkı söylemek... Benim için şarkı söylemek, aşktan önce gelir...

Böyle söylemeniz, peki kırmaz mı karşınızdaki insanı?

- Yooo. Onun için de, benden önce gelen şeyler var. O da bir Kova!

MEZUN OLDUĞU LİSEDE HOCA

Hálá Galatasaray Lisesi’nde haftada bir gün müzik öğretmenliği yapıyorum. Öğretmenlik, zannediyorum, bir yapı özelliği. Bazıları, bazı şeyleri çok iyi bilmesine rağmen anlatamaz. Bazıları ise, bildiklerini paylaşmadan edemez, hakikaten içten gelen bir şey. Gücüm olduğu müddetçe, mezun olduğum lisede müzik öğretmeni olmaya devam etmek istiyorum.


GAYET CİDDİYİM ÇOCUK İSTİYORUM

Peki çoluk çocuğa karışmak...

- İstiyorum aslında.

E ne zaman? Yapın artık...

- Bakalım...

Tabii sizin için zordur, değil mi?

- Niye abi?

Korumanız gereken bir Candan Erçetin var. Siz sadece kendinize ait değilsiniz ya, hayranlarınız, izleyecileriniz var...

- Hadi oradan! Ben sadece kendime aitim. Ben öyle halka mal olmuş sanatçılardan değilim, kimsenin malı olmaktan yana da değilim. "Sonuna kadar bu işi götürürüm" diye bir söz de vermedim. Ver bana kızını, bak nasıl bırakırım...

Olur mu öyle şey, hayatta vermem, o benim en kıymetli şeyim... Peki hayatınızdaki adam ne diyor bu çocuk meselesine?

- Bir kadın çocuk yapmak istediğinde, bir adamın düşüncesinin önemi var mı? Yok. Benim gördüğüm bütün mevcudiyetler böyle...

Yaşınız?

- 43.

Ama çocuk yapabilmenin de bir yaş sınırı var...

- Yok canım. 54’ünde doğuranlar var. Tabii o saate kadar bekleyeceğim demiyorum. Ama hálá vaktim var.

Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?

- Yok hayır, niye dalga geçeyim, gayet ciddiyim, çocuk istiyorum.

MARMARAY KAZISINA NEDEN DİKKAT ÇEKMEK İSTİYORUM

Marmaray, İstanbul Boğazı’nda denizin altındaki alüvyon tabakaya yapılmak istenen bir tüp geçit. Bu tüp geçit çalışmaları esnasında, yerin altında gizli geçitlere, şapellere, işlik, sarnıç ve batık teknelere rastlanıyor. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin tecrübeli arkeolog kadrosu da, tam 26 aydır Üsküdar Meydanı’nda konteynerler içinde ve kazı alanında bilimsel çalışmalarını sürdürüyor. En büyük hayalleri, çıkarılan malzemenin, kazı alanının yakınında kurulacak bir müzede sergilenerek geleceğe taşınması...

BÜYÜYÜNCE NE OLACAKSIN?

ARKEOLOG

Arkeoloji aşkınız, ne zaman başladı?

- 9 yaşında filandım. Abim Amasya’da askerdeydi, annemle onu ziyarete gitmiştik. Kral Mezarları’nı görünce nutkum tutuldu. Kayalara oyulmuşlardı. O kadar güzel görünüyorlardı ki, resmen çarpıldım. Beynimin bir tarafında hep kaldı o görüntüler. O günden sonra, bana "Büyüyünce ne olacaksın?" dediklerinde, hep aynı cevabı verdim: "Arkeolog!" Yıllar sonra büyük savaşlar vererek Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü’ne girmeyi başardım. Sonra Viyana’da arkeoloji yüksek lisansı yaptım. Yani öyle tesadüfen ya da çaresizlikten arkeolog olanlardan değilim. Kasten ve taammüden.

Türkiye’de en iyi durumda olan kazı...

- Sadece Türkiye’de değil, dünyanın sayılı kazılarından biri olan Efes. 1885 yılından beri Avusturyalılar tarafından kazılıyor.

Arkeolojide gelecek var mı? Bir arkeoloğun para kazanması, zorlanmadan iş bulması ve sadece bu işi yaparak, hayatını devam ettirebilmesi mümkün mü?

- Bu hangi ülkenin vatandaşı olduğunuza bağlı. "Alın bu taşları, size hediyemiz olsun!" diyen anlayışta bir neslin torunlarıysanız, işiniz çok zor!

Arkeoloji deyince, ben aynı zamanda kültürlü, yakışıklı ve maceraperest arkeolog erkekler hayal ediyorum. Kazı yerlerinde aşk ve heyecan var mı?

- Kültürlü ve maceraperest garanti... Ama yakışıklı, işte o duruma bağlı! Bir kazıda çalışmak, toprakla temas etmek, akşam olduğunda yeni bulguları tartışmak ve ertesi gün yeniliklere uyanmak kadar, adrenalini yükselten çok az şey var. Siz hayal etmeye devam edin bence...
Yazarın Tüm Yazıları