Bayramda yurt dışı tatili

Güncelleme Tarihi:

Bayramda yurt dışı tatili
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 08, 2011 15:15

Aşkın limanı Portofino, kaşifler şehri Lizbon, köprüler arasında romantizm... <1>Seyahat

Haberin Devamı

               

Ramazan Bayramı’nda, cuma günü izin almayı başaranlar altı gün tatil yapacak. İzninizi yurtdışında değerlendirmeyi düşünüyorsanız, eylül başında en güzel günlerini yaşayan, dört saati aşmayan uçak yolculuğuyla ulaşıp, altı günde keşfedebileceğiniz pek çok şehir var. Hürriyet Seyahat’in yazarları Mehmet Yaşin ve Saffet Emre Tonguç sizin için seçti.

MEHMET YAŞİN:

Eylülde İsviçre gölleri

Yazın rafting, sonbaharda rodeo

Düzce - Sakarya il sınırı boyunca kuzeye akıp Akçakoca yakınlarında Karadeniz’e dökülen Melen Çayı yılboyunca rafting meraklılarını ağırlıyor. 13 kilometrelik güzergah yağışlı mevsimde adrenalin tutkunlarına hitap ediyor. Temmuz ve ağustosta çayın su miktarı azalınca her yaştan doğaseverin raftingle korkmadan tanışabileceği bir parkura dönüşüyor.



Nereye gitmeli?

Yazar ve oyuncuların rehberliğinde dört ülke... Graceland’da Elvis Haftası... Adrenalinizi artırın... Bedeninizi ve ruhununuzu arındırın... Adada huzur bulun... Cunda Adası’nı keşfedin... Madagaskar’da 14 gün... Ağva’da kafa dinleyin...



2 yaşında bisikletle Avrupa'yı dolaşıyor

İstanbullu gezgin Tibet Çınar Sarıhan, bisikletle çıktığı Doğu Avrupa turunda 2 bin kilometreyi geride bıraktı. Annesi İnci (34), babası Soner (35) Sarıhan’la üç hafta önce Frankfurt’tan yola çıkan Çınar, ikinci yaş gününü de yolda kutladı.


Bugünlerde bana en çok sorulan sorulardan biri “Ramazan Bayramı’nda yurtdışında nereye gidelim” oluyor. Eylül gezmek için en ideal aylardan biridir. Doğa biraz daha renklenmeye başlar, havanın sıcaklığı gezginleri canından bezdirmez. Tatilcilerin çoğu artık evlerine çekildikleri için ortalık daha tenha olur. Size bu hafta bayram için iki yolculuk önereceğim. Bunlardan biri eylülde daha da güzelleşen İsviçre gölleri olacak. Diğeri ise şarkısıyla dillere destan olan Portofino. Size bu hafta bu iki mekana daha önce yaptığım gezileri anlatmaya çalışacağım.
Cenevre’den Montrö kentine giden trenin penceresinden akıp giden manzaraları seyrederken, aklıma Nazım Hikmet düştü. O da İsviçre’yi bir tren penceresinden seyretmiş ve şu dizeleri yazmıştı:
“Geçiyor İsviçre camdan / güneşli bir akvaryumdan / geçen bir balık gibi, / çok renkli bir balık.”
Montrö yakınlarında, Cenevre Gölü’ne bakan otele geldiğimde gün çoktan çekip gitmiş, yerini ıslak bir geceye bırakmıştı. Bütün İsviçre’de olduğu gibi, burada da sokaklar çoktan boşalmıştı. Sabah yağmurlu bir güne uyandım. Karşıdaki lacivert dağların ardında, gümüş parlaklığında bir ışık yükseliyordu. Yamaçlarda gece yağmuruyla sırıl sıklam olmuş ormanlar, beyaz dumanlar saça saça uyanıyordu.

Haberin Devamı

TRENLE BAĞLAR ARASINDA

Haberin Devamı

Manzara, insanı bir başka boyuta taşıyacak kadar etkileyiciydi. Zaten Yahya Kemal Beyatlı da “Siste Söyleniş” şiirinde, İstanbul’un güzelliğini anlatabilmek için bu gölleri örnek vermemiş miydi: “Benzetmek olmasın sana dünyada bir yeri / Eylül sonunda böyledir İsviçre gölleri”
Sabahın erkeninde Montrö iskelesinden küçük bir vapura bindim. Vapurun yanından beyaz kuğular süzülüyordu. Dağların görüntüsü durgun suya yansımıştı. İçimden bu durgun suyu öpmek, okşamak geçiyordu. Nereye baksam başka bir kartpostal görüyordum. Ne şanslı insanlardı bu İsviçreliler.
Vevey sırtlarındaki bağların yaprakları sararmaya başlamıştı. İskelenin önünde bekleyen “Şarap Treni”ne binip, bağların arasından döne döne tepeye, Chexbres’ye tırmandım. Sonra Lavaux bağlarında hasattan arda kalan üzümlerin tadına tadına baka baka, asfalt patikaların arasında dolaşmaya başladım. Tepeden bakınca, göl, üstündeki yelkenliler, bulutlar, martılar, kuğular, köylerin kırmızı damlı evleri daha da hoş görünüyordu.
Yemek için gittiğim lokantada, göle hakim bir masaya oturdum. Mönüye bakmadım bile. İsviçre’nin ünlü peynirlerinden (taze ve yıllanmış) birkaç çeşit ve yine biraz salam, pastırma, sosisten oluşan bir şarküteri tabağı söyledim. Aslında zengin İsviçre’nin fakir bir mutfağı vardı. Evlerde ve restoranların çoğunda ana yemeği, eritilmiş peynirle ekmek oluşturuyordu.
Yemekten sonra bir otobüse binip, yarı uykulu gözlerle etrafı seyrederek Montrö’ye döndüm. Bu kent İsviçre’de sevdiğim yerlerin baş köşesinde yer alıyordu. Sahil boyu sıralanmış otelleri, pencerelerinden rengarenk sakız sardunyası sarkan evleri, kıyıdaki küçük parkı, tepelerdeki şaleleri her türlü düşe açıktı.

Haberin Devamı

DAĞIN TEPESİNDE

Bankta göle karşı dalıp gitmiştim. Daha sonra bir otobüse binip tepelere doğru yol aldım. Ormanların arasından geçip giden yol bir saat kadar sürdü. Dağların ortasında, 1550 metre yükseklikteki Villar-sur-Orion kentindeydim. Otelde odamın penceresinden görünen manzara muhteşemdi. Aşağıdaki köye sis inmişti. Biraz ileride Alplerin en yüksek zirvesi Mont Blanc, tüm heybetiyle çevresindeki dağlara tepeden bakıyordu. Orada kaldığım üç gün boyunca nefesimin yettiği kadar dağlara tırmandım, ormanların arasındaki patikalarda yürüdüm, serin ve temiz hava ile ciğerlerimi dinlendirdim. Dönüş yolunda kendimi yenilenmiş hissediyordum.

YAZININ DEVAMINI BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ

 
 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!