Güncelleme Tarihi:
Bu süreçte dikkatimi çeken nokta, medya sorunları konusunda fikir beyan eden gazeteci ve akademisyenlerin çoğunun, siyasi iktidara karşı konumlandıkları yere göre fikir beyan etmeleri. İktidar cephesinde konumlananlara göre, Türkiye’de sorunsuz bir basın özgürlüğü dönemi yaşanıyor. İktidara uzak olanlar cephesinden bakıldığında ise basın özgürlüğü konusunda ciddi problemler mevcut.
Dahası gözaltına alınan, cezaevinde tutulan, hakkında dava açılan, tehdit edilen gazeteciler ile ilgili olarak da bu ikili yaklaşım aynen devam ediyor. Her gazeteci kendine yakın gördüğü ismi desteklerken, öbür tarafa “Siz neden falanca tehdit edildiğinde onu savunmadınız?” diye soruyor. Kimileri daha ileri giderek, gözaltına alınan gazetecinin daha önce yaptıklarını gündeme getirip, “Oh olsun” yazıları yazıyor, savcı rolüne soyunuyor.
Medyanın bu hali, zaten ortada bir sorun olduğunun en somut kanıtı durumunda. Tabii medya bir günde bu hale gelmedi. Siyasi iktidarla, partilerle ve güç odaklarıyla ilişkilerde özellikle 1990’lardan itibaren ciddi problemler yaşandı. Bu problemlerin, çok güçlü bir siyasi iktidar döneminde daha da büyümesi kaçınılmazdı.
Şimdi bu sorunlar var diye, meslektaşlarımızın tehdit edilmesini, tutuklanarak cezalandırılmasını haklı görecek halimiz yok. Kimin ne yaptığını, ne yapmadığını konuşmanın da bir yararı yok. Zira ne bu ülkedeki bütün gazetecilerin aynı görüşü savunması beklenebilir, ne de birimiz diğerinin yaptıklarına kefil olabilir. Bir gazeteci olarak durmamız gereken yer, basın özgürlüğünü koşulsuz savunmak olmalı. Doğan Akın’ın deyimiyle “mağduriyetleri yarıştırarak” bir yere varamayız.
Gelişmelere bu çerçeveden bakınca Orhan Miroğlu, Adem Yavuz Arslan ve Mehmet Metiner’in tehdit edilmesi de, Soner Yalçın ve Odatv’nin iki yöneticisinin tutuklanması, Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın yıllardır cezaevinde tutularak cezalandırılmaları kadar üzerinde durulmayı hak ediyor. Sadece onlar da değil, Zaman, Cumhuriyet, Star ve Taraf’taki gazeteciler hakkında davalar açılması, çevirmen Suzan Yıldız’ın tutuklu yargılanması, Azadiye Welat gazetesi Yazı İşleri Müdürü Vedat Kurşun’un 166 yıl hapse mahkum edilmesi de “basın özgürlüğü” gündemimizin bir parçası olmak durumunda.
50 gazeteci cezaevindeyken, gazeteciler hakkında açılan davaların sayısı binlerle ifade edilirken nasıl olur da “Türkiye, dünyada basının en özgür olduğu ülke” sözlerine inanabiliriz? Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkanı, “Sırada beş gazeteci daha var” diyor ve kimse bunu yalanlamıyorsa bu demeç bile bir korku dalgası olduğunun kanıtı haline gelmez mi? Savcılar, Soner Yalçın’a, “Niye bu haberi yaptınız?” diye soruyorsa onun habercilik faaliyeti nedeniyle tutuklanmış olabileceği kuşkusu uyanmaz mı?
Zaten benim bildiğim önce suç tespit edilir, sonra suçlu. Eğer bir kişi önce suçlu ilan edilip, sonra kanıt aramaya girişiliyorsa olup bitenden mesleğim adına endişe duyarım.
Mısır’da gazetecilik
“El Ahram taraf değiştirdi” haberi, Mısır’daki gelişmeleri uzaktan izleyenler için devrimin kilometre taşlarından biriydi sadece. Ben bir gazeteci olarak o haberi okuduğumda o gazetede mesleklerini icra etmeye çalışan gazeteciler, yazarlar ve editörlerle empati kurmaya çalıştım. Kimbilir ne kadar rahatlamışlardır, nasıl bir yük kalkmıştır üzerlerinden...
Her ne kadar, “Yarı Resmi” diye ünlenip, iktidarın yayın organı durumuna indirgenmişse de El Ahram, aslında köklü bir gazetecilik geleneğine sahip.
İskenderiye’ye giden “Osmanlı dünyasının hür düşünceli aydınları”ndan Beyrutlu Maruni Hıristiyan kardeşler Salim ve Bişara Takla tarafından kuruldu. Hem de 5 Ağustos 1876’da. El Ahram (Piramitler), uzun yıllar sadece Mısır’ın değil, Arap dünyasının en etkili gazetesi oldu, zor koşullara rağmen habercilik yapıldı orada.
El Ahram’ın değişimi efsanevi yayın yönetmeni Muhammed Heykel’in Enver Sedat döneminde görevinden uzaklaştırılmasıyla başladı. “Basının Gücü” adlı kitabında gazetenin tarihini kaleme alan Martin Walker, Enver Sedat’ın basın özgürlüğü ile yaklaşımını özetleyen bir cümlesini aktarıyor:
“Basın özgürlüğü istiyorum ama bir yandan da bana sadık bir basın istiyorum.”
İşte bu yaklaşımın sonucu olarak El Ahram, bağımsız bir gazete olmaktan çıktı. Hüsnü Mübarek döneminde de bu konumu iyice pekişti. Mübarek’in yönetimde kaldığı 30 yıl boyunca onun sesi oldu.
Peki sonuçta ne oldu? Mübarek, toplumda yükselen tepkileri duyamaz hale geldi. Tabii Mübarek’in ülkeyi demokrasiyle yönetmek gibi bir niyeti olmadığı için El Ahram’ın gazetecilik yapmasını engellemesi doğaldı. Ama bir demokraside iktidarın övgülerden çok eleştirilere açık olması –hadi ülkenin çıkarlarını geçtim- öncelikle kendi yararınadır. Hatalardan korur...
Okurdan kısa kısa
Deniz Yenisey: Bugünkü (30 Ocak) Hürriyet’te “Özal Grup’tan çok özel hediye” başlıklı haberde “Ahmet Özal, Bağdat ziyaretini tamamladıktan sonra da Erbil’e geçerek Başbakan Maliki, bazı bakanlar ve yerel yöneticilerle de görüştü” diye yazılmış. Maliki’nin Irak’ın Başbakanı olduğu ve Erbil’de değil, Bağdat’ta ziyaret edilebileceği bilinmiyor mu?
Şengün Çeper: Gazetenizin, Mısır’daki gelişmelerle ilgili 2 Şubat’taki manşeti, “TV’de pes etti” şeklindeydi. 12 Şubat’taki sürmanşetinizde de “Hazinesine el kondu / Mısır halkının 18 gündür süren isyanı Mübarek’i pes ettirdi” yazmıştınız. Bu durumda 10 gün önceki “pes etti” manşetini erken attığınızın farkına varmışsınızdır umarım. Biraz acele davranınca Mübarek’i iki kere pes ettirme başarısını göstermiş oldunuz.
Muhittin Gök: 11 Şubat’ta gazetenizde yer alan haberde Afşin-Elbistan Linyit Tesislerindeki olayın Elbistan’da olduğu yazılmıştı. “Elbistan yine göçtü” diye yazanların harita bilgisinden şüphe ediyorum. Olayın yaşandığı kömür havzası Elbistan’da değil Afşin’dedir.
Selahattin Ergun: Bugünkü (12 Şubat) gazetenizde termik santral sahasındaki facia ile ilgili yazınızda “topoğrafçı” diye bir meslekten bahsediliyor. Bu meslek grubunun adı “topoğraf”lıktır. Nasıl şoföre, “şoförcü” denmiyorsa bu meslek mensuplarına da bu şekilde hitap edilmemelidir.
Tunç Sabah: 16 Şubat’ta gazetenizin birinci sayfasında komik bir başlık vardı; “Yargıtay Başkanı: Başkana yakı” Tabii ki, Yargıtay Başkanı, Anayasa Mahkemesi başkanının “yakı yapıştırmasını” istemiyordu gerçekte. Sadece “yakışmadı” demek istemişti ama siz sözcüğü tamamlayamamıştınız!
Ercüment Yıldırım: 25.Kış Üniversite Olimpiyatları uzayda mı yapıldı? Siz muhtemelen kış uykusunda olmalısınız! Üniversite Oyunları ülkenizde yapıldı! Kapanış Töreni de dündü, 6 Şubat Pazar! İki kelam haber değeri de mi yok? Manşete çekemediniz, Spor Sayfasına koyduğunuz yer kadar mıdır değeri? İstanbul’da yapılmadığı için mi görmezden geliyorsunuz? Daha önce Yaz Üniversite Oyunları İzmir’de yapıldığında da görmezden gelmiştiniz!