Güncelleme Tarihi:
30 yılı aşan kanlı sürece dönüp bakınca ana akım medyanın bugüne kadar “barış dili” kullandığını, barış gazeteciliği yaptığını söylemek maalesef mümkün değil. Çatışmacı dil ve resmi görüşün sözcülüğü, barışa hizmet etmedi, edemezdi.
Şimdi “barış dili”ni kullanmak konusunda daha cesur olma zamanı. Bu dili, Öcalan ile görüşme süreciyle sınırlı tutmak da yetmez. Suriye’deki içsavaş, Ermeni meselesi, Kıbrıs sorunu başta olmak üzere bütün haberlere yaymalı, gazetecilik refleksimiz haline getirmeliyiz. Bunun yolu da Doğan Grubu Yayın İlkeleri’nde de ilan edildiği gibi barış gazeteciliği ve insani kaygıları esas alan gazetecilik pratiği kazanmaktan geçiyor.
Dünyada gazetecilik deneyimleri, resmi görüşün temsilcisi mantığıyla habercilik yapmanın barışa katkısı olamayacağını gösteriyor. Barış gazeteciliği, resmi çerçeve dışına çıkmayı, gelişmeleri tarafsız, soğukkanlı ve iki tarafın acılarına da eşit mesafede duran bir yaklaşımı gerektiriyor.
Bir örnek vereyim. Gaziantep’teki bombalı saldırı ile ilgili olarak 22 Ağustos’ta Hürriyet’te çıkan haberde “... Kanlı saldırıyı PKK’nın Diyarbakır kırsalı sorumlusu İrfan Amed kod adlı M. Tahir Kılıç ve ekibinin planladığı belirlendi” deniyordu. 2 Ocak’taki haberde ise “Numan kod adlı Ertem Karabulut, Gaziantep’teki bombalı saldırıyı planlayan isimdi” yazıyordu. Başka gazetelerde de yayımlandı bu haberler...
İki haberin birden doğru olma olasılığı yok. İkisi de açık bir kaynağa dayanmıyor. Böyle haberler, onu sızdıran güvenlik ya da istihbarat birimlerini mutlu edebilir. Ama barışa hizmet etmez. Barış, propagandist haberlerle sağlanmaz.
İstihbarat kaynaklarından gelen haberlerin yönlendirme amaçlı olabileceğini göz önünde tutmalı, başka kaynaklardan doğrulanmadıkça kullanmamalıyız. Çatışma ve saldırı haberlerinde kaynak göstermeli, mümkün olduğunca açıklamalara atıfta bulunmalıyız. Ölümleri, sayılara indirgemek yerine insani öyküleri aktararak empati geliştirilmesine katkıda bulunabiliriz.
Tabii bunları yapabilmek için Prof. Dr. Sevda Alankuş’un dediği gibi, “norm haline gelmiş klişeleri kullanmaya devam eden gazeteci yerine, bunları kıracak yaratıcı bir gazeteci modeli” şart.
Eşarptan yakalanmadı
“Eşarptan yakalandı” haberi, eski milletvekili Reyhan Balandı ile bir dönem danışmanlığını yapan Ali Yücel Akarcalı arasında yıllardır sürüp giden anlaşmazlığı konu alıyordu. Bu kez, Balandı hakkında “Akarcalı’yı dövdürdüğü” iddiasıyla dava açılmıştı. Hülya Demir adlı kadın okur, “bu haberin manşetten verilmesinin kendisini rahatsız ettiğini” yazdı:
“Birisi ‘beni dövdüler’ diye dava açıyor. Bayanın resmi kocaman, erkeğin resmi küçücük. Kadına ayırımcılık uygulanıyor. Neymiş eski milletvekili imiş. Üçüncü sayfa haberi bile olamayacak bir haber, bu bayanı zor durumda bırakıyor. Okur olarak kınıyorum. Kimsenin özel hayatı beni ilgilendirmez.”
Reyhan Balandı ise basına yaptığı açıklamada, henüz duruşması bile yapılmayan bir davada “suçlu” gibi gösterildiğini savunuyordu:
“Beni en çok üzen adli vakanın da önüne geçen mayolu fotoğrafımla beraber böyle bir haber verilmesi. Denize ailece gittiğimizde çekilen o fotoğrafı daha önce şantaj amacıyla kullanmıştı. Ben zaten bu konuyla gündeme gelmemek adına, aldığı cezaları bile şimdiye kadar basına bildirmedim.”
Haberi hazırlayan Nurettin Kurt ile konuşup, haberi inceledim. Haberde yeni açılan dava ve yargı süreciyle ilgili bilgi veriliyor. Eski bir milletvekili aleyhine dava açılmasının haber değeri taşıdığı açık. Haberde, Balandı’yı suçlu gösteren ifadeler de yok. İddialar aktarılırken “Akarcalı’nın sunduğu eşarp ve ipler de delil olarak mahkeme dosyasına girdi” deniyor. Buraya kadar bir problem yok.
Ancak Akarcalı’nın ifadeleri yazıldığına göre, Balandı’nın karşı ifadesi ya da görüşü haberde olmalıydı. Ayrıca Akarcalı, diğer davalardan 10 yıla kadar mahkûmiyet almış ve buna rağmen haberde bir davada beraat ettiği yazılmışsa, eksik bir aktarım olmuş. Bunun yeniden araştırılması gerekiyor.
Asıl sorun haberin sunumunda. “Eşarptan yakalandı” manşeti, gerçekten Balandı’nın suçluluğunun kesinleştiği izlenimi veriyor. İlk sayfadaki spotta “Savcı, eşarbın Balandı’ya ait olduğunu belirledi”, iç sayfadaki spotta ise “Olay yerinde eşarbı bulunan” denilerek, manşetteki izlenim pekiştiriliyor. Oysa o eşarbın Balandı’ya ait olduğu Akarcalı’nın iddiası sadece.
Mayolu fotoğrafın kullanılması rahatsız edici olabilir. Ama bu fotoğraf daha önce defalarca yayımlanmıştı. Ayrıca Balandı’nın fotoğrafla ilgili eski sözleri hemen altına yazılarak, fotoğrafın niteliği açıkça okura aktarılmış.
Okurların reklam çetelesi
OKURLAR, gazeteciliğin, reklamcılık ve halkla ilişkiler ile karıştırılması konusunda duyarlı. Bu ilişkiyi irdeleyen ve Yayın İlkeleri’nde bu konudaki sınırlamaları duyuran yazılarım, okurları harekete geçirdi. Reklam koktuğuna inandıkları yazı ve haberlerin çetelesini tutup, bana iletiyorlar:
Murat Yakın: Sayfalarınız reklamdan geçilmiyor. Cumartesi ekinde stil danışmanı Başak Dizer Fransez’in bir yazısı vardı. Yazısı boyunca mağaza isimleri veriyor, onunla da kalmıyor hemen altında kendisiyle söyleşi yapılıp onun yeni açtığı işin reklamı yapılıyor. Nerede kaldı ilkeleriniz?
Ahmet Kuraklık: Her restoran/bar açılışı haber midir? Kelebek’ten reklam yapılan böyle sayısız örnek gösterebilirim. “Balığın adresi” diye yazılıyor mesela. Bir de sanatçıların gittiği restoranların adını o magazin olayından daha büyük, daha önce yazıyorlar. Sanki amaç haber değil de orayı yazmak gibi.