Ayşe Arman: Tek istediğim beton çivisiydi







Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Tek istediğim çiviydi. Allahın belası küçük çiviler. Her tarafa, ama her tarafa baktım, bütün çekmeceleri karıştırdım, dolapların altını üstüne getirdim, sonunda ağlamaklı bir ifadeyle yatağın üzerine oturdum... Yok! O sırada telefonum çaldı. Yaşasın. Biri, hızır gibi imdadıma yetişmişti. O benim süpermenimdi.

- Söyle bakalım eve gelirken ne getireyim?

- Çiviii! dedim. Ama beton çivisi. Lütfen sivrisinek kadar küçük olsun.

Son derece içten söylemiştim o anda o beton çivileri hayatta benim için herşeyden önemliydi.

- Olmuş bil tatlım, dedi.

İşte benim kocam bu kadar şahaneydi!

*

Kadınların çoğu gibi saplantılıyım ben. Kafama bir şey taktım mı, etrafımdakilerin vay haline. Onu mutlaka oldurmalıyım. Ve ne şanslıyım ki, birlikte olduğum adam beni anlıyor, problemi çözeceğini söylüyor. Kadınlar da, boşuna problem çözücü adam sevmiyor!

*

Bir ev var, ayrıntılarını yazmam yasak, neyse işte, o evin duvarına fotoğraf asacağım. Beş bin tane. Yani takmışım sarı kafama. Çiviler o yüzden gerekli. Öyle yavaş yavaş, aylar, yıllar içinde bir mekanı yuva yapma sabrım yok benim. Hemen olmalı. Acilen.

Zaten o fotoğrafları seçene kadar anam ağlamış, çabuk karar da veremem, Refo'dakileri canından bezdirmişim, 30'a 40 mı olacak, 60'a 90 mı olacak, renkli mi siyah beyaz mı olacak, parlak mı mat kağıda mı basılacak...

Bir servet ödemeyi de ihmal etmemişim...

Bunu kocamdan gizli, kendi paralarımla yapmışım. Kaç para tuttu diye sormuş tabii, bir haller oldu bana, son zamanlarda yalan söylemeye başladım, herşeyi bir 50 milyon indirerek söylüyorum, böyle bir kadın değildim aslında, neyse, yeni bir ev için herşey feda olsun.

İşte o fotoğraflar elimde.

Ama lanet olsun, duvara asamıyorum bir türlü.

Kapı gibi matkabım var, duvarları delik deşik ediyorum ama nafile o kadar hafif ki fotoğraflar, dübellerle vidalarla işi halledemiyorum.

Beceriksizce açtığım delikler iğrenç duruyor.

Neyse, kocam çivi getirecek bu mesele çözülecek.

*

Geliyor.

Kocam yani.

Ben çivilerime kavuşmayı beklerken...

O uzun uzun fare ve yılan zehiri aldığını anlatıyor. Bu ev, ormanın ortasında, yani bu tür hayvanların ziyaretine açık. Nasıl da heyecanlı, zehirlerini gösteriyor, kullanma talimatını okumalıyız diyor. Ama yılanlar umrumda değil ki...

Ben çivilerimi istiyorum!

O ise son günlerde nerelerde yılan öldürülmüş anlatmaya devam ediyor. Bilmem nereden bir alet getirtecekmiş, sürüngen arkadaşları anında tespit edecekmiş...

Yavaş yavaş sinirlenmeye başlıyorum.

*

En çelik sesimle:

- Çivilerim nerede? diyorum.

- Haa arabada unuttum, hadi gel gidip alalım diyor.

Benim de eşlik etmemi istemesinin nedeni, yeni aldığı el fenerini göstermek.

Ama o da umrumda değil!

Neden kadınlar, tül yeşil perde, güzel koltuklar gibi anlamlı şeylere kafayı takarken, erkekler, ‘‘Yeni jeneratörü gördün mü?’’ gibi abuk sabuk şeyler söyler ve büyük bir şehvetle su tankından söz eder?

Elindeki şu aptal elfenerinden de aşkla söz ediyor işte. Anlata anlata marifetlerini bitiremiyor. Peki benim çivilerimmmmm? Müthiş fener, arabının torpido gözünü işaret ediyor, bizimki en havalı haliyle bana uzatıyor.

- Al işte buradalar.

Gözlerime inanamıyorum.

- Bu ne? diyorum.

- Beton çivisiii.

- Ama bunlar kafam kadar büyük!

- Ee n'apim? Nalbur kapanıyordu, adamın elinde sadece bunlar vardı, ben de aldım. Olmazsa yarını beklersin, diyor.

*

Ve işte bende ip kopuyor!

Bütün gün o fotoğrafların peşinde koşmuşum, uyumadan onların duvara asılmasını istiyorum, nereye asacağımla ilgili de kafayı yemişim, zar zor ayarlamışım, işaret koymuşum, adamın dediğine bak. Küçük çivi bulamamış! Benim için önemli olduğunu söylemişim. İnanın böyle bir mesele benim için bir boşanma sebebi. Tabii deliye döndüm. Kıyameti kopardım.

- Bir kadın o nalbur dükkanının altını üstüne getirirdi! Duvarından üç beş küçük çivi sökerdi dedim. Siz erkekler inanılmaz beceriksizsiniz. Bari bulamadığını bana haber verseydin de, beni bu felakete ruhen hazırlasaydın.

- Uzatma dedi.

- Uzatacağım, dedim.

- Sen beni hasta ediyorsun, dedi.

- Edeceğim, dedim.

Sonunda, o kafam kadar büyük çivilerle işimi halletmeye karar verdim. Çekiçle duvaları delik deşik ediyorum. O da nefretle bana bakıyor. Bir an o kadar sinirlendim ki, elimdeki çekici içimden onun kafasına indirmek geldi. Sonra korktum. Hemen anneme telefon açtım.

- Zaman zaman sevdiğim insanlara zarar vermek istiyorum ben dedim.

- Bu sence tuhaf mı?

- Yooo dedi. Benim de babana tornodivayla saldırmak istediğim zamanlar oluyor, ama geçiyor.

*

Diyeceğim...

O akşam yatağa girdiğimde, evet küs vaziyetteydik, ama benim yüzümde bir gülümseme vardı. Çünkü fotoğraflarım eğri büğrü de olsa, duvarda asılıydı.

Bu yazıdan çıkacak sonuçlar

1 Ruh halim karma karışık. Çivi meselesinden yola çıkıp, ilişkimi sorguluyorum. Duvarda birlikte çekilmiş fotoğraflarınız olsa da, olmasa da bir insanla aynı çatı altında yaşamak dünyanın en zor şeyi. Hatta imkansız.

2 Erkekler kadınları cidden anlamıyor. ‘‘Bir gün gelecek, onların ne kadar lüzumsuz yaratıklar olduğunu anlayacaksın!’’ diyen bilge kadınlara hak verecek hale geliyorum. Allah sonumu hayretsin.

3 Tabii ki barışmadık, görür o gününü, barışmayacağım da.

4 Zaten köpekler de ayrı bir sorun. Ev geniş bir alana yayıldığı için, güvenlik açısından köpeklerin olması gerektiğini söylüyor. Bu ne demek biliyor musunuz? Kedimden ayrı kalmam demek! Bunu da bilinçli yaptığını düşünüyorum. Köpeklerin kedimi yiyeceğini söylüyor ve yavrumu ekarte ediyor. Hafta sonları sürekli kedimden ayrı kalmam gerekiyor. Bu durum da hiç hoşuma gitmiyor.

5 Bir de o köpeklerin vahşileşmesi gerekiyormuş. Güvenlik için bu şart diyor. Onlara çok yüz verdiğim için laubali olmuşlar. Boya işleriyle uğraşan işçilerin yanında sırt üstü göbeklerini açarak yatıyorlarmış. Alaska haskilerinin böyle davranmaması gerekiyormuş. Yine ben suçluyum yani. Ama gündüzleri bağlayınca da, yazık, ağlıyorlar. Ne yapacağımı bilemiyorum. Köpeklerini vahşileştirmek adına zincire vuran hain bir adamla beraberim.

6 Adana'ya annemin yanına kaçıyorum. Bu arada belirtmeden edemeyeceğim, annemin resitali var. Ve ona destek verecek tek basın mensubu benim. Bir yıl geçti, yine resital zamanı geldi. Hani annemin bale okulu var ya. Resital Pazar akşamı saat sekizbuçukta. Sabancı Kültür Sitesi'nde. Ben de orada olacağım. Civarda olanlara söylüyorum, beni yalnız bırakmayın. Ailem Zafer’le niye kavga ettin diye başımın etini yer de...

Yazarın Tüm Yazıları