Oluşturulma Tarihi: Ekim 30, 2006 01:36
ŞEKER Bayramı haftasının en önemli haberi, 1944 kilometre yol yapıp polise hiç yakalanmadan 7 kişiyi öldüren iki genç katilin öyküsüydü.
Okur
Alper Tansel, "3 gündür şu serseri seri katiller Hürriyet’in baş sayfasındaki yerini koruyor. Bana göre haber giderek magazinleşmeye başladı. Çok lazımmış gibi adamların hayat hikáyelerini, çocukluklarını, aile yakınlarının görüşlerini, 53 saatte 7 cinayeti nasıl işlediklerini (sanki çok önemli bir rekora imza atmışlar havası verilerek) haber yaptınız. Yani onları meşhur etmeye başladınız. Umarım habercilik diye yaptığınız bu yazı dizisinin, meşhur olmak isteyen kaç tane psikopatın, manyağın, caninin iştahını kabartıp ağzını sulandıracağını da hesaba katmışsınızdır" dediği mesajı ile gazeteciliğin en önemli sorularından birine parmak bastı. Soru şu:
"Böyle bir olayın, ya da bir terör eyleminin ayrıntılı bir şekilde haberleştirilmesi benzer olayları tetikleyebilir mi?" Amerikan filmlerini izleyenler bilir; orada da temel soru ve sorun aynıdır;
"copycat" yani tıpkıbasım eylemlerin gerçekleştirilmesi korkusu olayların soruşturulması sırasında hep dile getirilir.Bu soru kuşkusuz geçerli bir soru ama bir yanda da bayram haftasında Türkiye’de herkesin konuştuğu, ayrıntılarını öğrenmek istediği bir dizi olay var. Tüm yönleri ile bu dizinin irdelenmesi de birçok okurun beklentisi arasında. Ve gazeteciliğin temel işlevlerinden biri de, bir olayı tüm boyutları ile işlemek değil mi?O nedenle, haberin olası bütün boyutlarıyla irdelenmesi, bence doğru. Ama önemli olan, bu ayrıntılı irdelemenin tadında yapılması ki Hürriyet’in konu ile ilgili haberleri, bu açıdan bakıldığında, sorunsuzdu; birkaç küçük hata hariç.Okur
Naci Karaköse gönderdiği mesajda şöyle yazıyor:
"26 Ekim Perşembe tarihli gazetenizin birinci sayfadan ’Seri katillerin aile portresi’ başlığıyla verdiği sürmanşet haberden okuyorum. Muhabir Ezgi Başaran’ın yazdıklarına göre, ’seri katil’ Mehmet Bey, sabıkalı kontenjanından işe giriyor ama sigortasız. Sonra da işten ayrılıp 2750 YTL tazminat alıyor. Sabıkalı kontenjanından sigortasız adam mı çalıştırılır? Çalıştırılamaz. Peki adam sigortasız diyelim. O zaman da sigortasız çalışanın tazminatı mı olur?"Bu mesajı
Ezgi Başaran’a ilettim.
Başaran’ın yanıtı şöyle oldu:
"Haberde sözü edilen bilgileri Mehmet Karahasan’ın ailesinden ve yakın çevresinden aldıktan sonra doğrulatmak için bizzat AKSA fabrikasına gittim. Bayram olması nedeniyle güvenlik şefi dışında hiçbir yetkiliyle görüşemedim. Perşembe sabahı telefonla ulaştığım yetkililere ailenin bu sözlerini, ayrıca Karahasan’ın iş kazası geçirdikten sonra şikáyet etmemesi şartıyla maaşının artırılmasının vaat edilip edilmediğini sordum. Tek cümlelik e-posta cevabı cuma sabahı geldi, aynen şöyle diyordu: ’Zanlı, AKSA’da eski hükümlü kadrosundan çalışmıştır ve sigortası yapılmıştır.’ Haberdeki yanlış bilgi ise tamamen bayram nedeniyle yetkili birine ulaşamamam yüzünden oldu. Yoksa doğrulatmaya çalışmıştım."Tipik bir gazetecilik kazası: Bayram, her yer kapalı, haber yetişmeli, gazete basılmalı. Bazen bu tür hatalar oluyor. Okurların uyarılarıyla bu hataları en aza indirecek dikkat eşikleri yükseliyor.
Tıp Türkçesi tartışmasına devamOKURLARLA ilişki kurmak, monolog yerine diyalog kurmak en önemli hedefi bu köşenin. O nedenle bazen bir konuyla ilgili yazışmalar bir haftada sona ermiyor. Belki anımsarsınız, geçen hafta Başbakan’ın hastalığıyla ilgili olarak Hürriyet’in 1. sayfasında yer alan bir başlığa ilişkin eleştiriler ele alınmıştı. Mesajı yayınlanan Dr.
Suha Alzafer, "Tıpta latent kelimesi aynen yazıldığı gibi okunur. Latan diye bir tanımlama yoktur. Latent’in Fransızca’da nasıl telaffuz edildiğinin hiç önemi yok" dediği yeni bir mesaj gönderdi ve Hürriyet’i yine özensizlikle suçladı.Ben bu mesajı, çok sık rastladığımız meslek ya da grup tutuculuğunun bir yansıması olarak görüyorum. Fransa’da doktorların
"latan" dediğini biliyorum; yani Dr.
Alzafer’in, "
Tıpta latent kelimesi aynen yazıldığı gibi okunur" değerlendirmesi yanlış. Aslında bu o kadar da önemli bir yanlış değil, çünkü burası Türkiye.O nedenle, Hürriyet’in manşetini eleştiren, Türkçe konusunda çok duyarlı olan hekimlerin, yazdıkları ilaçların ne işe yaradığını anlatan açıklayıcı káğıtlarda (prospektüs mü, prospectus mu) yer alan anlaşılmaz ifadeleri nasıl kabul edebildiklerini açıkçası merak ediyorum. Biliyorum ki, o metinlerin asıllarından yapılan Türkçe çevirileri, ilaç şirketlerinde çalışan hekimler onaylayıp baskıya gönderiyor. O konuda gösterilecek benzer özen, okur yazarından kara cahiline tüm hastaların hayatlarını çok kolaylaştırır. Bu nedenle hekim dostlara tıp Türkçesi konusundaki duyarlılıklarını tüm hastaların işini kolaylaştıracak ilaç kutuları ve kullanım alanları konusunda da sergilemelerini öneriyorum.
Kaleme sarılmadan önce biraz dikkatYavuz Toklu: "Sanırım köşe yazıları gibi gazetenin yaptığı önemli yanlışlar da Okur Temsilcisi’nin alanına girmiyor. Üçüncü kez yazıyorum; Hürriyet, İngiltere’de olup biten çarşaf veya peçe tartışmasını türban diye aktarıp yazmıştır. Bu önemli hatanın üzerine yatarsanız ciddi hayal kırıklığı yaşayacağım. Hürriyet’ten çok şey mi bekliyoruz bir özür veya düzeltme bekleyerek." Hürriyet Dış Haberler Müdürü Ayşe Karasu: "Okurumuz, Hürriyet’in peçe ile türbanı karıştırdığı kanısına nasıl varmış anlayamadım. Bu konuda yayınladığımız dört haberde de, İngiltere’deki tartışma ’peçe ihtilafı’ şeklinde yansıtılmıştır."TEMSİLCİNİN NOTU: Yanlışlık olmadığını düşündüğümde tabii ki devreye girmiyorum. Görüldüğü gibi Toklu’nun eleştirisi yersiz. O nedenle Toklu ve diğer okurlardan da beklentim, kaleme, muhataplarını töhmet altında bırakacak şekilde sarılmamaları.
Avrupa konusunda kafalar karışıkAdil Atışer: "’AB’ye azalan ilgi’ başlığı ile 26 Ekim’de yayımlanan haberi görünce üzüldüm; çünkü Avrupa Konseyi, Türkiye’nin de kurucu üyesi olduğu, neredeyse tüm Avrupa ülkelerini barındıran bir çatı kurum. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi, bu kurumun parlamenter asamblesi, yani ülkelerin milli meclislerinden gelen temsilcilerle oluşturulan ve yılda sadece birkaç hafta toplanan bir kurum. Yeri Strasbourg, Brüksel değil. Böyle bir yanlış, yayımlanana kadar nasıl gözden kaçar?"TEMSİLCİNİN NOTU: Dış Haber Müdürü
Ayşe Karasu’ya da danıştım. Olayların gelişimi takip edildiğinde zaten doğrudan Avrupa Birliği ile değil, Türkiye’nin kurucularından olduğu Avrupa Konseyi ile ilgili olan bu haberin, aslında
"hiç olmadığı", karşılanmadığı söylenen Avrupalı milletvekilinin İstanbul’a erkenden gezmek için geldiği ve bu nedenle zaten
"karşılanmaması" gerektiği ortaya çıkıyor. Bu durumun nedeni, Avrupa haberlerinin aktörlerinin sıklıkla birbirine karıştırılması ve İstanbul Haber Merkezi’nin de bu karışıklığı yaşaması. Yani okur
Atışer haklı.