Güncelleme Tarihi:
“Bir 17 Eylül günü evlendik. Bir 17 Eylül günü bakanlık makamını (Dışişleri Bakanlığı) Frank-Walter Steinmeier’e devrettim. Bir 17 Eylül günü hasta olduğumu öğrendim. Bir 17 Eylül günü Kemik İliği Nakli Ünitesi’nden çıktım. 17 rakamını farklı nedenlerle gelecekte hep aklımda tutacağım.”
İşte 2009-2013 yılları arasında Federal Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Guido Westerwelle, kısa bir süre önce İki Hayat Arasında (Zwischen zwei Leben) başlığı altında yayınlanan kitabında bu satırlara yer veriyor.
Kitap tanıtımı için bir pazar günü öğleden önce sanatsal etkinliklerin düzenlendiği Berliner Ensemble Tiyatrosu binasının salonuna girdiğinde gülümsüyordu.
Daha doğrusu gülümsemeye çalışıyordu.
Gördüğü terapi ve aldığı ilaçlar nedeniyle yüzünde hala şişlikler vardı.
Bitkin bir hali vardı.
Bu durumunu görünce birden 1990’lı yıllara geri gittim.
* * *
Henüz 33 yaşındayken 1994 yılında Hür Demokrat Parti’nin (FDP) genel sekreteri olmuştu.
Hayat dolu bir insandı.
Bu görevde 2001 yılına kadar kaldı.
2001 yılında FDP’nin başına geçti.
Hem de partinin o zamana kadar gelmiş geçmiş en genç Genel Başkanı olarak.
2009 yılında yapılan genel seçimlerde yüzde 14.6 oyla FDP’yi parti tarihinde görülmemiş bir başarıya ulaştırdı.
Hem FDP genel başkanlığı hem de Federal Dışişleri Bakanı olarak görev yaptığı dönemlerde Westerwelle ile birkaç kez söyleşi yaptım.
Türkiye’ye yaptığı resmi bir ziyarete özel uçağında birlikte gittik.
Kendisiyle barışık bir politikacıydı.
Kitabında, “Ben şanslıymışım” diyor.
Çünkü tamamen tesadüfen öğrenmiş kan kanseri (lösemi) hastası olduğunu.
Birisi son anda vazgeçmesine rağmen ilik nakli için başka donörün bulunması için de “Ben çok şanslıymışım” diyor.
Başarılı bir ameliyat ve terapi sayesinde yeniden hayata tutunduğunu söylüyor.
Westerwelle, “Yaşamak istiyorum” diyor.
* * *
Evet, yaşama tam tutunmuş...
Aynı günlerde televizyonda bir dokümantasyon izliyorum.
Japonya’da 100 yaşın üzerinde en fazla insanın yaşadığı bir beldeden görüntüler.
105 yaşında bir nine.
“Torunlarım ve çocuklarımla, onların çocukları ve torunlarıyla birlikte birkaç yıl daha mutlu bir şekilde yaşayak istiyorum” diyor.
7 Ekim gece yarısı ev telefonumuz çaldı.
Saat 03.45’i gösteriyordu.
“Korktuğumuz oldu herhalde” dedim kendi kendime.
Türkiye’den erkek kardeşim arıyordu.
“Abi babamızı yarım saat önce kaybettik” dedi.
Internete girip hemen bir uçak bileti ayarlayıp öğleye doğru Türkiye’ye hareket ettim.
Gece yarısına doğru artık babasız baba evindeydim.
Babam 88 yaşındaydı.
Son aylara kadar da gayet sağlıklıydı.
Ancak dizlerinden aşağısı tutmadığı için son birkaç aydır artık ayağa kalkamıyordu.
Ölümünden iki hafta önce yanındaydım.
Uzun uzun konuşup sohbet etmiştik.
Evlatları da olsa başkalarına bağımlı olmak onu rahatsız ediyordu.
Gezip dolaşamamak, dışarda arkadaşlarıyla, dostlarıyla sohbet edememek onu kahrediyordu.
Bunları söylemiyordu ama hissediliyordu.
Babamı en son cenaze arabasında gördüm.
Üzeri kapalı olduğu için ellerini öpemedim ama yüzünü okşayıp, başını öptüm.
Ölüm döşeğinde son nefesini verirken, kardeşim, “Baba bir isteğin, bir arzun var mı?” diye sormuş.
“Yaşamak istiyorum” demiş.
Evet, yaşam işte böyle bir şey...
Yaşam arzusu da...