Güncelleme Tarihi:
Geçen hafta İrlandalı erkek arkadaşımla resmen nişanlandım.
(Resmen de ne demek diyeceksiniz belki, biz eninde sonunda evleneceğimizi zaten biliyorduk ama işte bunu ufak bir mizansenle beni hala 3.5 yaşında zanneden babama açıkladık, bir de büyükannesinin güzel mi güzel yüzüğü benim oldu!)
Ailesi ile birlikte İstanbul’a gelip beni istediler.
Burada geçirdikleri bir kaç gün hem erkek arkadaşım hem de benim için oldukça stresli geçtiyse de bir yandan da Yabancı Damat dizisinden sahneleri anımsatan oldukça komik enstantanelerle doluydu.
Ailelerimiz birbirlerinden oldukça farklı.
Benimki dindar falan kesinlikle değil ama muhafazakar; fazlasıyla korumacı, yanıma yaklaşan her erkeğe hafif bir şüpheyle bakan ve tamamı bankacılardan oluşan bir Türk ailesi.
Onunki ise bohem mi bohem, ailemin evinde yıllardır birlikte olduğum erkek arkadaşımın neden misafir odasında tek başına yatmak zorunda olduğunu kesinlikle anlamayan, tamamı tiyatrocu, sanatçı, Avrupalı bir aile.
Yani İstanbul’da birlikte geçirdiğimiz günlerin büyük bir kısmı iki tarafın hem dil engeli hem de kültürel farklılıklar nedeniyle birbirini anlamaya çalışması ile geçti genelde.
* * *
Ama bana göre yine de bütün farklılıklar yüzeydeydi aslında.
Ne de olsa iki taraf da çocuklarının mutluluğunu istiyordu.
Zaten önemli olan da oydu.
Onları İstanbul’da gezdirirken Türklerle Avrupalılar arasındaki farkların biraz da abartıldığını ve bu farkların problem kaynağı değil, hayata güzellikler katan şeyler olduğunu düşündüm durdum.
(Avrupalılar ile Türkler arasındaki farklılıklar ve Avrupalıların Türkiye’ye bakış açısı doktora tezimin önemli bir kısmını oluşturuyor ve teslim tarihine bir yıldan az süre kaldığı için artık hayatımdaki her şeyi tezim için bir örnek ya da ipucu gibi görmeye başladım da.)
Tüm dinler ve kültürlerde aile, sevgi, güven kavramları bir, gerisi de zaten hikaye dedim kendi kendime.
* * *
Ama sonra, Charlie Hebdo katliamı gerçekleşti.
Ve aslında kendi küçük dünyama odaklanıp biraz fazla iyimser olduğumu fark ettim.
Yanlış anlamayın o canavarların bizi, kültürümüzü, Müslümanları temsil ettiğini falan düşünmüyorum.
Ama olayın detaylarını öğrenmek için sosyal medyada yazılanları takip ederken, bizim ailelerimiz ve daha milyonlarca Avrupalı ve Türk aile arasında sevgililerin hangi odada uyuması gerektiğinden ya da eve ayakkabı ile girilip girilemeyeceğinden öte çok temel bir fark olmasa da bir çok kişi için kültürler arasındaki değerler farkının çok daha derin olduğunu gördüm.
Türklerin katliamı kınayan paylaşımlarının büyük bir kısmı amalarla doluydu. “Ama peygamber karikatürleri”, “Ama saygısızlık”... ama şu ama bu.
Avrupalıların paylaşımlarının önemli bir kısmı da Müslümanlar ile ilgili yapılmış genellemelerle doluydu. Sanki bu dehşet milyarlarca insanın görüşlerinin bir dışavurumuymuşçasına “Müslümanlar” diyorlardı. Katiller, radikaller, teröristler değil de “Müslümanlar...”
* * *
Londra’da, öldürülen karikatüristler için sokaklara çıkıp, gözyaşı dökenleri ve Avrupa’da yaşayan Müslümanların “Bütün bunlar bizi nasıl etkileyecek” diye endişelendiğini görünce o amanın önemini daha iyi anladım.
Eminim benim ailem sevgilimin ailesini tüm gariplikleri, farklı görüşleri onlara pek uçarı gelen fikirleri ile kabullenecek zamanla.
Onun ailesi de bizimkileri.
Ama trajedi karşısında yapılan açıklamalarda bu genellemeler, bu amalar yer almaya devam ettikçe bizler gibi “Hepimiz aynıyız, hepimiz insanız” diyenlerin sesi hep kısık kalacak ne yazık ki.
O yüzden şimdi amaların zamanı değil.
Amaları unutup acıyı paylaşırsak, “Hepimiz Charlie’yiz” dersek ve gerçek İslamla ilgili tiradlar vermek yerine bunu içtenlikle gösterirsek belki o “Müslüman genellemeleri” de kaybolur sonunda.
Ne de olsa o kurşunlar aslında o karikatüristlere ve basın özgürlüğüne olduğu kadar Avrupalı Müslümanlara da sıkıldı.
Hepimizin başı sağ olsun.