Güncelleme Tarihi:
HAYALİM DOKTOR OLMAKTI
7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e saldırması, aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu 1200 kişiyi öldürmesi üzerine Almanya’da Yahudi ve İsrail düşmanı göçmen kökenlilere Alman vatandaşlığı verilmemesi, çifte vatandaşlığı olanların da Alman pasaportlarının ellerinden alınması tartışmaları başlar başlamaz kendimi birden 1970’li yılların başlarında buluverdim.
Ben sonradan ilçe olan Konya’ya bağlı Derebucak’ta, Dereköy’de doğdum.
İlkokulu orada bitirdim.
Orta öğrenimimi de Beyşehir Lisesi’nde.
Küçüklüğümden beri doktor olmaktı hayalim.
1968 yılında liseyi bitirdiğim yıl üniversite sınavlarına katıldım.
Ama Tıp Fakültesi’ne girecek düzeyde puan alamadım.
“Gelecek yıl yeniden katılırım” diyerek başka bir bölüme de kayıt yaptırmadım.
Doğup büyüdüğüm Derebucak’ta ‘vekil öğretmen’ olarak görev yaptım.
Ertesi yıl üniversite sınavlarına yine katıldım ve yine yeterli puan alamadım.
Bunun üzerine sınavsız tıp öğrenimi yapıldığını söyleyen Fransızca öğretmenimizin tavsiyesi üzerine Fransa’ya gitmeyi kafaya koydum.
Dereköylü Ahmet Ağa’nın oğlu olan babama “Ben Fransa’ya gidip tıp okuyacağım” dedim.
Bana “Oğlum ne işin var Fransa’da? Git Ankara’ya, İstanbul’a başka bir bölümde oku” dedi.
Ben de bunun üzerine, “Evet, Ankara’ya, İstanbul’a giderim, ama okumam. Senin paranı yerim” dedim.
Tabii yıllar sonra rahmetli olan babam, buna çok bozuldu ve “Git, nereye gidersen git! Cehennemin dibine git” dedi.
BABAMA YAZI GÖNDERDİLER
Ben cehennemin dibine değil, bir pasaport çıkarttım ve babamdan aldığım paraları cebime koyarak 1969 yılı Ekim ayı sonlarına doğru Fransa’ya gittim.
Strasbourg’daki bir tanıdık aracılığıyla bir otele yerleştim ve ertesi gün de üniversiteye giderek Fransızca dil kursuna kaydımı yaptırdım.
Aradan bir süre geçtikten sonra bir öğrenci yurduna yerleştim.
1970 yılı yaz tatilinde de Strasbourg Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kaydımı yaptırarak öğrenime başladım.
Fransa gibi bir ülkede kulağa hoş gelmese de bizim kaldığımız yurt sadece ‘erkek öğrenciler’ yurduydu.
Bir gün öğleden sonra üniversiteden çıkıp yurda döndüğümde beklenmedik bir tabloyla karşılaştım.
Yurdun girişinde de diğer katlarda da kız-erkek öğrenciler şarkı söyleyip dans ediyorlardı.
“Hayrola ne oluyor burada?” diye sorduğumda, yurda kız öğrencilerin de alınması için protesto eylemi yaptıklarını söylediler.
Aradan bir iki ay geçtikten sonra babamdan bir mektup aldım.
“.......Ben seni oraya eğlen diye mi gönderdim?” diyerek adeta ateş püskürüyordu.
Aynı mektubun içinde yurt yönetimin babama gönderdiği ve “Oğlunuz yurda kızların da alınması için protesto eylemine katılmıştır. O nedenle kendisine çıkış veriyoruz” içerikli yazı da vardı.
Derhal yurt yönetimine gidip, o saatlerde üniversitede olduğumu, eyleme falan katılmadığımı, ayrıca reşit birinin babasına niye böyle bir yazı gönderdiklerini söyleyerek sitem ettim.
Özür dilediler ve benim diretmem üzerine “Oğlunuz Strasbourg’da öğrenimine devam ettiği sürece bu yurtta kalabilecektir” içerikli bir yazı verdiler.
Ben o yazıyı Türkçeye çevirerek Türkiye’nin Strasbourg’daki diplomatik temsilciliğine tasdik ettirip babama gönderdim.
*
Evet...
Ben yurt yönetimin attığı çamurun, iftiranın ‘kurbanı’ olmadım.
Ama bu, atılacak iftira ve çamur nedeniyle insanların Alman vatandaşı olma yolunun kapatılmayacağı anlamına gelmez.