Üç kıta ondan soruluyor

Güncelleme Tarihi:

Üç kıta ondan soruluyor
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 26, 2008 11:08

Ricoh, ofis makinelerinde dünya liderleri arasında yer alan Japon devlerinden. Ricoh'un Avrupa, Orta Doğu ve Afrika coğrafyasındaki satışlarını yıllarca Hollanda Türk İslam Kültür Dernekleri Federasyonu'nun çeşitli kademelerinde üstlendiği görevlerle tanıdığımız Emin Ateş yönetiyor

Haberin Devamı

- Sayın Emin Ateş, sizi tanıyabilir miyiz?
1950 yılında İzmit’te doğdum. Ailem 1953’te İstanbul’a yerleşmiş. 1968 yılında Kadıköy Koleji’nden, 1973 yılında da İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun oldum. Üniversite yıllarında AIESEC adlı uluslararası öğrenci topluluğunun Mübadele Komisyonu’na Türkiye’den seçilen ilk üye oldum. O zamanlar takvim yılında ancak bir kez yurtdışına çıkılabiliyordu.

Yurtdışındaki toplantılara katılmam bir hayli zordu. 1974’de Avrupa Sevk ve İdare Merkezi’nde çalışmak üzere Brüksel’e gittim. 'Avrupa’daki üst yöneticilerin ücretlendirilmeleri konusunda araştırmalar yaptım. 1975 yılında İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’ndeki asistanlık görevinden istifa edip, Arthur Andersen adlı uluslararası denetim firmasının Hollanda’daki kolunda denetçi olarak çalışmaya başladım. 1980 yılında petrol firması Bulk Oil’de Genel Koordinatör Yardımcılığı teklifini kabul ettim.

Soğutma sistemleri üreticisi Grasso’nun Türkiye’deki firmasında bir dönem Mali İşler Müdürlüğü görevini yürüttükten sonra 1987 yılında Ricoch’da yedek parça dağıtım merkezinin mali işler müdürü olarak çalışmaya başladım. Çeşitli birimlerdeki müdürlük görevlerinin ardından 2000 yılında Ricoch’un, Avrupa, Orta Doğu ve Afrika Uluslararası Satış Genel Müdürlüğüne getirildim.

- Ricoh, ofis makinelerine pazarında önemli bir paya sahip...
Ofis makinelerinde Avrupa’nın bir numarasıyız, dünyanın da en büyük üreticisiyiz. 150 ülkede faaliyet gösteren Ricoh’nun 78 bin çalışanı var. 1936’da kurulan Ricoh bugün dünyanın en büyük firmaları arasında yer alıyor. Doküman üretimi ve doküman akış yönetimi metotlarında en önde gelen şirketlerden biri olan Ricoh yılda bine yakın patent almaktadır. Avrupa’da yüzde 27 pazar payımız var. Yılda 1,4 milyon ofis makinesi kuruluyor. Avrupa, Amerika ve Asya’da bir, Japonya ve Çin’de ikinci sıradayız.

- Bir Japon firmasının Avrupa, Orta Doğu ve Afrika’ya yönelik faaliyetlerinde böylesi önemli göreve bir Türk’ü getirmesi iş ilişkilerinizde 'garip' karşılanmıyor mu?
İlk günler bazı şaşkınlıklara şahit oldum. Daha lise yıllarında farklı kültürlerle tanıştığım için iletişim sorunu yaşamadım. AIESEC’de 47 ülkenin gençliği ile haşır neşir oldum. Türk olmam, Müslüman olmam Orta Doğu ve Afrika’daki çalışmalarımızda olumlu etki yarattı. Yalnızca o coğrafyadaki Müslümanlardan değil, Hıristiyanlardan da olumlu yaklaşım gördüm. ‘Şu yemeği sizden öğrendik, bunu sizden aldık’ diyorlar yani bağ asırlardır sürüyor.

- Sahip olduğunuz artılara tahammül edemeyenler de olmuştur.
1977 yılında çok büyük bir Amerikan petrol şirketinde denetim yapıyorum. Muhatabım müdürün odası ‘tahsilat’ konusunda kaydettiği başarıların ödülü olan kupalarla dolu. Başladım çalışmaya. İngilizce konuşuyoruz. Müdür, ‘Amerika’nın hangi eyaletinden geliyorsun’ dedi. Ben, ‘Amerika’dan gelmiyorum’ yanıtı verdim, ama adam ısrarlı, başladı sıralamaya, ‘İngiliz misin, İsveçli misin, İtalyan mısın?’ Ve sonun da adam patladı, ‘Nerelisin?’ Türküm deyince, adamın yüzü bir birine karıştı. Hakaret yemiş gibi oldu.

Bir Türk’ün denetçi olarak karşısına dikilmesinin adamın ağrına gittiğini anladım ve lafı bir kez daha yapıştırdım: ‘Sen bakma gündüz denetim yaptığıma, akşamları temizlik işinde çalışıyorum.’ Adam bunu duyunca mosmor bir yüzle odadan çıktı. Böyle bir olay yaşadığım gibi şunu da gördüm. 1976 Ramazan’ın da yine bir Amerikan şirketinin Hollanda şubesini denetime gittim. Hoş beş sohbet sonrası Hollandalı Müdür personelin de bulunduğu odaya girip, ‘Emin Bey, burada sizin odanızda çalıştığı zaman, bir şey yemeyin ve içmeyin. Onun Ramazan ayı başladı’ dedi.

Tahammülsüzlük de saygı da yaşamın bir parçası. Ricoh’da çalışmaya başladığım ilk günlerde benimle ayni merkezde bir operasyon müdürü var. Adam geldi, elini uzatıp, kafasını çevirerek ‘Merhaba ben Hans, beraber çalışacağız’ dedi ve gitti. Ardından genel müdürlük binasında ‘Bir Türk’ü nasıl işe alırlar’ diye yeri göğü inletmiş. Sonradan geçici iş bulma bürolarına ‘Türk ve Faslı göndermeyin’ diye baskı yaptığı çıktı ortaya. O toplumun bir bölümünü yok saydı ve zamanla yok oldu, ben ise hiç fark gözetmeksizin çok eleman yetiştirdim.

- Yoğun iş temponuza rağmen uzun yıllardır Türk toplumunun sorunlarıyla da, aktif görevler üstlenerek ilgileniyorsunuz.
1981 yılında Mehmet Kervancı Lahey’de Din Hizmetleri Müşaviri olarak görev yapıyordu. Onun vesilesiyle Hollanda Türk İslam Kültür Dernekleri Federasyonu’nun genel kuruluna gittim. Yöneticilerin topluma hizmet verme gayreti beni çok etkiledi ve yönetime girdim. Politikaya katılmadan iş yapacak bir grup gördüğüm için ‘burada iş yapılır’ dedim. Bütün çalışmam boyunca da ideolojik grupların kendi tabanımızı etkilemesine karşı çıktım. Federasyonu da ele geçirmeye çalıştılar.

- Toplum size de destek oldu.
Bizim arkamızda kimse yoktu, belli menfaat gruplarına satılmış şekilde hareket etmiyorduk. Ne isek oyduk. Toplum bizi niye tuttu? Çizgimizi değiştirmedik, aklımızı başkasının cebine koymadığımızı gösterdik.

- Geçmişte her hangi bir gösteri düzenlendiğinde daha büyük katımlar oluyordu. Şimdi bunu göremiyoruz.
Gerek solcuların, gerek sağcıların tabanındaki insanlar toplumsal olaylarda federasyonun çağrısına uymakta hiçbir sakınca görmüyorlardı. 1980 sonrası aşırı uçlardan adamlar buraya getirilmeyi başlandı, soldan ve aşırı dincilerden. Bunların ellerinden tutulup ortaya çıkarılmalarını, resepsiyonlarda Hollandalı bakanlara takdim edilmelerini yaşadım. Hollanda’nın bu yöndeki çalışması ve Türkiye’deki siyasi partilerin Avrupa’yı bir gelir kapısı olarak görüp buradaki insanların üzerine oynaması bütünlüğü zedeledi.

- Siyasi partilere yüklü miktarlarda paralar da gitti.
Dışardan para toplama işi Erbakan ile başladı. Seçimlere Hollanda’dan 5 milyon Gulden gitti. Türkiye’deki siyasi partiler Avrupa’daki insanı keşfedip onun arasında para toplamaya başladılar. Federasyonun hiçbir siyasi parti ile organik bağı yoktu. Toplumda duyarsızlık bilinci arttı. Genç nesilde duyarlı olanlar var, ancak genç olmaları nedeniyle kitleyi hareket ettiremiyorlar. Siyasi akımların burada taban edinmelerinden dolayı da bir bölüme söz konusu.

- Sizin de tabanınızda erime var.
'Bunun sorumlusu Diyanet. Geçmişte Türkiye’deki Diyanet İşleri Başkanlığı, Hollanda Türk İslam Kültür Dernekleri Federasyonu’nun tabanına hükmetmek için, federasyonu eritme operasyonu düzenledi. Diyanet Vakfı Hollanda’daki Türk toplumunun başardığı en önemli işlerden biridir. O olmasaydı çok sıkıntı yaşanırdı.

Bu vakıf çok önemli işler yaptı ancak, toplumun kendi siyasi temsil gücünü güçlendirmesini ihmal etti. İhmal ettikleri için de toplumda bir güç erimesi oldu. Yumruğunu masaya vurduğu zaman ortalığı inletecek Türk İslam Kültür Dernekleri Federasyonu’nu bitirdiler. Hollanda Türk İslam Kültür Dernekleri Federasyonu, bugün yine en çok sayıda üye kuruluşu olmasına rağmen eski gücüne sahip değildir.

- Geçmişteki liderler toplumu peşlerinden sürüklemede daha mı başarılıydılar?
'Lider eksikliği var. O bir gerçek. Ancak bu zaman ve mekan meselesi şeklinde değerlendirilmeli. 1980’li yıllarda toplumun yönlendirilmeye ve yönetilmeye büyük ihtiyacı vardı. Bir sürü haktan mahrumdu, teşkilatlanmaya ihtiyaç vardı. Tesadüfen de bu işi götürecek insanlar bir araya geldi. Yalnız bizde değil, diğer teşkilatlara da bakarsan, bu işi sürükleyenler gerçekten liderlik karizması taşıyan insanlardı.

Toplumu anlama gücümüz vardı. Nesil değişikliği yeni bir şey getirdi. Dünya çok hızlı değişti. Burada yetişen neslin içersinde kendi toplumuna ve değerlerine sahip çıkma arzusunda olan çok istekli ve başarılı genç bir kadro var. Bu genç kadro halen burada olan birinci neslin nasıl oluştuğunu bilmediği için onları etkileyecek yapıya sahip değil. Bunu ölü dönem, arayış dönemi olarak görmek lazım. Süreç yeni liderler çıkarır. Toplum kendi tarihini gençlere çok iyi aktarmalı.'

- Yılların mücadelesi ile kazanılan hakların birer, birer geri alınması karşısında Türkiye bir şeyler yapabilir mi?
Hollanda’da elde edilenleri kendi mücadelelerimizle kazandık. Türkiye hızlı bir şekilde büyüyen, problemleri de büyüyen bir ülke. Kendi içindeki sorunları dağ gibi. Bu şartlar içinde yurt dışındaki Türklere çok büyük faydalar sağlayacağı kanaatinde değilim. Fiziki olarak mümkün değil. Kabiliyet olarak mümkün değil. Çok büyük beklentinin içine girmek, kendi evi yanan adamı sokağın öbür ucundaki yangına yardıma çağırmaya benzer.

- Özellikle gençlerin büyük bölümü Hollanda ile Türkiye arasında ikilem içinde.
Avrupa’da gelişen bir Türk toplumu var. Bunun çoğunluğunun gönlü halen Türkiye’de. Bunun sebebi de artan ırkçılık, aşağılama, hor görme ve toleransın azalmasıdır. Ortadaki manzara insanları ‘ben burada istenmiyorsam benim kendi vatanım vardır’ noktasına getiriyor.

Gençlerin büyük bölümünde bu duygu var. Türkiye bazı düzenlemeler açısından geride, bazı imkanlar açısından Avrupa’nın ilerisinde. Vurguladığınız gibi Avrupa’da oturan Türkler devamlı bir ikilem içersinde. Kalmalı mı, gitmeli mi? Bu da insanların istikrarlı bir şekilde başarılı olmalarını engeller.

- Türkiye bu konuda biraz daha güvence verebilir mi?
Vermesi gerekir, ancak çok zor. Şunu yapabilir, Avrupa’dan Türkiye’ye yatırım yapacak Türkler için bir takım özel uygulamalar yaratabilir. Bu gerçekleşse Avrupa’dan Türkiye’ye esas ihtiyaç duyulan istihdam sermayesi akar. Türkiye’nin istihdam yaratacak yatırıma ihtiyacı var.

Biz kendi insanımızı teşvik etmek yerine başkasını teşvik ediyoruz. Türkiye’nin bilgi alışverişi konusuna çok daha ağırlık vermesi lazım. Türkiye’deki üniversitelerde Avrupa ülkeleri üzerine kürsülerin kurulması lazý

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!