Güncelleme Tarihi:
- Sayın Emin Ateş, sizi tanıyabilir miyiz?
1950 yılında İzmitte doğdum. Ailem 1953te İstanbula yerleşmiş. 1968 yılında Kadıköy Kolejinden, 1973 yılında da İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesinden mezun oldum. Üniversite yıllarında AIESEC adlı uluslararası öğrenci topluluğunun Mübadele Komisyonuna Türkiyeden seçilen ilk üye oldum. O zamanlar takvim yılında ancak bir kez yurtdışına çıkılabiliyordu.
Yurtdışındaki toplantılara katılmam bir hayli zordu. 1974de Avrupa Sevk ve İdare Merkezinde çalışmak üzere Brüksele gittim. 'Avrupadaki üst yöneticilerin ücretlendirilmeleri konusunda araştırmalar yaptım. 1975 yılında İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesindeki asistanlık görevinden istifa edip, Arthur Andersen adlı uluslararası denetim firmasının Hollandadaki kolunda denetçi olarak çalışmaya başladım. 1980 yılında petrol firması Bulk Oilde Genel Koordinatör Yardımcılığı teklifini kabul ettim.
Soğutma sistemleri üreticisi Grassonun Türkiyedeki firmasında bir dönem Mali İşler Müdürlüğü görevini yürüttükten sonra 1987 yılında Ricochda yedek parça dağıtım merkezinin mali işler müdürü olarak çalışmaya başladım. Çeşitli birimlerdeki müdürlük görevlerinin ardından 2000 yılında Ricochun, Avrupa, Orta Doğu ve Afrika Uluslararası Satış Genel Müdürlüğüne getirildim.
- Ricoh, ofis makinelerine pazarında önemli bir paya sahip...
Ofis makinelerinde Avrupanın bir numarasıyız, dünyanın da en büyük üreticisiyiz. 150 ülkede faaliyet gösteren Ricohnun 78 bin çalışanı var. 1936da kurulan Ricoh bugün dünyanın en büyük firmaları arasında yer alıyor. Doküman üretimi ve doküman akış yönetimi metotlarında en önde gelen şirketlerden biri olan Ricoh yılda bine yakın patent almaktadır. Avrupada yüzde 27 pazar payımız var. Yılda 1,4 milyon ofis makinesi kuruluyor. Avrupa, Amerika ve Asyada bir, Japonya ve Çinde ikinci sıradayız.
- Bir Japon firmasının Avrupa, Orta Doğu ve Afrikaya yönelik faaliyetlerinde böylesi önemli göreve bir Türkü getirmesi iş ilişkilerinizde 'garip' karşılanmıyor mu?
İlk günler bazı şaşkınlıklara şahit oldum. Daha lise yıllarında farklı kültürlerle tanıştığım için iletişim sorunu yaşamadım. AIESECde 47 ülkenin gençliği ile haşır neşir oldum. Türk olmam, Müslüman olmam Orta Doğu ve Afrikadaki çalışmalarımızda olumlu etki yarattı. Yalnızca o coğrafyadaki Müslümanlardan değil, Hıristiyanlardan da olumlu yaklaşım gördüm. Şu yemeği sizden öğrendik, bunu sizden aldık diyorlar yani bağ asırlardır sürüyor.
- Sahip olduğunuz artılara tahammül edemeyenler de olmuştur.
1977 yılında çok büyük bir Amerikan petrol şirketinde denetim yapıyorum. Muhatabım müdürün odası tahsilat konusunda kaydettiği başarıların ödülü olan kupalarla dolu. Başladım çalışmaya. İngilizce konuşuyoruz. Müdür, Amerikanın hangi eyaletinden geliyorsun dedi. Ben, Amerikadan gelmiyorum yanıtı verdim, ama adam ısrarlı, başladı sıralamaya, İngiliz misin, İsveçli misin, İtalyan mısın? Ve sonun da adam patladı, Nerelisin? Türküm deyince, adamın yüzü bir birine karıştı. Hakaret yemiş gibi oldu.
Bir Türkün denetçi olarak karşısına dikilmesinin adamın ağrına gittiğini anladım ve lafı bir kez daha yapıştırdım: Sen bakma gündüz denetim yaptığıma, akşamları temizlik işinde çalışıyorum. Adam bunu duyunca mosmor bir yüzle odadan çıktı. Böyle bir olay yaşadığım gibi şunu da gördüm. 1976 Ramazanın da yine bir Amerikan şirketinin Hollanda şubesini denetime gittim. Hoş beş sohbet sonrası Hollandalı Müdür personelin de bulunduğu odaya girip, Emin Bey, burada sizin odanızda çalıştığı zaman, bir şey yemeyin ve içmeyin. Onun Ramazan ayı başladı dedi.
Tahammülsüzlük de saygı da yaşamın bir parçası. Ricohda çalışmaya başladığım ilk günlerde benimle ayni merkezde bir operasyon müdürü var. Adam geldi, elini uzatıp, kafasını çevirerek Merhaba ben Hans, beraber çalışacağız dedi ve gitti. Ardından genel müdürlük binasında Bir Türkü nasıl işe alırlar diye yeri göğü inletmiş. Sonradan geçici iş bulma bürolarına Türk ve Faslı göndermeyin diye baskı yaptığı çıktı ortaya. O toplumun bir bölümünü yok saydı ve zamanla yok oldu, ben ise hiç fark gözetmeksizin çok eleman yetiştirdim.
- Yoğun iş temponuza rağmen uzun yıllardır Türk toplumunun sorunlarıyla da, aktif görevler üstlenerek ilgileniyorsunuz.
1981 yılında Mehmet Kervancı Laheyde Din Hizmetleri Müşaviri olarak görev yapıyordu. Onun vesilesiyle Hollanda Türk İslam Kültür Dernekleri Federasyonunun genel kuruluna gittim. Yöneticilerin topluma hizmet verme gayreti beni çok etkiledi ve yönetime girdim. Politikaya katılmadan iş yapacak bir grup gördüğüm için burada iş yapılır dedim. Bütün çalışmam boyunca da ideolojik grupların kendi tabanımızı etkilemesine karşı çıktım. Federasyonu da ele geçirmeye çalıştılar.
- Toplum size de destek oldu.
Bizim arkamızda kimse yoktu, belli menfaat gruplarına satılmış şekilde hareket etmiyorduk. Ne isek oyduk. Toplum bizi niye tuttu? Çizgimizi değiştirmedik, aklımızı başkasının cebine koymadığımızı gösterdik.
- Geçmişte her hangi bir gösteri düzenlendiğinde daha büyük katımlar oluyordu. Şimdi bunu göremiyoruz.
Gerek solcuların, gerek sağcıların tabanındaki insanlar toplumsal olaylarda federasyonun çağrısına uymakta hiçbir sakınca görmüyorlardı. 1980 sonrası aşırı uçlardan adamlar buraya getirilmeyi başlandı, soldan ve aşırı dincilerden. Bunların ellerinden tutulup ortaya çıkarılmalarını, resepsiyonlarda Hollandalı bakanlara takdim edilmelerini yaşadım. Hollandanın bu yöndeki çalışması ve Türkiyedeki siyasi partilerin Avrupayı bir gelir kapısı olarak görüp buradaki insanların üzerine oynaması bütünlüğü zedeledi.
- Siyasi partilere yüklü miktarlarda paralar da gitti.
Dışardan para toplama işi Erbakan ile başladı. Seçimlere Hollandadan 5 milyon Gulden gitti. Türkiyedeki siyasi partiler Avrupadaki insanı keşfedip onun arasında para toplamaya başladılar. Federasyonun hiçbir siyasi parti ile organik bağı yoktu. Toplumda duyarsızlık bilinci arttı. Genç nesilde duyarlı olanlar var, ancak genç olmaları nedeniyle kitleyi hareket ettiremiyorlar. Siyasi akımların burada taban edinmelerinden dolayı da bir bölüme söz konusu.
- Sizin de tabanınızda erime var.
'Bunun sorumlusu Diyanet. Geçmişte Türkiyedeki Diyanet İşleri Başkanlığı, Hollanda Türk İslam Kültür Dernekleri Federasyonunun tabanına hükmetmek için, federasyonu eritme operasyonu düzenledi. Diyanet Vakfı Hollandadaki Türk toplumunun başardığı en önemli işlerden biridir. O olmasaydı çok sıkıntı yaşanırdı.
Bu vakıf çok önemli işler yaptı ancak, toplumun kendi siyasi temsil gücünü güçlendirmesini ihmal etti. İhmal ettikleri için de toplumda bir güç erimesi oldu. Yumruğunu masaya vurduğu zaman ortalığı inletecek Türk İslam Kültür Dernekleri Federasyonunu bitirdiler. Hollanda Türk İslam Kültür Dernekleri Federasyonu, bugün yine en çok sayıda üye kuruluşu olmasına rağmen eski gücüne sahip değildir.
- Geçmişteki liderler toplumu peşlerinden sürüklemede daha mı başarılıydılar?
'Lider eksikliği var. O bir gerçek. Ancak bu zaman ve mekan meselesi şeklinde değerlendirilmeli. 1980li yıllarda toplumun yönlendirilmeye ve yönetilmeye büyük ihtiyacı vardı. Bir sürü haktan mahrumdu, teşkilatlanmaya ihtiyaç vardı. Tesadüfen de bu işi götürecek insanlar bir araya geldi. Yalnız bizde değil, diğer teşkilatlara da bakarsan, bu işi sürükleyenler gerçekten liderlik karizması taşıyan insanlardı.
Toplumu anlama gücümüz vardı. Nesil değişikliği yeni bir şey getirdi. Dünya çok hızlı değişti. Burada yetişen neslin içersinde kendi toplumuna ve değerlerine sahip çıkma arzusunda olan çok istekli ve başarılı genç bir kadro var. Bu genç kadro halen burada olan birinci neslin nasıl oluştuğunu bilmediği için onları etkileyecek yapıya sahip değil. Bunu ölü dönem, arayış dönemi olarak görmek lazım. Süreç yeni liderler çıkarır. Toplum kendi tarihini gençlere çok iyi aktarmalı.'
- Yılların mücadelesi ile kazanılan hakların birer, birer geri alınması karşısında Türkiye bir şeyler yapabilir mi?
Hollandada elde edilenleri kendi mücadelelerimizle kazandık. Türkiye hızlı bir şekilde büyüyen, problemleri de büyüyen bir ülke. Kendi içindeki sorunları dağ gibi. Bu şartlar içinde yurt dışındaki Türklere çok büyük faydalar sağlayacağı kanaatinde değilim. Fiziki olarak mümkün değil. Kabiliyet olarak mümkün değil. Çok büyük beklentinin içine girmek, kendi evi yanan adamı sokağın öbür ucundaki yangına yardıma çağırmaya benzer.
- Özellikle gençlerin büyük bölümü Hollanda ile Türkiye arasında ikilem içinde.
Avrupada gelişen bir Türk toplumu var. Bunun çoğunluğunun gönlü halen Türkiyede. Bunun sebebi de artan ırkçılık, aşağılama, hor görme ve toleransın azalmasıdır. Ortadaki manzara insanları ben burada istenmiyorsam benim kendi vatanım vardır noktasına getiriyor.
Gençlerin büyük bölümünde bu duygu var. Türkiye bazı düzenlemeler açısından geride, bazı imkanlar açısından Avrupanın ilerisinde. Vurguladığınız gibi Avrupada oturan Türkler devamlı bir ikilem içersinde. Kalmalı mı, gitmeli mi? Bu da insanların istikrarlı bir şekilde başarılı olmalarını engeller.
- Türkiye bu konuda biraz daha güvence verebilir mi?
Vermesi gerekir, ancak çok zor. Şunu yapabilir, Avrupadan Türkiyeye yatırım yapacak Türkler için bir takım özel uygulamalar yaratabilir. Bu gerçekleşse Avrupadan Türkiyeye esas ihtiyaç duyulan istihdam sermayesi akar. Türkiyenin istihdam yaratacak yatırıma ihtiyacı var.
Biz kendi insanımızı teşvik etmek yerine başkasını teşvik ediyoruz. Türkiyenin bilgi alışverişi konusuna çok daha ağırlık vermesi lazım. Türkiyedeki üniversitelerde Avrupa ülkeleri üzerine kürsülerin kurulması lazý