Türkler Berlin’e hayat verdi

Güncelleme Tarihi:

Türkler Berlin’e hayat verdi
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 30, 2015 15:07

Geçen yılın sonlarına doğru gönüllü olarak 13 yılı aşkın süredir yaptığı Berlin Eyalet Başbakanlığı görevini bırakan Klaus Wowereit, Alman politikacılar arasında en renkli simalardan biridir.

Haberin Devamı

Üyesi olduğu Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) 10 Haziran 2001 tarihinde Berlin’de yaptığı kurultayda “Ben eşcinselim (homoseksüelim). Böylesi de iyi” diyerek ezber bozan ve delegelerin çok büyük bir bölümünün desteğini alarak 6 gün sonra Eyalet Başbakanlığı koltuğuna oturan Klaus Wowereit, 1 Ekim 1953’te Berlin’de doğdu.

Küçük yaşta babasını kaybettiği için iki erkek ve iki kız kardeşiyle birlikte annesinin yanında büyüdü.

1973 yılında Berlin’de liseyi bitirdi ve daha sonra Berlin Hür Üniversitesi’nde hukuk öğrenimi gördü. 1979 yılında Hukuk Fakültesini bitirdi. 1981 yılında Berlin İçişleri Senatörlüğü’nde uzman olarak çalışmaya başladı.

Türkler Berlin’e hayat verdi


Öğrencilik yıllarında SPD’ye üye olan Wowereit, 1995 yılında Berlin Eyalet Parlamentosu’na milletvekili olarak girdi. Aynı yıl Berlin Eyalet Parlamentosu SPD Meclis Grup Başkan Yardımcılığını da üstlendi. 1999 yılında da SPD Grup Başkanlığı’na getirildi.

SPD ile CDU’nun oluşturduğu büyük koalisyonun banka skandalı nedeniyle bozulması üzerine SPD’li Wowereit, 16 Haziran 2001’de Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) ve Yeşiller’in desteğiyle Berlin’de Hükümet Eden Belediye Başkanlığına (Eyalet Başbakanlığına) getirildi.

“Berlin fakir ama seksi” söylemiyle de tanınan Wowereit, bu görevi aralıksız olarak geçen yıl Aralık ayına kadar sürdürdü ve gönüllü olarak bıraktı.
Wowi kısa adıyla tanınan Wowereit, 1993 yılından beri Jörn Kubicki isimli bir cerrah ile arkadaşlık etmekte ve 2005 yılından beri de aynı evde birlikte yaşamaktadır.

Aynı mahallede oturduğumuz Klaus Wowereit ile defalarca söyleşi yaptım.
Türklere sempati duyan bir politikacı.
Gördüğü her yerde bana “Hallo Meister” (Merhaba usta - üstad) diye seslenen Wowereit’a bu söyleşilerde hem Türkleri hem de Türkiye’yi sordum hep. Tabii bazı özel şeyleri de...

* * *

Göreve ilk başladığı dönemde yaptığımız bir söyleşide Wowereit’a, “Almanya 60 yaşına girdi. Almanya’ya Türk işgücü göçü ise bundan yaklaşık 50 yıl önce başladı. Türk işgücü göçü Almanya, özellikle de Berlin için ne ifade etmekte?” diye sormuştum.

Yanıtı çok açıktı: “Almanya’nın 60’ıncı yılında Almanya Türk Toplumu’nun (TGD) Alman Anayasası’nın kabulünün yıldönümü vesilesiyle düzenlediği etkinlik çok anlamlıydı. Çünkü Berlin’deki, Almanya’daki Türkler ve Türk kökenli insanlar artık bu toplumun ayrılmaz bir parçasıdır. Almanya’nın şu andaki konumuna gelmesine bu insanların çok önemli katkıları oldu. Milyonlarca göçmen kökenli insan bu ülkeye başarılı bir biçimde uyum sağladı. Bunun altını çizmekte yarar vardır. Hem ekonomik geleceklerini hem de toplumsal geleceklerini belirlediler bu insanlar. Göçmen kökenli çocuklar ve gençler ebeveynlerinin sahip olmadığı gelişmeler kaydettiler. Bu madalyonun bir yüzüdür. Madalyonun diğer yüzü ise hala çeşitli alanlarda sorunlarımız olduğudur. Uyumun her alanda tam olarak gerçekleşmesi için iki tarafın da çaba göstermesi gerekir. Almanlar bu insanlara kucak açmalı, göçmen kökenliler de uyum sağlama eğilimli olmalıdır, uyum sağlamak istemelidir. Bunun için bizlerin partnere ihtiyacı vardır, hem de güçlü partnerlere. Sivil toplum örgütlerinde, derneklerde, cemiyetlerde, spor kulüplerinde, medyada güçlü partnerlere ihtiyaç vardır. Bunu ancak birlikte başarabiliriz.”

Türkler Berlin’e hayat verdi


“Somut olarak çocuklarının eğitim kurumlarında başarılı olabilmeleri için Türk ebeveynlerden neler bekliyorsunuz?” sorusuna da, “Ebeveynlerin Almanca öğrenmenin kendi kültürlerine karşı olmadığını bilmeleri gerekir. Bunun uyum için gerekli olduğu bilinmelidir. Yaşanılan ülkenin dili bilinmezse, uyumun gerçekleşmesi zordur. Eğitim kurumlarında başarı olmak zordur, hatta imkansızdır. Diploma almadan eğitim kurumlarını terk edenlerin işyeri bulmaları, meslek eğitim yeri bulmaları çok zordur, hatta imkansızdır. Böyle bir durumda da gelecek nesillerin ekonomik alanda yer etmeleri de zor olacaktır. Ebeveynlerin de bunu çok iyi bilmeleri gerekir. Çocuklar bizim en büyük ve en değerli hazinemizdir. Ben ebeveynlerinin çocuklarını daha çok cesaretlendirmelerini ve kendilerine sunulan imkanlardan daha fazla yararlanmaya yönlendirmelerini bekliyorum, istiyorum” yanıtını vermişti.

“Hep uyumdan bahsediliyor. Sizce uyum sağlamış bir Türk aile nasıl olmalı?” sorusunu da şöyle yanıtlamıştı: “Her normal aile gibi olmalı. Uyum insanların kendi kökenlerini, kendi kültürlerini unutmaları, kendi kimliklerinden feragat etmeleri anlamına gelmez. Tam aksine, Berlin farklı uluslardan, farklı dinden, farklı kültürden, farklı dilden insanların yaşadığı bir kenttir. Bu kentte ortak bir ruh oluşmuştur. Bu durum kente zenginlik katmıştır. İnsanlar kendi içlerine kapanma yerine, bu zenginliğe yeni katkılarda bulma yoluna gitmeliler.”

* * *

“Sizin okula gittiğiniz dönemde herhalde çok Türk öğrenci yoktu. Ama siz Türklerin de yoğun olarak yaşadığı bir kesimde büyüdünüz. Sonraki dönemlerde Türklerle kişisel ilişkiniz ve tecrübeleriniz oldu mu?” sorusuna da, “Benim şahsen hep olumlu tecrübelerim oldu. Ama zaten uyumun iyi işlediği yerlerde bu hep böyledir. Zaten uyumun sağlanmış olduğu yerlerde farklılıkların farkına bile varılmıyor. İş yerlerinde, lokantalarda, mağazalarda, manavda hiçbir şey yadırganmıyor. Doktorlarda, avukatlarda her şey yolunda gidiyor. Biz iyi yürüyen şeyleri hiç gündeme getirmiyoruz, hep sorunlu alanlarda dolaşıyoruz” yanıtını vermişti.

* * *

Geçen yıl kaldırılan Opsiyon Modeli’ni de sormuştum Wowereit’a. “Gençlerin 18-23 yaşları arasında tek vatandaşlıkta karar kılmalarını içeren opsiyon model, çifte vatandaşlık ve yerel seçim hakkındaki tutumunuz nedir?” sorumu da şöyle yanıtlamıştı:

“Opsiyon Modeli’ni savunmak mümkün değil. Bu durum uyuma yarardan çok zarar verir. 18 yaşına gelince bu gençlerin tek vatandaşlıkta karar kılmaları gerçekten kolay olmayacaktır. Alman vatandaşlığı veya Türk vatandaşlığı arasında bir karar vermeye zorlamak yanlıştır. Bence bu durum düzeltilmeli. Çifte vatandaşlık CDU/CSU’nun desteği olmadan mümkün değil. Çünkü Eyaletler Meclisi’ndeki aritmetik bunun mümkün olmadığını ortaya koyar. Anayasa’da böyle bir değişiklik için 2/3 çoğunluğa ihtiyaç vardır. Muhafazakar kanadın karşı çıkması durumunda bu mümkün olmayacaktır. Çoğunluğu sağlamak için politik ılımlı havanın yaratılması gerekir. Ama ben bizim partimizin, yani SPD’nin bu konuyu gündeme getirmesini ve gündemde tutmasını doğru buluyorum. Biz mantıklı çözüm istiyoruz. Bizim önerimiz de mantıklı. Çifte vatandaşlıkla ilgili olarak çeşitli ülkeleri içeren farklı uygulamalar var. Bu alandaki düzenlemeler armonik hale getirilmeli. Bu yerel seçim hakkı için de geçerlidir. Yıllardır burada yaşayan insanlar yerel düzeyde niye seçme ve seçilme hakkına sahip olmasınlar? AB üyesi olduğu için İtalyanlar niye imtiyazlı olsun da üye olmayan Türkiye’den gelen insanlar bundan mahrum bırakılsın? Kendi bölgesinin şekillendirilmesinde bu insanların söz sahibi olmalarına imkan kılınmaması haksızlıktır. Biz herkesin yerel seçime katılmasını istiyoruz.”

* * *

Başka bir söyleşide Wowereit, “Kardeş kent İstanbul’la ilişkiniz nasıl? Hangi beklentilerle İstanbul’a gidiyorsunuz, hangi duygularla geri dönüyorsunuz bu kentten her seferinde?” sorumu da şöyle yanıtlamıştı:
“İstanbul dünyanın en ilginç metropollerinden biridir ve dinamik bir biçimde sistematik olarak gelişmektedir. Bu kadar çok insanın yaşadığı bu kentte her şeyin üstesinden gelinmesine hayranlık duyuyorum. İstanbul dinlenmiyor, gece gündüz yaşayan bir kent. Hareket halinde bir kent. Bu beni çok etkiliyor. Büyüleyici bir kent” yanıtını vermişti.
“İstanbul gibi bir kent sizden, yani Berlin’den ne öğrenebilir? Berlin İstanbul’dan ne öğrenebilir?” soruma da, “İstanbul toplu taşımacılıkta ciddi bir meydan okumayla karşı karşıyadır. Bu sorun tabii o kentte yaşayan insan sayısından kaynaklanmaktadır. Berlin’de bu alanda yerine oturmuş bir sistem vardır. İki kent de kültür başkentleridir. İstanbul gelecek yıl, yani 2010’da Avrupa Kültür Başkenti olarak ev sahipliği yapacaktır. Avrupa ile Asya arasındaki gerginlikler İstanbul’da da hissedilmektedir. İstanbul hem modern hem de gelenekçi Türkiye’yi yaşatmaktadır. Bu gerçekten bir kent için büyük bir meydan okumadır. Modern Türkiye’yi tanımak Berlin için de önemlidir. Bizim Türkiye fotoğrafımızı modern Türkiye’den çok genelde Türk kökenlilerin yoğun olarak yaşadığı Kreuzberg oluşturmakta. Çünkü bu farklılığı İstanbul’da her gün yaşayabilirsiniz” yanıtını vermişti.
“Siz Berlin’de doğdunuz, Berlin sizin kentiniz. Ama ilerde Türkiye’de yaşamayı düşünebilir misiniz?” şeklindeki sorumu da şöyle yanıtlamıştı:
“Şüphesiz İstanbul’da yaşayabilmeyi düşünebilirim, ama ben Berlin’i terk edebileceğimi düşünemiyorum.”
“Sizi ilerde daha yüksek görevlerde görecek miyiz?” sorusunu da, “Berlin Eyalet Başbakanlığı yüksek düzeyde bir görevdir. Biz seçimlerden en güçlü parti olarak çıkmak istiyoruz. Bu alanda tüm gücümüzle çalışıyoruz. Frank-Walter Steinmeier’in başbakan olmasını istiyoruz. Diğer her şeyi sonra göreceğiz” yanıtını vermişti.

* * *

Klaus Wowereit’a eski Doğu Berlin’in ünlü Alexander Meydanı yakınlarında bulunan Rotes Rathaus’daki (Kırmızı Belediye) makamında yaptığımız bir söyleşide, Türk kökenli bir parlamenterin sözlerini hatırlatıp, “Sizin kendini beğenmiş biri olduğunuz söyleniyor. Gerçekten siz öyle misiniz?” diye sormuştum.

Yanıtı şöyleydi: “Kesinlikle hayır. Ben insanlarla kolay iletişim sağlayan ve başkalarının söylediklerini dinlemesini bilen bir yapıya sahibim.”
“Sizin diğer parlamenterleri dinlemediğiniz, hep kendi bildiğiniz gibi hareket ettiğiniz, parti içinde ve meclis grubunda kadınların kariyer yapmalarına izin vermediğiniz ileri sürülmekte. Bunlara ne dersiniz” sorusuna da, “Bu yöndeki iddialar da tamamen yersiz ve saçma. Bu, alışılmışın dışında bir adım atan bir şahsın neden böyle bir adım attığını açıklamak zorunda kaldığı için uydurduğu, sıraladığı bazı gerekçeler. Attığı adımın doğruluğunu savunabilmek, bazı nedenler bulmak zorunda kaldığı için böyle düşünüyor, böyle konuşuyor. Bu gibi yaklaşımlar kesinlikle objektif değildir. Olamaz da. Bu sübjektif bir savunma biçimidir” yanıtını vermişti.

Wowereit, “Berlin Eyalet Parlamentosu’nda Türk kökenli parlamenterler var. Bunlardan bazıları sizin de üyesi olduğunuz SPD’li. Şu anda oturduğunuz koltukta, bu makamda ilerde Türk kökenli birini görmek mümkün mü?” sorusuna da şu yanıtı vermişti:
“Niçin olmasın? Türk vatandaşı olarak birinin tabii geçerli yasalara göre böyle bir yere gelmesi mümkün değildir. Böyle bir görev ve makam için Alman vatandaşı olmak gerekir. Alman vatandaşı olan Türk kökenli bir kadın veya erkek niçin Berlin Eyalet Başbakanı olmasın?”

* * *

“Türkiye’yi nasıl buldunuz?” sorusuna da, “Birkaç defa Türkiye’ye gittim. Hem tatil yaptım, denizin güneşinin tadını çıkardım. Hem de taa Doğu Beyazıt’a kadar bir Anadolu turu yaptım. Van Gölün’ü, Erzurum’u Trabzon’u gördüm, dolaştım. Adana’yı ziyaret ettim. Alanya’da tatil yaptım. Çok pozitif izlenimler edindim Türkiye’de. Özellikle Anadolu turu sırasında cana yakın, misafirperver, Alman dostu insanlarla tanıştım. Buradaki hemşehrilerimizin hangi kültürel çevrelerden ve bölgelerden geldiğini kendi gözlerimle gördüm. Orada gördüğüm dostluk beni hem şaşırttı hem de olumlu bir biçimde çok etkiledi. Bunlar arasında daha önceleri Almanya’da yaşayıp da geri dönenler de var. Kendilerine burada o kadar da iyi davranılmadığı halde bu insanlar tam bir Alman dostuydu.

Gerçekten çok olumlu intibalarım var Türkiye ve Türk insanıyla ilgili olarak” yanıtını vermişti.
“Türkçe biliyor musunuz?” sorusunu da “Merhaba, günaydın” sözcükleriyle yanıtlamıştı.

“Siz bu göreve talip olurken ‘Ben eşcinselim, böylesi de iyi’ dedikten sonra Türklerden ne gibi destek veya tepkiler aldınız?” sorusunu da şöyle yanıtlamıştı: “Türklerle de diğerleri gibi çok normal tecrübelerim oldu. Bir farklılık olmadı. Sempatinin toplumun tüm kesimlerinden geldiğini sanıyorum. Almanlarla Türkler arasında farklı bir yaklaşım ve tutum görmedim de, saptamadım da. Yalnız sağduyulu olan ve sağduyulu olmayan kişilerin yaklaşımları arasında bir farklılık saptadım ve yaşadım.”

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!