Güncelleme Tarihi:
Önder Çiftçi (37) Almanya'nın Köln kentine işçi olarak gelen bir Türk ailesinin iki çocuğundan biri. Yedi aylık iken doğum yeri olan İstanbul'dan Almanya'ya gelen Çiftçi, Köln kentinde liseyi bitirdi. Ekonomi öğrenimine başladı. Akrabalarının yanına Kanada'ya giden Önder, burada informatik öğrenimi gördü. Fonlara duyduğu özel ilgiden dolayı bu ülkede bankacılık sektörüne adım attı.
Daha sonra Tokyo, Londra, Singapur gibi önemli finans merkezlerinde görev yapan Çiftçi bugün dünyanın en büyük yatırım bankalarından biri olan, 'The Royal Bank of Scotland'ın Almanya, Avusturya ve Avrupa Birliği'ne yeni üye olan eski doğu blok ülkelerinin sorumlu olduğu yönetim kuruluna seçildi. Frankfurt'ta bürosunda görüştüğümüz Çiftçi ile Almanya'da Türklerin durumu, ekonomik durum ve ağızlardan düşmeyen uyum konusunu ele aldık.
Dünyanın en büyük yatırım bankasında, 'The Royal Bank of Scotland'ın (RBS) Almanya ve Avusturya bölümlerinin yönetim kurulundasınız. Ekonomik kriz ve etkileri ile ilgili olarak, önemli ekonomik dergilerde, 'Hangi arenada olursak olalım, biz her zaman diğerlerine nazaran daha çok şans görürüz' sözleri ile dikkat çektiniz. Krizin aynı zamanda bir şans olabileceğine işaret ediyorsunuz. Siz Almanya'ya gelen bir işçi ailesinin iki çocuğundan birisiniz. Şu anda çok önemli bir pozisyondasınız. Sizi tanıyarak söyleşimize başlayalım.
"Ben İstanbul'da dünyaya geldim. Yedi aylık iken ailemle birlike Almanya'nın Köln kentine geldim. eğitim ve öğrenimimi de bu kentte tamamladım. Köln Üniversitesi'nde ekonomi öğrenimi gördüm. Kanada'da yaşayan akrabalarımın yanına gittim. Orada informatik öğrenimi gördüm. Fonlara özel ilgimden dolayı bir bankada işe başladım. Böylelikle bankacılık sektörüne adım atım.
Daha sonra Tokyo, Singapur, Londra, Amsterdam gibi önemli finans merkezlerinde çalıştım. Geçtiğimiz yıl Frankfut'ta RBS'in Almanya ve Avusturya yönetim kurulu üyeliğine getirildim. Aynı zamanda Avrupa Birliği'ni yeni üye olan eski doğu bloku ülkeleriden de sorumluyum".
Siz daha genç bir yaşta olmanıza rağmen uluslararası bankacılık sektöründe çok önemli bir pozisyondasınız. Bankanız dünyanın en büyük yatırım bankası. Bankacılık sektöründe önemli bir pozisyona gelen işçi aile çocuğusunuz. Sizin Almanya, Almanya'daki Türlere bakış ve uyum konuları hakkında düşüncelerinizi öğrenmek isteriz.
"Almanya'da kendimi her zaman evimde hissettim. Almanca öğrenilmesinin şart olduğunu ailece erkenden farkına vardık. Mevcut eğitim imkanlarından yararlanmasını bildim. Ailece bu toplumda bütün bireylere eşit hak ve ödevlerin verildiği düşüncesinden hareket ederek yaşadık. 70'li yıllarla bugünleri kıyaslarsak çok şey değişti. 'Ha bu yıl, ha gelecek yıl' döneceğiz telaşı çoktan biti. Türk toplumunun ve Alman toplumunun büyük bir çoğunluğu artık Türklerin buralı olduğunu kabul etti, kabulenmek zorunda kaldı. Almanya'da bir ayrımcılığa uğramadım.
Yabancı kökenli olduğum için okulda ve yaptığım işte kendimi çok daha başarılı olmam gerekiyormuş düşüncesine hiçbir zaman kapılmadım. Gerekeni yaptım. Yapılması gerekeni yaptığım için başarılı oldum. Kısacası şu an bulunduğum yere altın taslardan yemek yiyerek gelmedim. Ben normal, orta gelirli bir gurbetçi ailenin çocuğuyum. Dünyanın birçok ülkesinde yaşadım, işim gereği hala dolaşıyorum. Türk kökenli olmanın getirdiği özellik olsa gerek, hiçbir yerde kendimi yabancı hissetmedim"
Türkler ne zamandan itibaren Almanyalı oldu?
"Helmut Kohl Türkiye'ye kesin dönüş yapacak olanlara prim verdi. O sırada dönen döndü. Kalansa buralı oldu. Ben burada kalacağımızın bilincindeydim. Aileme de bunu söyledim. Ailem bu gerçeği erken fark etti. O sıralarda daha yaşım 14 olmasına rağmen burada yaşamanın sorumluluğunu taşıdım. Politikada aktif olmak istedim.
Yaşadığım toplumda etkili olmanın yolunun siyasetten geçtiğinin farkındaydım. Sosyal çalışmaları ile tanınan ve göçmen kökenlilere kapılarını açtığına inandığım Sosyal Demokrat Partisi'ne (SPD) üye olmak istedim. Ancak üyelik yaşı 16 olduğu için bir buçuk yıl sonra üye olabildim. Kısacası, yirmi yıl önce dönüş teşviklerinden yararlanmayan ve burada kalanlar buralı olmuştur bence".
Siz kendisini oldum olalı göçmen ülkesi olarak kabul eden Kanada'da da uzun yıllar yaşadınız. Göç ülkesi olduğunu yavaş yavaş kabullenen Almanya'da da yaşadınız, yaşıyorsunuz. İkisi arasında bir kıyaslama yaparsak farklılığı kısaca nasıl özetlersiniz?
"Politikacıları, radyo ve televizyonları dinleyin. Gazeteleri okuyun. Türkler 40 yılı aşkın bir süredir Almanya'da olmalarına rağmen ve üçüncü kuşak Alman vatandaşı Türk kökenliler yetişmesine rağmen, Türklerden hala, 'Göçmen kökenli, Türk kökenli yada en iyisi, 'Alman vatandaşı' şeklinde söz ediliyor. Ayşe'ye, Fatma'ya Alman denilmez.
Oysa Kanada'ya ayak bastığınız andan itibaren Kanadalı olursunuz. İlk zamanlarda Türk Kanadalı, İngiliz Kanadalı yada hangi ülkeden geliyorsanız o ülkeden Kanadalısı olursunuz. Ama ilk günden itibaren toplum sizi kucaklar, benimser. Çok kısa bir zamanda Kanadalı olursunuz. En önemli fark burada.
"Oysa Almanya artık burada yaşayan herkesin vatanı."
Aynen öğle. Bunu iki tarafında kabullenmesi gerekiyor. 'Uyum sağlayın, Almanca öğrenin' demekle olmuyor. 40 yıldır burada yaşayan bir Türk toplumu var. Yeni evlilikler nedeniyle devamlı Almanya'ya gelen bir Türk toplumu var. Akış sürüyor. Hala dil sorununun tartışılmasına anlam veremiyorum. Ben bugüne kadar, 'Almanca öğrenmiyeceğim' diyen bir Türk görmedim.
Sağlanan imkanlar önemli. Mademki Türklerin, Türk kökenlilerin Almanca öğrenmelerini bu kadar istiyorsunuz, açarsınız ücretsiz kursları. Hepsi bu kadar. Türklerin de kendilerini toplumun içinde görmeleri gerekiyor. Buna göre adım atmaları, Almancayı en iyi derecede çocuklarına öğretmeleri gerekiyor. Burada yaşayacağını kavrayan kazanmış sayılır". Uyum politikası lafları ağızlardan düşmüyor.
"Almanya'da 80'li yıllardan bu yana uyum politikası konusunda tek bir somut adım atılmamıştır. Uyum politikası sıfırdır. İkide bir gidip olumsuz unsurları göstererek bunları model olarak gösteriyorlar. Toplum ile barışık yaşayan, bu toplum ile yüzde yüz kaynaşmış olan bir sürü sanatçımız, politikacımız , işadamımız, yada normal işlerde çalışan Türk kökenliler, Türkler var. Başarılı insanlarımız isimleri anılarak geçiştiriliyor.
Alman kanallarında görevli Türk kökenli bir çok sunucumuz var. Bunlar gayet normal bir şekilde televizyon kanallarında sunumlarını yapıyor. Altlarında isimleri yazılıyor. O kadar. Ancak bir Türk kökenli olumsuz bir işe karıştığında üzerine basa basa, 'Türk Hasan, Türk Osman' diye anılıyor. Toplum adeta bu insanlara karşı, kökenlerine işaret edilerek kışkırtılıyor"
Son zamanlarda özellikle Almanya'nın nüfusunun azalması nedeniyle göçmen kökenliler gelecek olarak algılanmaya başlandı. Bu bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
"Bu söylemlerle son zamanlarda sık sık rastlıyoruz. Önemli konumdaki Alman politikacıları Alman kökenli Almanları göçmen kökenli Almanları kabul ettirmek için, 'Nüfusumuz geriliyor. Geleceğimizi garanti almak için göçmen kökenli çocukların sorunları ile ilgilenmeliyiz' diyorlar. Ben bunu son derece negatif bir yaklaşım olarak algılıyorum. Uyumu, kaynaşmayı ekonomik ve demokrafik bir zorunluluk olarak görmek ve göstermek insanları bir birine kaynaştıracağına inanmıyorum.
İnsanlara, 'Bunlar geleceğin prim ödeyecek olanları' diye sevdirmeye çalışmak bana doğru gelmiyor. Göçmenlerin kabul edildiğini göstermek için onların eğitim ve meslek alanlarında ilerleme kaydetmelerini sağlayacak çalışmalar yapmak gerekiyor. Onları herşeyden önce Almanya'da yaşayan, bu ülkenin kalkınmasına önemli katkı sağlamış bireyler olarak Alman toplumuna göstermek gerekiyor".
Uyum konusunda iki tarafında hataları olduğuna işaret ettiniz. Türklerin hataları nedir?
"En büyük eksiklik birlikte hareket edememek. Sadece kendi hemşeri dernekleri içinde kapalı kalmak. Toplumun parçası olmak demek bu toplumun dernekleri içine girmek demektir. En büyük hata ise, uyum köprüsünü aşmış olan insanlarımızın bu köprüye adım atmaya çalışan, yolun daha ortasında olan insanımıza ellerini uzatmamalarıdır.
Beceren kendisini ayrıcalıklı görüp geldiği toplumdan kendisini soyutluyor. Bunun da nedenleri var elbette. Dernek çalışmalarının kısırlığı insanları kendi kabuklarına kapanmalarına yol açıyor. Buraya dönük, Almanya'ya dönük, burasının sorunları ile doğrudan Almanlarla birlikte çalışan kaç derneğimiz var? Türk - Alman adı ile başlayan derneklerimiz mevcut, ancak içine baktığımızda Hans ile Hüseyin'in kaynaştıran bir çalışma göremiyoruz. Derneklerimiz neden gençlerimizi kucaklayamıyor?
Bunların üzerinde düşünmek gerekiyor. Yaşadığı toplumun sosyal sorumluluklarını taşıyarak çalışan bir dernek göremiyorum. Aslında bunu özetleyebiliriz. Türkiye'de Türklerin sorunları ile buradaki Türklerin sorunlarında benzerlikler var. İstanbullular sonradan bu kente gelenleri pek kabullenmezler. Hep İstanbul'un eski halini anlatırlar. Burada, Almanya'da yaşayan Türklerde de aynı tutum var. Köprüyü geçen, Alman toplumu ile kaynaşmayı gerçekleştiren Türkler, diğer Türkleri tanımazlıktan geliyor.
Oysa toplum seni beni değil, her hangi bir Türk'ü alıp, bütün Türkler hakkında onun üzerinden değerlendirme yapıyor. Alınan örneklerde genellikle olumsuzluklar oluyor. Kısacası zenginliğinden yararlanarak kendimizi geliştirdiğimiz kültürün insanına, kendi insanımıza bir şeyleri geri vermesini öğrenmeliyiz. O zaman hep birlikte yol alırız".
Siz başarılı olmuş bir Türk kökenlisiniz. Başarınızın anahtarı olarak neyi görüyorsunuz?
"Birincisi buralı olduğumu, Almanya'da kalacağımı ve burada yaşayacağımı zamanında fark ettim. Burada yaşayacağımı bildiğim için ona göre okuluma gittim, dili öğrendim. İkincisi ise çok kültürlülüğümüzden gelen zenginlik var. Farklı kültürler içinde yetiştiğimiz için farklı kültürlerle karşılaştığımızda bunlarla baş etmek bizler için çok kolay oluyor. Asimile olmak olumsuzluk gibi algılanıyor. Ancak uyum sağlamak yetmiyor.
Öz değerlerimizi içimizde saklıyoruz. İki kültürün zenginliğini taşıyoruz. Yaşadığımız topluma sadece uyum sağlamadık. Bu toplumu benimsedik. Asimile olduk. Kaynaştık. Bu kötü bir şey değil. Asimile olmak öz benliği yitirmek anlamına gelmez. Başarılı olan Türklerin koşulları başarısız olanlardan farklı değil. Bizlerde altın kaptan su içmedik, yemek yemedik. Çalıştık çabaladık, hala çalışıp çabalıyoruz. Kendimize karşı açık ve samimi olmalıyız. Şu anda Almanya'da yaşayan 3. ve 4. nesil Türklerin ortalama eğitim düzeyleri istenilen ölçüde değil. Türk toplumu olarak bu konuya çok ciddi eğilmeliyiz. Eğitim düzeyi yüksek bir Türk toplumu büyük bir güç olacaktır"
Kaynaşmanın sağlanması ne yapmak gerekir sizce?
"Gençlerin büyük bir çoğunluğu arayış içinde. Haklı bir arayış içinde. Nereye ait olduklarını sorguluyorlar. Onlara bu toplumun bir parçası oldukları duygusu verilebilmeli. O zaman kaynaşma gerçekleşecektir. Birde bizim vatandaşlarımızın toplumsal oluşumlara katılmaları gerekiyor. 'Bende karar vermek istiyorum' demelisiniz. Sadece hakkınızda kararlar verilmesini beklemek, sonrada yakınmak birşey getirmiyor. Bunun için alt yapı var. İmkan var. Partiler, dernekler kapılarını açmış bekliyor. Olaylara karışmak, etkili olmak çok önemli. Yani imkanlar mevcut. Sadece bu imkanları görmek gerekiyor, değerlendirmek ve oluşumlara katılmak gerekiyor. Pay almak için sorumluluklar almak gerekiyor"
Bir ekonomist ile uyum konusunu enine boyuna ele aldık. Sohbetimizin sonunda biraz da ekonomik krize değinelim. Ekonomik krizi nasıl görüyorsunuz. Türkiye'in AB üyeliği hakkında düşünceleriniz nelerdir?
"Krizi dünya, Almanya ve Türkiye ayağı ile değerlendirmek gerekir. Dünya açısından bakarsak, krizin daha sonuna gelmedik. Önümüzdeki dönemlerde daha belirgin büyük sorunlar çıkabilir. Almanya için değerlendirdiğimizde ise, Almanya önemli bir ihracat ülkesi. Kriz bankalara vurdu. Büyük bankaların kredileri kesmesi Almanya'dan ürün alan ülkeleri etkileyeceğinden Almanya bundan nasibini alır. İhracatı azalacaktır en azından. Ekonomik kriz nedeniyle otomobillerini ve diğer Alman ürünleri için kredi bulamayanlar, Alman ekonomisini olumsuz etkiler. Türkiye ise bambaşka bir özellik taşıyor.
Gelecek için krizin Türkiye'ye şans sağlayacağını düşünüyorum. Kriz bugün yarın sona erecek diye düşünmek yanlış olur. Kriz 24 ile 36 ay boyunca kendisini hissettirecektir. İşten çıkarmalar olacaktır. Fakat bu kriz dünyanın sonu olarak da görmemek gerekir.
Türkiye'nin AB üyeliğine gelince. Sadece ben değil. Almanya'nın önemli şahsiyetlerinin fikir birliğinde olduğu bir konu var. Oda Türkiye'nin yerinin AB olduğu. Bu Avrupa için bir zorunluluk. Bunun birden çok nedeni var. Türkiye genç bir toplum. Ancak genç olmakla iş bitmiyor. Genç ve bilgili olmak gerekiyor. Türkiye'nin AB üyeliği konusunda kafalar bir, fikir ayrılıkları zamanlamada yatıyor. Üyeliğe zaman var. Türkiye bu zamanı iyi kullanmalı, donanımlarını sağlamalı, eksikliklerini tamamlamalı. Sağlanması gereken çalışmalar ve ödevleri Türkiye biliyor. Bunlar tamamlandığında Türkiye gelecekte Avrupa'nın en güçlü ülkelerinden biri olacaktır".