Ahmet KÜLAHÇI / Fotoğraf: Arşiv
Oluşturulma Tarihi: Eylül 25, 2019 10:23
Fırsat buldukça hafta sonları Berlin’in çeşitli kesimlerindeki antika pazarları ile bit pazarlarını dolaşırım. Geçen hafta sonu, ABD Başkanı John F. Kennedy’nin 26 Haziran 1963 tarihinde Berlin ziyareti sırasında, “Ich bin ein Berliner” (Ben bir Berlinliyim) dediği Schöneberg Belediyesi’nin önünde kurulan antika pazarına uğradım.
TÜRKLERDEN birine ait standın yanında ayak üstü sohbet eden yaşlı 2 Türk vardı.
İkisinin de yaşı 80’in üzerindeydi.
Belli ki, ikisi de ‘Gastarbeiter’ (
Misafir işçi) olarak nitelenen birinci nesil Türklerdendi.
İkisi de takım elbiseliydi.
Yelek bile giymişlerdi.
Orada bir şeylere bakarken, Türkiye’de geçirdikleri yaz tatili hakkında konuştuklarına ‘kulak misafiri’ oldum.
İkisi de mutluluktan uçuyordu.
Şahane bir tatil geçirdiklerinden bahsediyorlardı.
Akrabaları, dostları ve yakınlarıyla huzur dolu günler geçirdiklerini anlatıyorlardı birbirlerine.
“Gerçekten Türkiye tam bir tatil cenneti” diyorlardı.
Yıllardır Almanya’da yaşadıkları halde Türkiye ile bağlarını hiçbir zaman koparmadıklarını söylüyorlardı.
Daha fazla dayanamayıp, tatillerini nerede geçirdiklerini sordum.
*
1960’lı yılların ilk yarısında Almanya’ya geldiğini söyleyen Samsunlu Erkan dede, önce her yıl olduğu gibi bu yıl da doğup büyüdüğü köye gidip hasret giderdiğini söyledi.
Sonra da Marmaris yakınlarındaki yazlıklarında eşi, Almanya’da yaşayan çocukları ve torunlarıyla ‘deniz tatili’ yaptıklarını.
Yıllarca Berlin’deki Siemens fabrikasında çalışmış ve oradan emekli olmuş.
Adapazarlı Salim dede de 1966 yılında gelmiş Almanya’ya.
Bir süre Köln’de, Almanların o zamanlar ‘
Türken Auto’ (Türklerin otomobili) dedikleri Ford otomobillerin üretildiği fabrikada çalışmış.
Bir tanıdığın aracılığıyla iki yıl sonra Berlin’e gelip AEG’de iş başı yapmış.
Yıllarca aynı fabrikada çalıştıktan sonra emekli olmuş.
O da tatilini kendi memleketi Adapazarı’nda geçirmiş.
4 aya yakın bir süre orada kalmış.
*
İkisinin de gözlerinin içi gülüyordu adeta.
“Türkiye her şeye rağmen yaşanılacak bir ülke” diyorlardı.
“Gerçekten daha geleli bir iki hafta olduğu halde Türkiye’yi özlüyoruz” diyorlardı.
Ama Erkan dede ile Salim dede, Almanya’yı da özlediklerini söylüyorlardı.
“Gerçekten Türkiye’deyken de Almanya’yı özlüyoruz” diyorlardı.
“Çünkü biz yaşamımızın çok büyük bir bölümünü bu ülkede geçirdik. Özellikle başlangıçta çektiğimiz tüm güçlüklere rağmen zamanla ‘buralı’ olduk. Her ne kadar anavatan olmasa da, burası da bizim vatanımız oldu” diyorlardı.
“Bizim Türkiye’den de Almanya’dan da kopmamız mümkün değil” diyorlardı.
“Bizi hiç kimse Türkiye’den de Almanya’dan da koparamaz” diyorlardı.
Erkan dede ile Salim dedenin bu sözlerini duyunca, her kesimden birçok Alman’ın “Bu Türkler hiçbir zaman uyum sağlamaz” şeklindeki ön yargılı yaklaşımlarının ne kadar da saçma olduğu geçti aklımdan.
Hafta başında Almanya’da doğup büyüyen Türkiye kökenli berberime uğradım.
İzinden yeni gelmişti.
Her yıl olduğu gibi yine anne-babasının doğduğu Erzincan’a bağlı ‘ata köyüne’ gittiğini söyledi.
Artık annesi-babası yaşamasa da kardeşlerini, akrabalarını, yakınlarını ziyaret ettiğini de.
Ama Berlin’de yaşayan bazı arkadaşlarına ve tanıdıklarına çok bozuluyordu.
“Dünyanın çeşitli kesimlerinde birçok ülkeye gidip tatil yaptıkları halde, analarının-babalarının doğup büyüdüğü yerleri bir kerecik bile olsa görmeyen birçok tanıdığım var. İşte ben bunu bir türlü kabullenemiyorum” diyordu.
Haklıydı da...
Hem de sonuna kadar...
Bundan birkaç yıl önce katıldığım açık oturumda tanıştığım, anne-babası Ağrılı bir üniversite öğrencisine, “Hiç Ağrı’ya gittin mi?” diye sorduğumda, “Hayır” yanıtı almıştım.
Gerçekten de çok yadırgamıştım.
“İnsan hiç mi merak etmez anne-babasının nereden geldiğini?” diye söylenmiştim kendi kendime.
Sonra da münasip bir dille ona, anne-babasının nereden geldiklerini, çocukluk ve gençliklerini nerede geçirdiklerini, orada hangi koşullarda yaşadıklarını görmesi, duyması için Ağrı’ya gitmesini önermiştim.
Evet, yeni nesiller tabii ‘buralıdır’, ‘buralı’ olmalılar da.
Ama kimliklerini, benliklerini, kültürlerini yaşamaları ve yaşatmaları için kökenlerini de tamamen silip atmamalılar.