Güncelleme Tarihi:
*
Baştan beri AB’ye karşı olan AfD’den zaten başka bir tutum beklenemezdi.
Çünkü AfD, yıllardır yabancı düşmanlığı yapmaktadır.
AfD, yıllardır Türk düşmanlığı yapmaktadır.
AfD, yıllardır İslam düşmanlığını körüklemektedir.
2017’de yapılan genel seçimlerde toplam oyların yüzde 12.6’sını alarak ‘üçüncü güçlü parti’ konumuna yükselen AfD’li politikacıların bilmedikleri bir şey vardır.
AB ile Türkiye arasındaki katlım müzakerelerini Almanya’nın tek başına sonlandırma gibi bir yetkisi yoktur.
Böyle bir karar ancak AB’de oy birliğiyle alınırsa geçerli olur.
Yani 28 (İngiltere’nin çıkması halinde) 27 üye ülkenin hepsinin de “Evet” demesiyle böyle bir şey mümkün olur.
Şu andaki tabloya göre bu kesinlikle mümkün değildir.
Olmayacaktır da.
Çünkü Türkiye ile müzakerelere son verilmesine kararlı bir biçimde karşı çıkan ülkeler vardır.
Bunu hiç şüphesiz sağ popülist AfD’li politikacılar da bilmektedir.
“Başkan olursam Türkiye ile AB arasındaki katlım müzakerelerini sonlandıracağım” diye bile bile kendi seçmenlerini kandıran Hırıstiyan Demokrat ağırlıklı Avrupa Halk Partisi’nin (EPP) Alman Hıristiyan Sosyal Birlik Partili (CSU) AB Komisyonu Başkan adayı Manfred Weber de.
Ama böyle olduğu halde, hepsi de popülist söylemlerle oy avcılığı yapmayı yeğlemekteler.
Federal Mecliste AfD adına konuşan milletvekili Siegbert Droese, Türkiye’ye verdi veriştirdi.
“Türkiye Avrupa’ya ait değildir” dedi.
“Avrupa tarihini ve kültürünü korumalıdır” diyerek küreselleşen dünyamızda tam bir ‘aşırı milliyetçilik’ sergiledi.
Türkiye, şu andaki AB’nin ‘anası’ konumundaki Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) kurulduktan yaklaşık iki yıl sonra 31 Temmuz 1959’da ortaklık başvurusunda bulunmuştur.
12 Eylül 1963’te de Türkiye ile AET arasında ‘tam üyelik hedefiyle’ Ankara Anlaşması imzalanmıştır.
Dönemin AET Komisyonu Başkanı olan Alman Hıristiyan Demokrat Birlik Parti’li (CDU) Walter Hallstein, imza töreninde yaptığı konuşmasında, “Türkiye Avrupa’ya aittir. Bir gün son adım atılmalı ve Türkiye eşit haklara sahip üye olarak AET’de yerini almalıdır” demiştir.
1999’da Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye adaylık statüsü verilmiş ve 3 Ekim 2005 tarihinde de Türkiye ile AB arasında katılım müzakerelerinin başlaması karara bağlanmıştır.
Yani, ‘Türkiye Avrupa’ya ait olduğu için’ bu yönde ortak karar alınmıştır.
*
Evet, Türkiye 1963 yılından beri, yani 56 senedir AB kapısında bekletilmektedir.
Hem ekonomik hem demokratik konumları Türkiye’den daha iyi olmayan birçok ülke AB’de çoktan yerini aldığı halde, Türkiye’ye AB kapıları yıllardır bir türlü açılmamaktadır.
Neyseki Federal Meclisin oturumunda AfD’nin önergesi destek bulmadı.
Hükümet partileri CDU/CSU ile Sosyal Demokrat Parti (SPD) de Hür Demokrat Parti (FDP) de Yeşiller de Sol Parti de ‘Türkiye ile diyaloğun sürdürülmesinden yana olduklarını’ ilan ettiler.
Tabii, Türkiye’nin şu anda Avrupa’nın değerlerinden çok uzak olduğunu ileri sürerek, “Türkiye şu andaki konumuyla zaten AB’ye üye olacak olgunluktan çok uzaktadır” demeyi de ihmal etmediler.