Güncelleme Tarihi:
KALEİÇİ’nde bir kafede otururken yan masada kendi aralarında Almanca konuşan bir aile dikkatimi çekti.
Orta yaşlarda bir çift ve biri kız diğeri oğlan iki çocuk.
Çocuklar zaman zaman kendi aralarında Türkçe de konuşuyorlardı.
Hem de aksansız bir Türkçe.
Tabii ‘Almanyalı hemşerilerimizle’ tanışıp, derin bir sohbete başladık.
Angelika ve Markus yaklaşık 12 yıl önce Stuttgart yakınlarındaki Reutlingen’den ayrılıp, Almanya kökenli bir Türk seyahat şirketinde işbaşı yapmışlar ve Antalya’ya yerleşmişler.
Çocukları Karin ile Jens, Antalya’da dünyaya gelmiş.
Antalya’da yuvaya gitmişler ve ilk öğrenimlerine orada başlamışlar.
Anne babalarından Almancayı, yaşadıkları mahalledeki arkadaşlarından, yuvadaki eğitmenleri ile okuldaki öğretmenlerinden de Türkçeyi.
Hem de mükemmel bir şekilde.
*
Karin ile Jens, kendi aralarında Türkçe konuşurken kendimi birden Almanya’da buluverdim.
Aklıma birden iyi derecede Almanca konuşan Türkiye kökenli çocuklara, gençlere ve Almaya’da doğup büyümüş, tüm sosyalizasyonlarını orada almış orta yaştakilere, Almanların ‘Sie sprechen aber gut Deutsch’ (Ama siz çok iyi Almanca konuşuyorsunuz) dedikleri geldi.
Tabii ben, Karin ve Jens’e, “Ama siz çok iyi Türkçe konuşuyorsunuz” demedim.
Çünkü bu çok doğal bir olguydu.
Onlar oralı, yani Antalyalı’ydı.
Mükemmel Türkçe konuşmaları da çok doğaldı.
Angelika ve Markus çifti çocuklarıyla birlikte Antalya’da yaşamaktan mutluluk duyuyorlardı.
“Türkiye bizim ikinci vatanımız” diyorlardı.
Karin ile Jens araya girip, “Türkiye bizim de vatanımız” diyorlardı.
Angelika ve Markus’a Türk-Alman ilişkilerinde son dönemlerde yaşanan gerginliklerin etkilerini de sordum.
Her ikisi de kesinlikle işyerinde de günlük yaşamlarında da olumsuz bir yansıma hissetmediklerini söylediler.
Arkadaşlarıyla da komşularıyla da Almanya’da hiç de alışık olmadıkları dostluk ilişkileri yaşadıklarının altını da çizdiler.
Karin ile Jens de Türk arkadaşlarının onlara kendilerinden biri gözüyle baktıklarını, hatta, “Siz tam Türk olmuşsunuz. Bundan sonra artık sizden Alman olmaz” diye şaka yaptıklarını bile söylediler.
*
Ekim ayının son günleri olmasına rağmen, hava sıcaklığı 28-29 dereceydi.
Konyaaltı sahiline uzanıp, Konyaaltı plajlarına da gittim.
Sahilde elele tutuşup yürüyüş yapan yerli yabancı gençleri, orta yaşlıları ve yaşlıları gördüm.
Her ne kadar yaz ayları kadar kalabalık olmasa da Konyaaltı plajlarında kumlar ve çakılar üzerine serdikleri havlulara, şezlonglara uzanıp güneşlenenler vardı.
Hatta denizde yüzenler de.
Dayanamayıp ben de attım kendimi Akdeniz’in berrak sularına.
Yüzerken Makedonyalı bir anne ve kızı ile Rus bir çift arasında geçen şu diyaloğa tanık oldum.
Rus çiftin İngilizce, “Makedonyalı olduğunuzu söylediniz. Daha önce hiç Türkiye’ye gelmiş miydiniz?” sorusuna, anne-kız “Evet, geçen yıl da gelmiştik. Hayran kaldık Türkiye’ye ve Türklere. O nedenle yine geldik. Kesinlikle gelecek yıl yine geleceğiz” yanıtını verdi.
Makedonyalı anne-kız da Rus çifte, “Ya siz?” diye sordular.
İkisinin birden, “Biz yıllardır buradayız” dediklerini duydum.
Sonra Rus kadın, “Biz 10 yılı aşkın süredir Antalya’da yaşıyoruz. İkisi kız, biri oğlan üç çocuğumuz da burada doğdu. Antalya’da okula gidiyorlar. Antalya Limanı’na yakın bölgede bir daire satın aldık. Biz artık hep buralıyız, yani Antalyalı, Türkiyeli. Türkiye artık bizim ikinci vatanımız oldu, öyle de kalacak” diye devam etti.
*
Evet, nasıl Almanya birçok Türkiye kökenli insan için ‘ikinci vatan’ hatta ‘vatan’ olmuşsa, Türkiye de onbinlerce Alman, Rus ve başka milliyetten insanlar için ‘ikinci vatan’, hatta ‘vatan’ olmuştur.
Bu da küreselleşen dünyada çok doğal bir olgudur.