Güncelleme Tarihi:
Gidişte, 61.8 milyon yolcuyla Avrupa’da üçüncü, dünyada 11’inci sıraya yükselen gururlu bir havaalanını yaşadım. Dönüşte ise iğrenç ve korkakça saldırıya 45 kurban vermenin hüznünü yaşayan bir havaalanıyla karşılaştım. Dış hatlar yolcu geliş bölümünde, teröristin kendini havaya uçurduğu giriş kapısı kapalı. Kapıda ölenlerin fotoğrafları asılı.
BARUT KOKUSU
İçeriye barut ve kimyasal koku sinmiş. Havaalanı çalışanlarından, taksi şoförlerine, güvenlik görevlilerine ve yolcu bekleyenlere kadar herkesin yüzü hüzünlü. Dışarıda ağır silahlı polisler, güvenlik önlemlerinin en üst seviyeye çıkarıldığına işaret ediyor. Taksi şoförü, “İki arkadaşımızı kaybettik. Acılarını bile yaşayamadık. Çalışıyoruz. Hayat devam ediyor. Ne yapabiliriz?” diye soruyor. Havaalanında çalışanların ortak duygusu bu. Sadece havaalanı değil, kentte de insanlar tedirgin. Terörün hedefi de bu: İnsanları korkutmak, ürkütmek. Tedirgin etmek.
İKİ FARKLI ALGI
Saldırıyla ilgili haber ve yorumları hem Türkiye, hem Avrupa basınından çok yakından takip ettim. İki kamuoyuna birbirine tamamen zıt, iki farklı algı hakim. Türkiye’ye göre Batı, terörle ortak mücadeleye çok kararlı yanaşmıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Saldırının Batı ülkeleri başta olmak üzere tüm dünyada terör örgütlerine karşı verilecek mücadele için bir milat, bir dönüm noktası olmasını temenni ediyorum” dedi. Batı’ya göre ise Türkiye IŞİD’le mücadeleye çok istekli sarılmıyor. Bu saldırı Türkiye’yi IŞİD’le mücadelede daha kararlı bir noktaya getirir mi, sorusu var. Batı’daki bu farklı algılama nereden kaynaklanıyor? Eğer Türkiye IŞİD’le mücadeleye ağırlık vermiyorsa, teröristler neden İstanbul’un kalbi Sultanahmet Meydanı’nda, Atatürk Havalimanı’nda terör saldırıları düzenliyor?Batı, Türkiye’yi IŞİD’e karşı mücadelede yetersiz kalmakla eleştire eleştire, birinci cephe haline getirdi. Fransa’nın ise iki terör saldırısının ardından sesi bile çıkmıyor. Aslında şimdi Türkiye’nin Batı’nın üzerine gitmesi gerekiyor.