Güncelleme Tarihi:
Türkiye, saldırıyla ilgili tüm hususları aydınlığa kavuşturmak üzere, ilgili kurumların temsilcilerinden oluşan bir Ulusal Araştırma ve İnceleme Komisyonu oluşturmuştur. Öte yandan, Türkiye’nin talebi üzerine 1 Haziran 2010 tarihinde acilen toplanan BM Güvenlik Konseyi’nin kabul ettiği Başkanlık Açıklaması uyarınca, BM Genel Sekreteri de bir Soruşturma Paneli ihdas etmiştir. İsrail de bir komisyon marifetiyle kendi ulusal soruşturmasına başlamıştır. Ayrıca, BM İnsan Hakları Konseyi de saldırıyla ilgili insan hakları hukuku ve uluslararası insancıl hukuk ihlallerinin tespiti amacıyla bir Uluslararası Veri Toplama Misyonu görevlendirmiştir.
Komisyonumuz, BM’nin konuyu süratle ele alma yönündeki çağrısını dikkate alarak, çalışmalarını yoğun bir şekilde yürütmüş ve 1 Eylül 2010 tarihinde BM Paneli’ne Ara Raporu’nu sunmuştur. Komisyonumuz, ayrıca, sürecin mahremiyetine özen göstererek bugüne kadar raporunu kamuoyuna açıklamaktan kaçınmıştır. Buna mukabil, raporunu sürekli geciktirerek Panel’in çalışmalarını engelleyen İsrail tarafı ise, raporunu BM Paneli’ne sunmadan önce kamuoyuyla paylaşma cihetine gitmiştir.
Bu gelişmeleri etraflıca değerlendirmek üzere 23 Ocak 2011 tarihinde biraraya gelen Komisyonumuz, İsrail’in sergilediği yapıcılıktan uzak tavır karşısında, bu aşamada aşağıdaki hususları kamuoyuyla paylaşmayı kararlaştırmıştır:
- İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik sözde deniz ablukası yasal dayanaktan ve meşruiyetten yoksundur. Hukuk dışı olan bu uygulamanın uzantısı niteliğindeki İsrail saldırısı da aynı şekilde hukuka aykırıdır.
Uluslararası hukuka göre ablukalar ancak “uluslararası” nitelikli silahlı çatışmalarda uygulanabilir bir savaş yöntemidir. İsrail’in bir yandan Hamas’la olan silahlı çatışmasını “uluslararası” olarak nitelendirmekten kaçındığı, diğer yandan uluslararası deniz savaşı hukuku alanında önemli bir külliyat niteliğindeki San Remo El Kitabını sözde ablukasına ve buna bağlı uygulamalarına dayanak olarak öne sürdüğü görülmektedir. Oysa, San Remo El Kitabı, abluka kurma ve açık denizlerde gemi durdurmaya ilişkin hükümleri de dâhil, sadece uluslararası silahlı çatışmalara yönelik hukuk kurallarını içermektedir. Hamas’la olan silahlı çatışmasını uluslararası olarak tanımlamadığı müddetçe İsrail’in bu çatışma bağlamındaki hiçbir uygulamasını San Remo El Kitabı’na dayandırması hukuken mümkün değildir.
- Kaldı ki, İsrail’in sözde ablukası hukuki açıdan böylesine dayanaksız olmasaydı dahi, uygulanış tarzı nedeniyle yine hukuka aykırılıktan kurtulması mümkün değildir. Zira, İsrail, bir deniz ablukasının yasal kabul edilebilmesi için gerekli olan çeşitli koşulları yerine getirmemiştir.
İsrail’in sözde ablukası, ayrıca, uluslararası hukukun “orantılılık”, “gereklilik” ve “makul olma” koşullarını da karşılamamaktadır. Gazze Şeridi’ne yönelik kısıtlayıcı politikasını güvenlik ihtiyaçlarının haklı gösterebileceği boyutun çok ötesine geçiren İsrail, askeri amaçla kullanılması mümkün olmayan günlük tüketim maddelerini dahi sivil halkı cezalandırmak maksadıyla yasaklamıştır. Bu durum sözde ablukanın keyfiliğini de açıkça ortaya koymaktadır.
Uluslararası hukuk, sivil halka açlık çektirmek amacıyla uygulanan, ya da orantısız zarar veren ablukaları yasaklamaktadır. BM Güvenlik Konseyi, BM İnsani Yardım Mekanizması OCHA, Dünya Gıda Programı, Uluslararası Kızılhaç Komitesi, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Dünya Bankası, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, BM Kalkınma Programı ve BM Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı gibi çok sayıda uluslararası kuruluşun Gazze’deki insani durumu “dehşet veren”, “kabul edilemez”, “sürdürülemez” veya “hukuk dışı” olarak nitelendirdikleri dikkate alındığında, İsrail’in sözde ablukasının uluslararası hukuka bu noktada da aykırı düştüğü bariz şekilde göze çarpmaktadır.
BM İnsan Hakları sisteminin en üst düzeyli görevlileri de dâhil olmak üzere, konuyu inceleyen tüm şahsiyetler İsrail’in sözde ablukasını “sivillere yönelik kollektif ceza” olarak nitelendirmişlerdir. İsrail’in bu uygulamalarıyla insancıl hukuku ve özellikle toplu cezalandırma yasağını ihlal etmiştir.
Bütün bu hususlar, İsrail’in sözde ablukasının ve buna bağlı tüm uygulamalarının yasal dayanaktan ve meşruiyetten yoksun olduğunu göstermektedir. Nitekim, BM İnsan Hakları Konseyi’nin saldırıyla ilgili olarak görevlendirdiği Veri Toplama Misyonu da, “abluka”yı hukuk dışı olarak nitelemiş ve bu noktadan hareketle, insani yardım konvoyunun İsrail tarafından durdurularak, yolcu ve mürettebatının gözaltına alınmasının da hukuka aykırı olduğu sonucuna varmıştır.
- Yukarıdaki hususlar, İsrail’in uluslararası yardım konvoyuna saldırısına dayanak gösterdiği “savaş hukuku”nu ihlal ettiğini ortaya koymaktadır. İsrail’in uluslararası yardım konvoyuna saldırısı esasen geçerli olması gereken barış zamanı hukukunun da ihlalidir. Açık denizde seyrüsefer serbestisi ve bayrak devletinin münhasır yetkisi ilkesi, deniz hukukunun en temel kurallarıdır. İsrail, açık denizde seyir halinde olan insani yardım konvoyuna hak ve yetkisi bulunmaksızın saldırarak bu kuralları ağır şekilde ihlal etmiştir.
- İsrail’in insani yardım konvoyuna gerek savaş, gerek barış zamanında geçerli hukuka aykırı biçimde düzenlediği saldırı, gerçekleştirilme tarzı bakımından da bütün uluslararası prensip, kural ve normları ayaklar altına almıştır.
Silahsız sivillerin bulunduğu konvoya kan dökülmesine mahal bırakmayacak şekilde müdahale etme imkânı varken, İsrail, can kaybını kaçınılmaz kılan bir yöntem benimsemeyi yeğlemiştir. Pruva üzerinden uyarı ateşi açmaktan dümeni devre dışı bırakmaya kadar çok sayıda mutad durdurma yöntemine başvurmayan İsrail, önce konvoydakileri sindirme ve korkutma cihetine gitmiş, daha sonra da gece karanlığında öldürücü kuvvet kullanarak gemilere baskın şeklinde saldırmıştır. Tüm bunları yaparken, öngördüğü vahşetin dünya kamuoyuna yansımaması için de gemilere elektronik karartma uygulamıştır.
İsrail, sivil yolcuların saldırıya karşı meşru müdafaaya başvurması üzerine yeni bir durum değerlendirmesi yapması gerekirken ve bunu yapmak için yeterli zamana da sahipken, bilakis, saldırısını daha da şiddetlendirmeyi tercih etmiştir.
Sonuç meydandadır ve tartışılacak hiçbir yönü de bulunmamaktadır.
Başta yaşam hakkı olmak üzere, temel insan hak ve özgürlükleri en kaba biçimde ihlal edilmiş; bu ihlaller yolcuların İsrail’den ayrıldıkları ana kadar yoğun bir biçimde devam etmiştir. BM İnsan Hakları Konseyi’nin Uluslararası Veri Toplama Misyonu’nun raporu da İsrail’in ihlallerini ve uyguladığı şiddeti en çarpıcı şekilde gözler önüne sermektedir.
Komisyonumuz, İsrail’deki ulusal soruşturma sürecinin, Uluslararası Veri Toplama Misyonu tarafından da teyid edilmiş olan gerçeklere rağmen İsrail silahlı kuvvetlerini aklayan bir biçimde sonuçlanmasını hayret, esef ve üzüntüyle karşılamaktadır.