Güncelleme Tarihi:
Ruhr Havzası’nın maden kentlerinden Bochum’da 1948 yılında dünyaya gelmiş.
Benim de gençliğimin önemli bir bölümünü geçirdiğim ve yüksek öğrenim yaptığım Bochum kentinde.
Aynı üniversitede, yani Bochum Ruhr Üniversitesi’nde Politik Bilimler, Sosyoloji ve Çağdaş Tarih öğrenimi yapmış.
Doktorasını da yaptıktan sonra yetişkinlerin eğitimi alanında bir süre çalışmış.
Daha sonraki yıllarda Bochum ve Hagen Yüksek Okullarında hocalık yapmış.
Henüz 16 yaşındayken Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi’nin (CDU) gençlik teşkilatı Genç Birlik’e (JU) üye olmuş.
İki yıl sonra da CDU’ya.
Gençlik yıllarında aktif olarak yerel politikada yer almış.
Daha sonraki yıllarda CDU’nun Kuzey Ren
Vestfalya (NRW) Teşkilatı’nın yönetiminde de.
* * *
Norbert Lammert 1980 yılından beri Federal Meclis milletvekili.
2005 yılından beri de Federal Meclis Başkanı.
Norbert Lammert, parti politikasıyla uyuşmasa bile düşündüklerini, aklından geçenleri söylemekle tanınan bir politikacı.
Partisinin genel başkanı ve Başbakan Angela Merkel’in nükleer santrallerin üretim süresinin uzatılması politikasını eleştirme cesareti gösteren ender CDU’lu politikacılardan biri.
Alman televizyonlarının program kalitesindeki düşüşü eleştirme cesareti gösteren nadir politikacılardan da biri.
Norbert Lammert, Türkler tarafından düzenlenen bir dizi etkinliklere katıldı.
Türkiye’nin Almanya Büyükelçisi Hüseyin Avni Karslıoğlu’nun verdiği iftara da.
Lammert’e farklı dinden insanların katıldığı bu iftardaki tabloyu nasıl yorumladığını sormuştum.
Herkesin dinini özgür bir biçimde yaşamasından, yaşayabilmesinden yana olduklarını söylemişti.
Katoliği ile Protestanı ile Müslümanı ile ateisti ile toplumların barış içinde yaşayabileceklerinin Almanya’da çok açık bir biçimde
görüldüğünü de.
Bundan son derece memnuniyet duyduklarını da.
* * *
Aşırı İslamcı teröristlerin Paris’te mizah dergisi Charlie Hebdo çalışanlarını acımasızca öldürmelerini protesto amacıyla Almanya’nın başkenti Berlin’deki tarihi Brandenburg Kapısı önünde Müslümanlar öncülüğünde bu yıl Ocak ayında düzenlenen etkinlik bittikten sonra Lammert’e neler hissettiklerini sormuştum.
Böyle bir etkinliğin Müslümanlar öncülüğünde düzenlenmesinden memnuniyet duyduğunu söyledi.
Bu ve benzer çirkin saldırıların tüm Müslümanlara mal edilmemesi gerektiğini ve Almanya’daki Müslümanların çok çok büyük bir bölümünün barış içinde yaşamak istediklerini hatırlatmış, “Biz de aynı şeyi istiyoruz, aynı düşünceyi paylaşıyoruz” demişti.
* * *
Almanya’ya Türk göçünün 46’ncı yılında yani 2007 yılında Norbert Lammert’le Federal Meclis’teki makamında uzun bir söyleşi yapmıştık.
Lammert, “Almanya’ya Türk işgücü göçü bundan 46 yıl önce başladı. Bu olgu Almanya, Almanlar ve Türkler için ne ifade etmekte?” sorumu şöyle yanıtlamıştı:
“Almanya’ya Türk göçü, çeşitli alanlarda Türk-Alman ilişkilerine yeni aspektler kazandırdı. Her iki taraf da yeni tecrübeler edindi. Onbinlerce insan birbirlerini kişisel olarak tanıma imkanı buldu. Ama tabii hem Almanlar hem de Türk vatandaşları için bazı sorunlar da ortaya çıktı. Ben hep şunun altının çizilmesini istiyorum... Sorunlardan bahsederken, Türkleri buraya bizim davet ettiğimiz unutulmamalı. Ekonomik meydan okumalarla kendimiz baş edemediğimiz bir dönemde Türkleri bu ülkeye biz davet ettik.”
“Siz Türklerin yoğun olduğu bir bölgede, Ruhr Havzası’nda büyüdünüz. Türklerle ne gibi kişisel tecrübeleriniz oldu?” soruma da, “Gerçekten de ben göç yoluyla oluşmuş bir bölgeden, yani Ruhr bölgesinden geliyorum. İki üç dalga halinde kitle göçü yaşanmasıydı bu bölge oluşmazdı. Türk göçünden önce 19’uncu yüzyılın ortasında ve 20’nci yüzyılın ilk çeyreğinde bu bölgeye büyük bir göç yaşandı. Günümüzde böyle bir göç tahayyül bile edilemez. Bu dönemlerde bölgeye 4 milyon insan göç yoluyla geldi. Büyük bir sanayi bölgesi olarak Ruhr bölgesi göç olmasıydı var olmazdı. Türk göçü ise 60’lı yıllarda başladı. Ruhr bölgesine de yoğun Türk göçü yaşandı. Ben şahsen çok sayıda Türk vatandaşı tanıyorum. Ben, Federal Meclis’teki arkadaşlarım ve Alman toplumunun önde gelen temsilcileri genelde Alman toplumuna uyum sağlamış Türkler ve diğer göçmenlerle daha sıkı ilişki içinde” yanıtını vermişti.
Tabii Lammert’e, “Uyumdan bahsettiniz. Sizce uyum nedir? Ne zaman uyum sağlanmış sayılır?” diye de sormuştum.
Şöyle yanıtlamıştı: “Bu sorması kolay ama yanıtı çok zor bir soru. Çünkü bu öyle somut birkaç kriterle ölçülen bir şey değil. Öyle deprem ölçeği gibi bir uyum ölçeği yok. Ama uyumla ilgili tabii bazı kriterler var. Tabii gerçekleşen veya gerçekleşmeyen uyumdan bahsederken objektif ve sübjektif algılamaları da göz önünde bulundurmalıyız. Bunlar her zaman birbiriyle örtüşmez. Örneğin bazı insanlar kendilerine göre uyum sağlamışlardır. Çünkü onlar kendilerini öyle hissetmektedir. Ama başkaları ise onların uyum sağladığı görüşünde değildir. Aslında uyum sağladıkları halde kendilerini uyum sağlamış gibi görmeyenler de vardır.
Uyum kriterlerinin başında dil gelmektedir. Dile hakim olmak. Yaşanılan ülkenin dilini bilinmeden o toplama tam uyum sağlamak mümkün değildir. İkinci kriter; kendi akrabaları ve dostları dışında düzenli bir şekilde diğer insanlarla irtibat halinde olmaktır. Yani derneklerde, cemiyetlerde, spor kulüplerinde, yardım kuruluşlarında birlikte çalışmak. Tabii en önemlisi ise bir işte çalışır olmak.”
* * *
Lammert’e AB üyesi olmayan ülkelerden gelen göçmenlerin yerel seçimlere katılma hakkıyla ilgili neler düşündüğünü de sormuştum.
Yanıtı şöyleydi: “Ben bu konuda çok çekimser davranıyorum. Tamamen böyle bir imkanı yok saymak istemiyorum. Ama ben bu ülkeye uyum sağlayan, bu ülkenin kıvancını da acısını da paylaşan, toplumdaki politik, ekonomik ve sosyal gelişmelere katılanların bu ülkenin, eyaletlerin ve kentlerin temsilcilerini Alman vatandaşı olup belirlemelerinden yanayım. Son yıllarda Alman vatandaşlığına geçiş koşullarını önemli ölçüde kolaylaştırdık. Biz hiçbir zaman uyumun ancak Alman vatandaşlığı ile sağlanacağını savunmuyoruz ve bunu da beklemiyoruz. Biz Alman vatandaşı olma imkanı sunuyoruz. İsteyen bundan yararlanır. Şayet saygı gösterilecek nedenlerle bir şahıs Alman vatandaşlığı imkanından yararlanmak istemiyorsa, o da tercihini başka öncelikleri için yapmış demektir. O nedenle seçim hakkı Almanya’da Alman vatandaşlığı ile bağlantılı olmalı. ‘Canım burada yalnız yerel düzeyde seçim hakkı verilmek isteniyor’ demek doğru olmaz. Çünkü ikinci sınıf bir seçim olmaz.”
“Almanya’daki Müslümanlar okullarda İslam dini dersleri verilmesini talep ediyorlar. Siz bu talebi nasıl değerlendiriyorsunuz”soruma da, “Ben Almanya’daki okullarda İslam dini dersleri verilmesini savunanlardanım. Bu konuyla yakından ve acil olarak ilgilenmeliyiz. Ama şu çok açık olmalı. Bu dersler okullardaki tedrisat çerçevesinde verilmelidir. Bir program saptanmalı ve ona göre verilmelidir. Tabi bu işin ehli ve pedagoji formasyonu olan öğretmenler tarafından verilmeli.”
O dönemde okullarda Türkçe konuşulup konuşulmaması tartışmaları da vardı. Tabii Lammert’e, “Geçen yıl Berlin’deki bir okluda teneffüslerde bile Almanca’dan başka dil konuşulmaması uygulaması başlatıldı. Başka kentlerde de benzer girişimler oldu. Siz bu girişimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?” diye de sormuştum.
Yanıtı çok açıktı: “Ben Almanya’daki okullarda yabancı dillerin öğretilmesinden yanayım. Benim eşim Ruhr bölgesinde Türk öğrencilerin yoğun olduğu bir lisede öğretmenlik yapıyor. Bu lisede Türkçe yabancı dil olarak tedrisat çerçevesinde verilmektedir. Biz uyumdan bahsederken, bu ülkeye uyum sağlamak isteyen insanlardan kendi kökenlilerinden ve kendi kültürlerinden kopmalarını değil, bağlarını ve bağlantılarını korumalarını istiyoruz. Bu Türk kökenliler için de geçerlidir. Bu bağların ve bağlantıların korunmasında dil önemli bir unsurdur. O ülkenin dilini bilmeden bağların ve bağlantıların korunması mümkün değildir.”
* * *
Bu yıl 24 Nisan’da Ermeni olaylarını anma töreninde Federal Meclis’te yaptığı konuşmasında Norbert Lammert, “1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun dünya kamuoyunun gözleri önünde yaptığı bir soykırımdır” demişti.
Kendisiyle bir daha görüşemedim. Şayet görüşebilseydim, “Sayın Lammert, 6 Haziran 2005 tarihinde Sol Parti’nin dışında Federal Meclis’te grupları bulunan tüm partilerin, yani CDU/CSU, SPD, Yeşiller ve Hür Demokratların (FDP) ortaklaşa verdikleri önerge ‘1915 yılındaki Ermeni sürgünü ve katliamını anma ve hatırlama’ başlığını taşıyordu. Acaba son 10 yılda neler değişti de sürgün ve katliam soykırıma dönüştü?” diye soracaktım.