Güncelleme Tarihi:
Ghetto'da sahnelenen ve kapalı gişe oynayan Gazino Arabesk'i izleyenler arasında şair Murathan Mungan da vardı. Festivalin en ilgi gören oyunlarından birinin yönetmeni Neco Çelik'le İstanbul'da „Almancı“ kavramı ve gelecekteki projeleri üzerine görüştük.
-Siz kendinizi Almancı olarak görüyor musunuz?
Benim öyle bir derdim yok. Kendimi tabi ki Almancı olarak tanımlamıyorum. Zaten bu bizim kendimizi tanımlamamız değil, diğerlerinin tanımlaması ve öyle görmesi. Veya öyle görmek istemesi. Ben kendimi şöyle tanımlıyorum: Ben Neco Çelik.
-Peki size göre diğerlerinin „Almancı“dan kastı ne?
Önce gurbetçiydik, sonra Almancı olduk. Belki ileride de Alman oluruz. Müsaade ederlerse. Aslında bu Almancı tabiri Almanlardan gördüğümüz dışlamanın, tepkinin Türkiye'deki farklı adlandırılması. Türkiye'de de Almancı denilerek farklı kategoriye sokuluyoruz. Dışlamanın başka bir boyutudur bu. Almanya'da doğup büyüyen insanları kastediyorlar. Ama o kadar basit değil. Olumsuz bir imajı var. Öte yandan milletimiz herşeye bir isim taktığı için çok da abartmamak lazım. İsim takma konusunda şampiyonuz.
-Göçün 40. yılında Almancıların durumunu nasıl görüyorsunuz?
Büyük bir fark var. Anne ve babalarımız Almanca bilmeyen, okuma yazma bilmeyen insanlardı. O insanların çocukları şimdi sadece Almanca'yı bilmekle kalmıyor, ekonomide sanatta, kültürde, edebiyatta, futbolda siyasette ürünler veriyor. Uluslararası başarılara imza atıyor. Almanya'ya kök salmışlar. Hayata entegre olmuş insanlar. Şimdi ise Almancı festivalinin arkasındaki hikayenin büyüklüğüne bakın. Biz İstanbul'a, Türkiye'den gelen anne ve babalarımızı temsil etmeye gittik. Almanya'yı temsil etmeye gittik. Aslında inanılmaz bir olay. İstenmeyen belki biraz ağır olur ama iki tarafın da kerhen kabul ettiği, küçümsediği bu insanlar, „Almancılar“ yani bizler, sembol oluyoruz. Yani biz iki ülke arasında köprüyüz. Vay be...
-İki ülkenin sizlere öyle bir rol biçtiğini mi düşünüyorsunuz?
Öyle olduğunu düşünmek bir yana bunun farkına varmak güzel bir şey. Bizler bu durumla oynayabiliriz, bunu kullanabiliriz. Fazla ciddiye de almamalıyız. İki taraf da bizim üzerimizden politika yapmaya çalışıyor. Kazanmaya çalışırsak kaybeden biz oluruz. En iyisi biz kendi filmimizi, kendi hikayemizi yapalım.
-Her iki tarafa da yani Türk ve Alman tarafına da ait olmama gibi bir durum bu!
Bu bizim en büyük özgürlüğümüz. Özgürlüğü elimizde tutmamız lazım. Yoksa kullanıp atılabilirsin.
-Peki iki ülkenin politikaları tarafından kullanılıyor musunuz? Bir sanatçı açısından hoş olmasa gerek...
Tabi ama olumlu bir kullanma bu. Bizler için de bir şans. Sesimizi duyurmak, sanatımızı göstermek açısından önemli. Genç nesil olarak ne düşünüyoruz bunun kararını biz verebilmeliyiz.
-Almancı festivalini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yaklaşık 10 gün boyunca tiyatro, sinema ve söyleşileriyle inanılmaz bir festival oldu. Ama bu noktada önemli bir eleştiri yapmak istiyorum. Böyle bir festivali Almanya finanse ediyor. Orada yaşayan Türk kökenli sanatçıları görmezden gelen, onların sanatına destek çıkmayanlar, sonra içimizden birileri uluslararası başarı kazanınca, „İşte Türkler“ diye sahiplenmeye kalkıyor. BU beni rahatsız ediyor.
-Peki Almanya'daki genç nesil Türkler, Yahudiler gibi sanat alanında ürünler verip Almanya'da kök salabilecek mi?
Kesinlikle inanıyorum buna. Daha ötesine de gibelilirler. Çünkü hikayeleri çok farklı. Ve iletişim çağı çok etkili. Biz şovu seven milletiz. Türkiye'deki Türkler de Almanya'daki Türkler de bu böyle. Zaman içerisinde kalite de artacaktır.
-Peki İstanbul'da hangi oyunu sahnelediniz?
Oyunun adı „Gazino Arabesk“. 80'li yılların sembolü. O yılların arabesk hayatı. Arabesk görüşü Almanya'ya adapte ettik. Şimdi Almanlar da arabesk durumda.
-Nasıl?
İşsizlik, kriz, sosyal durumlar, yabancılarla Almanlar arasındaki fark, iki Almanya'nın birleşmesinden sonraki sorunlar. Şimdi onlar arabesklerini yaşıyor.
-Gazino Arabesk oyununda Alman arabeski de var mı?
Bir ucuyla evet. Sonuçta arabesk şarkılar Almanca söyleniyor. Gazino havasını gösteriyoruz. Gazinonun patronundan şarkıcısına, yeni şarkıcısından Alman işçisi ve temizlikçisine kadar herkesi gösteriyoruz. Küçük bir dünyayı gazino atmosferinde anlatıyorum. Kendi içinde bir de dramı var.
-Almanya'da doğup büyümüş akademisyen Türkler, Türkiye'ye dönmeye başladı endişesi var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye'ye verebilecekleri neler var?
Mesleklerinin ne olduğuna bağlı. Bir mühendis ile sanatçının verebilecekleri çok farklı. Ama sonuçta Türkiye için kazanç olur. Bir akademisyen Almanya'da bulamadığı saygınlığı Türkiye'de bulabiliyor. Ancak ben bunu global hayatın getirisi olarak görüyorum.
-Tityaro ve film projeleriniz var mı?
Kasım ayında Almanya'nın birleşmesinin 20.yılı dolayısıyla bu birleşmeyi bizim gözümüden anlatan bir oyun sergiliyoruz. O birleşmenin Türkler üzerinde de etkileri oldu. Hatta daha fazla. Çünkü duvarın düşmesiyle Türk aileler zor durumda kaldı. Tabi özellikle duvar yıkılmayacak düşüncesiyle duvarın öbür yanında aile kuranlar için. Ayrıca 2010 yılında Stuttgart operasında, Duvara Karşı'nın opera versiyonun sahneliyorum.
-Feridun Zaimoğlu'nun, Lessing'in „Bilge Mesih“ten uyarladığı „Natan Masias“ı sahnelediniz. Tepkiler nasıldı?
Bazı Alman eleştirmenlerden „Bu o kadar büyük bir oyun ki siz küçüksünüz küçük şeylerle uğraşın“ havasında eleştiriler vardı. Oyunun içeriksel ve tiyatral eleştirisinden çok bu vardı. Oyunun büyüklüğü ve bizim bunu ne hakla kullandığımız havası estirdiler. Ancak beğenlenler de çoktu. Benim önceki tiyatro oyunum Kara Bakireler'le kıyasladılar.
-Gerçekleştirmek istediğiniz bir film projesi var mı peki?
Futbol üzerine güzel bir hikayem var. Her iki ülke için de çok ilginç bir hikaye. Futbol manyağı olduğumuz için, herkesin ilgisini çekebilecek bir konu. Almanya'daki gençler hangi takımda oyanayacaklarını bilmiyor, kararsızlar. Mesut Özil Almanya'yı tercih etti diye kopan fırtınaları gördük. Ben daha çok toplumsal boyutuna da bakıyorum.