Güncelleme Tarihi:
Geçen hafta pazar günü Almanya'nın Saarland, Saksonya ve Thüringen eyaletlerinde parlamento seçimleri, Kuzey Ren Vestfalya'daki (KRV) yerel seçimler yapıldı. Seçim sonuçlarını çok sayıda yerli ve medya mensuplarının doldurduğu Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi'nin (CDU) Berlin'deki genel merkezi Konrad Adenauer Evi'nde izledim.
CDU Genel Başkanı ve Başbakan Angela Merkel'in 27 Eylül'de yapılacak genel seçim öncesi sürdürdüğü seçim kampanyasına destek veren “Genç Birlikçiler” de vardı salonda.
Televizyonlar saat tam 18.00'de ilk seçim tahminlerini verdi.
Buna göre CDU'nun Saarland'da yüzde 34, Thüringen'de yüzde 32 ve Saksonya'da da yüzde 40 oranında oy alacağından hareket ediliyordu.
Bu rakamlar CDU'nun Thüringen'de yüzde 12, Saarland'da yüzde 13 ve Saksonya'da da yüzde 1 civarında oy kaybettiğini gösteriyordu.
Böyle olmasına rağmen salondaki “Genç Birlikçiler”den yoğun bir alkış geldi.
Tabii bu alkış CDU'nun oy kaybına değil, partinin diğer partilerden daha fazla oy toplamasınaydı.
Nitekim bu tutumu kısa bir süre sonra CDU'nun Genel Sekreteri Ronald Pofalla da sergiledi.
Pofalla, seçim sonuçlarını değerlendirmek için kürsünün başına geçtiğinde “CDU 4 eyalette de seçimlerden en güçlü parti olarak çıkmıştır” dedi.
Aslında Pofalla'nın bu söylediği yanlış değildi.
Rakamlar, bu söylemin doğruluğunu tasdik ediyordu.
Ancak CDU, hem Thüringen'de hem Saarland'da tek başına iktidarı kaybettiği halde Pofalla'nın seçim sonuçlarını adeta partisinin bir “zaferi” gibi yansıtması bir hayli şaşırtıcıydı.
Fakat diğer partilerde de durum daha farklı değildi...
SPD'nin Berlin'deki genel merkezi Willy Brandt Evi'nden görüntüler ekrana geldiğinde partinin Genel Başkanı Franz Müntefering'in de sosyal demokratların başbakan adayı olan Federal Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier'in de adeta seçimleri kazınmış gibi bir tutum sergilediği gözden kaçmadı.
Müntefering de Steinmeier de “siyah sarı koalisyon”u (CDU/CSU-FDP) engellemekle övünüyorlardı.
Oysa ki, SPD Saarland'da sadece yüzde 24.5, Thüringen'de yüzde 18.5 oranında oy almıştı.
Saksonya'da ise SPD toplam oyların ancak yüzde 10'unu alarak bir “halk partisi” olma özelliğini adeta kaybetmişti.
Böyle olduğu halde Müntefering'in de Steinmeier'in de tam bir “zafer havası” yansıtmasını anlamak mümkün değildi.
Bu seçimlerden en karlı çıkan hiç şüphesiz FDP ile Yeşiller'di. Çünkü bu partiler, Thüringen'de 15 yıl sonra yeniden Eyalet Parlamentosu'na girmeyi başardılar.
Diğer eyaletlerde de oy oranlarını artırdılar.
Bu durum Sol Parti için de geçerli.
Sol Parti ilk kez Batı'daki bir eyalette, yani Saarland'da toplam oyların yüzde 21.3'ünü alarak “mümkün olmayanı” başardı.
Seçimlerden karlı çıkan bu partilerin liderleri, haklı olarak adlıkları sonuçlarla övündü.
Yani, seçim akşamı kaybeden de kazanan da “mutlu” bir tablo sergiledi.
Bu durum beni Türkiye'deki seçim akşamlarına götürdü.
Oy oranı yarıya düştüğü halde Türkiye'deki parti liderlerinin seçim sonuçlarını hep “zafer” gibi değerlendirip, koltuklarına sımsıkı sarıldıkları aklıma geldi.
Taibii bu durum bende Alman politikacıların “Türkleşmeye” başladığı izlenimi de yarattı.