Güncelleme Tarihi:
Kömür madenleriyle ünlü Belçika’ya gelen Türklerin tamamı madende çalışmaya başladı. Şu anda yarıya yakını Belçika vatandaşı olmuş 220 bin civarında Türk bu ülkede yaşıyor. Ancak devlet sübvansiyonlarının kaldırılması nedeniyle madenler 1990 yılına kadar tamamen kapandı. Türklerin bir kısmı malulen, bir kısmı da erken emekli oldular.
Emekli olanların önemli bir kısmı Belçika’ya yerleşti. Yazları Türkiye, kışları Belçika’da yaşıyorlar. Madenlerin kapanması sonucu Türkler diğer sektörlere yöneldi. Böylece bir çok alanda ‘eski madenci Türkler’ başarılı girişimciler oldu. Şu anda nakliyat, inşaat, gastronomi gibi sektörlerde ülkede söz sahibi durumundalar.
Türk nüfusunun çoğunluğu Schaerbeek, Gand, Anvers, Charleroi, Genk, Saint-Josse, Beringen, Heusden-Zolder, Bruxelles- Ville ve Liége kentlerinde yaşar. 1973’te sadece Beringen madeninde 3 bin kişi çalıyordu. 250 kadarı Türk’tü. Sonra Türklerin sayısı 700’e kadar çıktı.
Bakın işte orada bir cami var
Belçika ’daki son madenci Türklerin izlerini sürmeye devam ediyoruz. Şimdiki durağımız Beringen. Başkente yaklaşık 60 kilometre uzakta 40 bin nüfuslu eski bir maden kenti burası. Madenci Türk aradığımızı söyleyince, gösteriyorlar:
“Bakın işte orada bir cami var. Yanındaki de çay ocağı. İçeridekilerin tamamı eski madencidir.” Camiye giden yolun sağ tarafında sıra sıra dükkanlar var. Berber, kasap, market, kahvehane. Bir doktor muayenehanesi, fırın... Hepsi Türk. Türkler buraya yerleşmiş. Geri dönme hayalleri bir çoğu için artık hayal olmuş. Buraya çalışmaya gelen Türk madenciler arasında Belçika’ya ağıt yakan ile var. Yolun karşı kaldırımı ise maden ocağının sınırı. İleride devasa asansörüyle, şimdi müzeye dönüştürülmüş Beringen maden ocağı eski ihtişamlı günlerindeki gibi duruyor. Ama terk edilmişliğin hüznü çökmüş gibi üzerine.
ÇİFTE MİNARENİN GÖLGESİNDE
Belçika’daki çift minareli tek cami Fatih Camii’ymiş. Anadolu’daki camileri andırıyor. Cuma namazı öncesi ise öğlen ezanı minareden okunuyor. Hergün İslam’ı yakından tanımak isteyen Belçikalı konukları ağırlayan caminin öyküsünü dernek başkanı Seyfettin Çınar anlatıyor:
Trabzon’a kilise yaptırırlar mı, ama biz ezan bile okuyoruz
Seyfettİn Çınar (59): Trabzon, Araklı doğumluyum. 1973’te 22 yaşındayken geldim. 20 yıl madende çalıştıktan sonra 1993’te emekli oldum. Türkiye’de şofördüm. Evlenerek aile birleşimiyle geldim. Kayınpederim 1963’te ilk gelenlerden. 1978’de trafik kazasında öldü. 7 çocuğum var. Hepsi evli. Dört kız, üç oğlum var. Hepsi fabrikalarda çalışıyor. Hepsinin kendine ait evi var. İşsizlik sorunu yok. Önemli olan Belçikalılarla uyum içinde geçinmek. Hiçbir sorunumuz yok.
Çifte minareli camimiz var. Belçika’da tek çifte minareli cami burası. Cuma ezanlarını minareden okuyoruz. Komşularımızla iyi ilişkilerimiz var. Şimdi biri Trabzon’a gelse kilise yapmaya kalksa ne yaparız? Bu Belçikalılar gerçekten iyi insanlar. Gençler burada spor faaliyetleri yaparlar. Futbol kulübümüz çok iyi. Camiyi 1994’te tamamen kendimiz, 60 milyon Frank’a hiç borç almadan mal ettik. 2 bin kişi ibadet edebiliyor. Belçikalılar otobüslerle gelip geziyorlar. Rehberlerden bilgi alıyorlar. Yeni bir lokal yaptırdık. Burada ağırlıyoruz. 450 üyemiz var. Cemaatimiz, Türkiye’nin bir kopyası gibi. Her yöreden insanımız var. Ben yedi yıldır başkanım.
Turist geldim buralı oldum
Mükremİn Akyil (70): Kayseriliyim. Memlekette çiftçiydik. 1965’te turist olarak geldim. Daha sonra işçi oldum. 42 yıllık Belçikalıyım. Beringen madeninde 22 yıl çalıştım. Maden kapanınca 1989’da emekli oldum. Beş ay Kayseri’de 7 ay Beringen’de kalıyorum. Dört çocuğum var. Hepsi evli. Çocuklarımdan sadece biri madende çalıştı. 17 yaşında yanıma işe aldırmıştım. Kapanınca onu da malulen emekli yaptılar. Baba oğul emekli olduk. Maden insana kasvet verir. Hele bizim gibi çiftçi kısmı için daha da zordur. Çünkü açık dünyadan kapalı dünyaya iniyorsun. Yer altı bambaşka bir dünya. Ama zamanla alıştık. İlk yıllar zor geçti. Çektiklerimiz bizi şair yaptı. İki şiir kitabı bastırdım.
Madene ağıt
1965’te geldim Belçika’ya Sıra sıra dağlar girdi araya Hergün boyanıyorum simsiyah karaya Bırak da bizi gayrı gidelim gurbet Her zaman sisli Belçika’nın havası Vücudumda benek benek kömür yarası Yiğidin aklından çıkar mı sılası Bırak da bizi gayrı gidelim gurbet.
Tek kişiydim, şimdi 30 kişilik aileyiz
Sadrettİn Koçak (73): Karslıyım. Ama İzmir’de yaşıyordum. 1964 yılının 31 Mart günü madende iş başı yaptım. Geleli üç gün olmuştu. 1966’da ailemi getirdim. 1988’de malulen emekli oldum. Bir yıl sonra da madenler kapandı zaten. Ben çalışırken oğlumu işe aldırmıştım. Kapanmayı görmek bana değil, oğluma nasip oldu. Çocuklarımın altısı da burada doğdu. Bir oğlum öğretmen. Diğeri de madene aldırdığım oğlum Selahattin sonra kendini çok geliştirdi. Kitaplar yazıyor.
Belediye Meclisi Üyesi. Eskiden çocuklarımdı şimdi komşularım oldular. Tek kişi gelmiştim, şimdi 30 kişiyi de geçtik. Evim camiye 600 metre. Evle cami arasında gidip geliyoruz. Maden her an tehlike demek. Acemiliğim şu masanın altında geçti diyebilirim. Daracık bir alanda çalıştık. Nefes bile zor alınırdı.
Namaz ile boğaz arası yaşayıp gidiyoruz
Bayram Karaçalı (79) / Denizli: 1964’te Mons madenine geldim. 5 yıl bu madende çalıştım sonra maden kapandı. Ben de Beringen’e geldim. Denizli’de inşaatta çalışıyordum. Almanya’ya ilk işçiler gitmişti. İzne geldiklerinde çok memnun olduklarını anlatıyorlardı. Ben de gitmeye karar verdim. İş ve İşçi Bulma Kurumu’na yazıldım. Almanya istemiştim ama “Belçika’ya gider misin?” dediler.
Vasıfsız olduğum için Almanya olmuyormuş. “Giderim” dedim. 1 Temmuz 1964’te ilk kez madene indim. Asansörü görünce paniğe kapıldım. 787 metre yerin altına iniliyordu. İlk inişimi hiç unutmuyorum. Sesler hâlâ kulağımda. Zamanla alıştık. Rum tercümanımız vardı. O Flamanca’dan tercüme ederdi. Daha sonra Ahmet Ersoy diye bir tercümanla çalıştık. Dört çocuğumu da everdim. Büyük oğlum kısa süre madende çalıştı. Hepsinin başka işleri oldu. Şimdi Türkiye’ye gitmek istiyoruz ama gidemiyoruz. Altı torunumuz var. Küçükler saat 08.30’da gelirler. Hanımla biz bakıyoruz. Çocuklar çalışıyor. Şu anda yaşamımı sorarsanız, ‘namaz ve boğaz’dan ibaret derim.
Öküzümü satıp geldim
Yaşar Çal (79) / Aksaray: 16 Ocak 1964’te Beringen’e geldim. Ankara’da İş ve İşçi Bulma Kurumu Müdürü Naki Tezel muayeneyi geçenleri toplayıp konuşma yaptı. Dedi ki; “Delikanlılar size 14 gün izin. Kiminizin ceketi, kiminizin ayakkabısı eski. Gidin beyaz gömlek ve bir takım elbise ile gelin. Mintanlarınız beyaz, ayakkabılarınız siyah olacak. Sizi Brüksel’de bandoyla karşılayacaklar, ona göre.” Bir öküzüm vardı, 350 liraya sattım. Takım elbise yaptırdım. Naki Bey bu kez, “Karşılama töreninde sakın yan oturmayın. Dik oturun. Ceketlerinizi düğmeleyin.
Ayak ayak üstüne atmayın. İçki içmeyin, sarhoş olursunuz. Gazoz için” dedi. Elimize birer file verdiler. Kumanyamız patlıcan konservesiydi. Uçaktan indik. 80 kişi kadardık. Bando çaldı. Çok güzel bir manzaraydı. Toplandığımız salonda Tezel’in öğütlerini tuttuk. Hepimiz dik oturuyoruz, gık çıkmıyor. Kimse alkol içmiyor. Herkesin üstü başı tertemiz. Tercüman daha sonra oranın belediye başkanının söylediklerini şöyle anlatırdı; “Yahu bunlardan madenci olur mu? Bunlar memur kılıklı adamlar.”
Madende ilk gün
Madene indiğim ilk günü bugün gibi hatırlıyorum. Miğfer, lamba taktılar. Türkçe konuşan Rum tercümanımız Niko bizi indirdi. Bir delik var. İçine girip ilerliyoruz. Oklar var, onları takip ediyoruz. Tercüman bir kayboluyor, bizim yüreğimiz ağzımıza geliyor. Sonra çıkıp bir delikten bağırıyor. Ona doğru yürüyoruz. Yaşlı bir şefimiz vardı. Bize bir şeyler anlatırdı. Anlayamayınca sinirlenip bağırır çağırırdı. Miğferini kafasından çıkarıp yere vururdu. Sadece “Türk” dediğini anlardık.
YARIN: MADENDEN ÇIKAN CEVHERLER: TERFİ EDENLERİN ÖYKÜSÜ