Güncelleme Tarihi:
Zafer Şenocak, Almanya'daki ender Türk aydınlarından biri. Geçtiğimiz haftalarda kendisiyle, Almanya'daki uyum ve Türk kültürüne yönelik yaptığım röportajda hepimizin üzerinde düşünmesi gereken ciddi özeleştirilerde bulundu. Bunlardan bence en önemlisi, Türk devletinin Almanya'da yaşayan Türk toplumuna bakış açısı ve henüz Türk kültürünü tanıtabilecek Türk Kültür Evi'nin bulunmamasına yönelik eleştirisiydi. Aslında Berlin'de bir Türk Evi'miz var. Hem de çok merkezi bir yerde. Evet yılda bir kaç resim sergisi, birkaç edebiyat akşamı, folklor kursları ve çok sayıda toplantı (Bir çoğu içeriğini ertesi gün unuttuğumuz sevimli bazen de sevimsiz buluşmalar desek daha doğru olur) yapılır. Adı var ama kendisi yok gibi bir şey. Tabi şu da unutulmamalı. Zafer Şenocak'ın eleştirisinde de değindiği gibi bu sadece devletin sunumuyla ilgili olan bir durum değil. Bu kavramın içini doldurabilecek, kültürel anlamda toplumsal gelişme de önemli. Ancak ben yine de Zafer Şenocak'ların Emine Sevgi Özdamar'ların, Neco Çelik'lerin, Şermin Langhoff'ların, Gültekin Emre'lerin, Ünal Yüksel ve Muhabbet'lerin yaşadığı Berlin'de Türk Evi'nin çok daha verimli ve adına yakışır çalışmalar yapabileceğini düşünüyorum. Ancak bu elindeki malzemeyi kullanmayı bilmekle olur. Daha da önemlisi bu ismi geçen insanların varlığından haberdar olmakla başlar. Aksi halde vatandaşın arasında “Devlet boş yere kirasını ödüyor” dedikoduları bitmez.
BÖYLE OLUR ROCKÇILARIN DÜĞÜNÜ
Berlin Berlin olalı böyle düğün görmedi. Eee damat rock gitaristi olur ve arkadaş çevresi de rockçılardan oluşursa alışılmış Türk düğünü beklenemez zaten. Taşkafalar'ın gitaristi sevgili Yalım ve Şenay'ın düğününden bahsediyorum. Yaklaşık 100'e yakın yakın aile çevresi ve dostun katıldığı bir düğündü. Saarbrücken'den Divan grubunun gür sesli vokalisti Gültekin de vardı. Gitarı eline alıp Rock&Roll da söyledi, “Bir of çeksem karşı ki dağlar yıkılır” türküsünü de. Sonra sahneye Emre çıktı. Barış Manço'dan seslendirdi. İki yaşındaki oğlu Uzay ve 8 aylık kızı Maya ile düğüne gelen Aslan da davuldaydı. Gelinimiz Şenay'ın kuzeni Özlem de, caz söyledi. Semra'nın “Dağlar dağlar” şarkısını Almanca versiyonla söyleme denemesinden sonra, bir ara düğünde olduğumuzu düşünerek halay çektik. Çekmeye çalıştık desek daha doğru olur. Halay grubunun ortasında kalan düğün fotoğrafçılarının bize bakıp gülmelerinden, halay çekemediğimiz anlaşılıyordu. Sonra gitarda damat Yalım, vokalde damat adayı Olkay, bas gitarda Thomas ve davulda “baba” Murat Taşfakalar olarak mini bir konser verdi. Düğünde turşu yiyemedik ama bol bol kafa salladık. Gelin ve damat adaylarına bir tavsiye. Hayatınızın en önemli gününü başkaları için değil kendisiniz için yaparsanız, sizin ve dostlarınızın unutamayacağı bir düğün yaşarsınız. Allah bir yastıkta kocatsın.
GİRİŞİMCİLİĞİN BU KADARI...
Bir “Girişimci ruh” olsa olsa ancak bu kadar olur. Sevgili Kaan'ı uzun yıllardır tanırım. Hatta Almanya'ya ilk geldiği yıllardan beri. Almanya'ya geleli daha kaç yıl oldu ki sevgili Kaan, bu kadar kısa zamanda bu kadar büyük işler... “Sen neymişsin be abi” dedirtecek bir çok yaratıcı fikirlere imza attın ve sonunda Kreuzberg'in en gözde mekanını açtın. Bugünlerde Cafe Luzia, hani şu “alternatif” (Ne demekse, neye alternatifse) dediğimiz camianın buluşma merkezi oldu. Avrupa Avrupa diye tutturduğumuz dönemde, “Cafe vor Wien” yani “Viyana önlerinde” (hay aklınla bin yaşa) adlı Cafe'yi açmıştın. Bu arada birkaç arkadaşınla başlattığın “çekirdek sinema” girişimini ve “Tellal” derginizi de hala unutmadık. Daha senden ne yaratıcı fikirler çıkacak diye merak ve sabırsızlıkla bekliyorum. Umarım yeni mekanın, “artık misyonumu tamamladım” rehavetine kapılmana neden olmaz.