Türk aşkı yüzünden evlatlıktan reddedildi

Güncelleme Tarihi:

Türk aşkı yüzünden evlatlıktan reddedildi
Oluşturulma Tarihi: Aralık 18, 2011 11:27

Almanya'nın Schleswig-Holstein Eyaleti'nin başkenti Kiel'de yaşayan dört çocuk annesi Karla Birkandan (55), 15 yaşındayken gönlünü bir Türk gencine kaptırmasıyla başlayan farklı göç macerasını bir kitapta topladı.

Haberin Devamı

Türk'e aşık olduğu için babasının evlatlıktan reddettiği Birkandan, henüz 18 yaşındayken gittiği Türkiye'de iş sormak için girdiği binanın belediye sarayı değil TBMM olduğunu güvenlikten sorumlu askerin havaya ateş açmasıyla anladığını söyledi. Birkandan'ın çığlığını duyup yardıma koşan ise dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'ten başkası değildi.

Almanya'nın en kuzeydeki eyaleti olan Schleswig-Holstein'ın başkenti Kiel'de yaşayan 25-40 yaşları arasında dört çocuk sahibi Alman Karla Birkandan, henüz 15 yaşındayken gönlünü kendinden 7 yaş büyük olan Türk gencine kaptırmasıyla başlayan farklı bir göç hikayesini Hürriyet'e anlattı.

Tüm yaşamını bir kitap haline getiren ve şimdi bunu yayınlamak için çeşitli yayınevleriyle görüşmeler halinde olan Karla Birkandan sorularımızı yanıtladı: “Babam o Türk'ü de seni de öldürürüm” dedi.

Sayın Birkandan Türk-Alman evlilikleri çok var, ama sizin yaşadıklarınız farklı bir boyutta.
Tamamen öyle. 1970'de ben daha henüz 15 yaşındayken, benden 7 yaş büyük olan Engin isimli bir Türk gencine aşık oldum. Üniversitede okumak için Kiel'e ağabeyinin yanına gelmişti. Biz beraber olmaya başladık. Benim ailem bunu duyunca kıyamet koptu. Sorun arkadaşımın olması değil, arkadaşımın 'Türk' olmasıydı.

Aileniz ne gibi tepki gösterdi?
En başta babam ve annem çok kızdılar. Derhal beraberliği bitirmemi istediler. Bende bunu reddedince ve hatta evlenmeyi düşündüğümüzü söyleyince babam iyice ölçüyü kaybederek, kesinlikle Türk damat istemediğini, Engin'i de beni de öldüreceğini söyledi. Hatta kendine sahte bir tabancada almıştı. Ben bunu polise anlatınca babam bir hafta hapis yattı. Sonra da tanıdığı doktorlara 'kızım bir Türk ile evlenmek istiyor, akli dengesini kaybetti' diyerek beni sahte raporlarla ruh ve sinir hastalıkları hastanesine sevk ettirdi. Ama orada 10 gün içinde olayın düzmece olduğu ortaya çıktı ve taburcu edildim.

Daha sonra hamile kaldım. Anne olacaktım ama daha evlenmemiştim. Yaşım küçük olduğu için ailemin rızası olmadan evlenemiyordum. İlk kez anne olurken belki sevinirler ve barışma ümidimiz doğar diye aileme haber vereyim dedim. Kendim aradığımda telefon direk yüzüme kapandı. Meslek eğitimi gördüğüm işyerindeki şefimeden benim hamile olduğumu aileme söylemesini istedim. O da söyledi. Babam "ya çocuğu aldırır, ya da bir saat içinde gelir eşyalarını alır ve bir daha yüzümüze görünmemek üzere kaybolur" dedi.

Eşyalarımı almak için eve gittiğimde annem 'o Türk'e gidiyorsan, bu evden bir zırnık bile alamazsın' dedi. Ağlayarak evi terk ettiğimi hatırlıyorum. Babam beni evlatlıktan reddetti ve ölümüne kadar benimle tek kelime dahi konuşmadı. Annemle çok sonra barıştık. Annem ve babamın bu davranışı beni Almanya'dan çok soğuttu. Şubat 1973'de ilk çocuğumuz oldu.

Türkiye'deki yaşamı ve Ecevitle tanışma
Yaşamınızı Kiel'de mi sürdürdünüz?
Hayır. Çünkü Engin'in ciddi anlamda oturma müsaadesi sorunu vardı. Öğrenci olarak geldiği ama üniversiteyi astığı için Türkiye onu askerliğe çağırıyordu. Almanya'da kalıcı oturumu olmadığı için Türkiye'ye gittiğinde tekrar dönmesi sorun olacaktı. Tek çözüm bir an önce evlilik yapmamızdı. Bunun içinde yaşım 18'den küçük olduğu için mahkemeden bir belge çıkarmam gerekiyordu. Mahkemeye başvurdum. Mahkemede beni dinleyen hakim 'Ben bir Alman kızına Türk ile evlensin diye izin çıkartmam' dedi.

Yaşım reşit olmadığından mahkeme kararı olmadan resmen evlenemiyorduk. Annem babamla ilişkim olmadığı için onların onayını da alamıyordum. Mahkemede bayıldım. Ayıldıktan sonra hakim yanıma geldi. Herhalde biraz insafa geldiği için 'Ben iki ay sonra emekliye ayrılıyorum. Ben gittikten sonra şansını tekrar dene' dedi. Bu olaydan birkaç gün sonra polis eve geldi. Artık eşimi sınırdışı etmek istiyorlardı. Onlar bize çok iyi davrandılar. İnanamadılar bize bu kadar zorluk çıkarıldığını. 'Eşimi götürürseniz, kendimi balkondan aşağıya atarım' dedim. Bunun üzerine polis bana bir telefon numarası verdi, 'Biz eşinizi alıp karakola götüreceğiz ve işlemleri ekstra yavaş tutacağız. Sizde bu arada o verdiğim telefon numarasını arayın, o kişi size mutlaka yardım eder' dedi.

Numara yabancılar dairesinin müdürüymüş. Ona durumu anlattım. Çok anlayış gösterdi ve karakolu arayarak eşimin sınır dışı edilmemesi talimatını verdi. Dört saat sonra eşim eve geldi. Bize altı hafta süre verdiler evlenmek için. Kasımda evlendik ve tam Noel gecesi 24 Aralıkta eşimin normal askerlik görevini yapmasını için İstanbul'a uçtuk.

Eşimin İzmir Narlıdere'de askere alındı. Bende onunla İzmir'e gittim ama tek kuruş gelirimiz yoktu. Evli askerlere az da olsa bir maaş verildiğini öğrendim. Ama yabancı kadınlarla evli askerlere verilmiyordu. Bayağı bir geçim derdi içindeydik. Kiel'den tanıdığım bir Türk arkadaşın ailesinin İzmir'de oturduğunu biliyordum. Onlara gittim. Bana İzmir'de zeytin bahçelerinde iş buldular. Diğer kadınlarla birlikte sabahın köründe zeytin toplamaya gidiyorduk. Orada para kazandım. Eşimin tayini İzmir'den Ankara'ya çıktı. Bu arada Kıbrıs Barış Harekatı başlamıştı ve eşimin birliği de Kıbrıs'a gönderilecekti.

“TBMM'yi belediye sarayı sandım”
Geçim sıkıntınız Ankara'da da devam etti mi?
Evet. Eşim askerde olduğu için benim çalışmam lazımdı. Ankara'da da iş aramam gerekiyordu. Ankara'yı hiç bilmiyordum. Almanya gibi sanıyordum. Almanya'da her şehrin merkezinde Rathaus (belediye sarayı) dediğimiz makam bulunur. Herhangi konuda yardım gerektiğinde oraya gidilirdi. Ankara'nın da en görkemli binası TBMM olduğu için orayı Ankara'nın belediye sarayı sandım. Kızımı kucağıma alarak iş sormak için oranın yolunu tuttum.

Ocak ayıydı. Ankara buz gibi soğuktu. Belediye sarayı sandığım TBMM'de kucağımda bebekle merdivenlerden çıkmaya başladım. Bir asker sert bir tonda bir şeyler söyledi ama Türkçe'yi bilmeme rağmen ne demek istediğini anlamadım ve merdivenlere çıkmaya devam ettim. Ben tam merdivenin sonuna geldiğimde bağıran asker havaya ateş açtı. Ben korkudan ilk gelen kapıdan kendimi içeri attım. Tam o anda gazetelerden yüzünü tanıdığım ve Başbakan olduğunu bildiğim rahmetli Ecevit'i uzun bir koridorda yürürken gördüm. Avazım çıktığı kadar adını bağırmaya başladım. O da herhalde silah sesini de duymuş olmalı ki, durakladı. Ecevit, yanında bir kaç kişiyle geldi yanıma. Biri o zaman Ecevit'in özel kalem müdürü olan Salih Kurt idi. O bana beni Türkiye parlamentosunda olduğumu bilip, bilmediğimi sordu. O zaman ne olduğunu anladım. Belediye sarayı sandığım yer TBMM idi. Beni Ecevit'in çalışma odasına götürdüler. Ben kendisine eşimin asker olduğunu, gelirimizin olmadığını ve yabancı olduğum için eşime evli askerlere verilen maaşın verilmediğini bunun haksızlık olduğunu ve iş sormak için buraya geldiğimi söyledim.

“Bize çok yardım ettiler”
Ecevit ile hangi dilde konuştunuz?
Tabii ki Türkçe. Türkçe'yi çok iyi öğrenmiştim. Rahmetli Ecevit benim hikayemden çok etkilenmişti. Salih Kurt'un talimatıyla orduevinin karşındaki otelde bana bir oda tuttular ve bana her ay geçimim için para vereceklerini ama bu konuda kimseye bir şey söylemememi rica ettiler. Bir de eşimin birliğinin Kıbrıs'a gönderileceğini bunu istemediğimi söyledim. Bana Genelkurmay Başkanlığı'nı göstererek orada Semih Sancar ile görüşmem gerektiğini söylediler. Bülent Ecevit'in eşi Rahşan hanım beni ve çocuğumu yanına alarak bize yeni kıyafetler aldı. Semih Sancar'ın Genelkurmay Başkanı olduğunu o alışverişte öğrendim.

Genelkurmay Başkanlığı'nın önüne gittim randevu istedim vermediler. Kapıda beklemeye başladım. Sancar'ın otomobili geçerken kendimi önüme attım. Beni önce bir odada beklettiler. Daha sonra Sancar'ın huzura çıkmama izin verdiler. Sancar'a durum anlattım. O da hayretler içinde kaldı. Bir genç kadının asker eşine bu kadar sahip çıkması onu etkiledi sanırım. Eşimin Kıbrıs'a gitmesini istemediğimi söyledim. Eşimin ismini falan yazdı. Sonra bana araba çağırdı, eşinin yanına gönderdi. Gerçekten de bir kaç gün sonra eşimin orduevine tayini çıktı.

Semih Sancar'ın talimatıyla normalde subay ailelerine açık olan orduevine benimde özel izinle istediğim zaman girebilmemi sağladı. Orada ücretsiz yiyip içebiliyor, çocuğumun karnını doyurabiliyordum. Semih Sancar'ın eşi Refika hanım beni çok sevmişti. Hemen her günümüz beraber geçiyordu. Bende onların izniyle pasta yapıp kantinde askerlere satıyordum. Böylece biraz param oluyordu.

“Türkiye'de kalmayı çok istedim”
Askerlik sonrası ne yaptınız?
Bizi gerçekten sevdikleri için askerlik bitince bana istersek Türkiye'de kalabileceğimizi söyledi. Hatta eşim için İstanbul Yeşilköy Havaalanında çevirmen olarak çalışabileceği bir iş bile ayarlamışlardı. Ben Türkiye'de kalmayı çok istedim. Çünkü Almanya'da ailem, hiç kimse beni Türk ile evli olduğum için istemiyordu. Türkiye'de ise adeta el üstünde tutuluyorduk. Ama eşim Almanya'ya dönmekte ısrar etti. Çünkü onun ailesi de Almanya'da yaşıyordu. Üç hafta kavga yaptık. Ama sonunda onun dediği oldu.

Ben Kiel'e geri döndüğümüzde doktor yardımcılığı mesleğinde çalışmaya devam ettim. O zamanlar Friedrichsort'ta bir özel klinikte çalışıyordum. Türkçe bildiğim için ilk kez sadece Türk kadınlara özel muayene saati ayarladık. Bu arada üç çocuğum daha oldu. Türkçe-Almanca tercümanlık yaptım. 2002'de eşimle ayrıldım.

Haberin Devamı


Çocuklarımı hep Türk kültürü ve geleneklerine bağlı yetiştirdim. Hepsi de yüksek öğrenim gördü. Ben de hala bir okulda çalışıyorum.

Ailenizle ilişkileriniz düzelmedi mi?
Babam ölene kadar benimle bir daha konuşmadı. Ancak annem ağır hastalandığında ben herşeyi göze alarak yanına gittim, ona baktım. O da bana 'sana karşı çok yanlış yaptık, umarım bizi affedebilirsin' dedi. Annemle barıştık. Yatalak oldu ben ona baktım. Bana yaşattıkları, babamın yaptıklarına göz yumduğu için çok pişman olduğunu söyledi.

Kitap yazma fikri nasıl doğdu?
Hiçbir belgeyi evrakı atmam. Türkiye'den dönüşteki otobüs biletim, Salih Kurt'un bize temin ettiği otel faturaları her şey duruyor. Zaten sürekli yaşadıklarıma ilişkin not alıyordum. İnsanların Türkiye'de benim yaşadığım desteği bilmeleri için kitap yazmaya karar verdim. Çünkü Almanya'dan Türkiye'ye giderken içim çok buruktu. Almanya'da başta ailem olmak üzere kimseden destek görmedim. Bunun tek nedeni de eşimin Türk olmasaydı.

Kitap yazarak Almanya'da insanların her zaman bugün olduğu gibi hoşgörülü olmadığını gözler önüne sermek istedim. Özellikle yine Türkler üzerinden çirkin politikalar yapıldığı bu dönemde böyle bir yaşam hikayesinin insanlara ders olabileceğini düşünüyorum. Türkiye'de gördüğüm ilgiyi kendi memleketimde görmemiştim. Almanya'da herkes beni hor görürken, Türkiye'de herkes yardımcı olmaya çalıştı. Başbakana kadar çıktım. Almanya'da yabancıların nasıl muameleye maruz kaldığını görünce Alman olmaktan utanıyorum.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!