Güncelleme Tarihi:
Avrupalıların, özellikle de Almanların on yıllardır burada yaşayan Türklere ve Türkiye’ye hep tepeden baktığına, kendini beğenmiş, aşağılayıcı bir turum sergilediğine dikkat çekildi.
Türkiye, Rusya ve Çin’in dünya politikasında önemli birer aktör olduğu vurgulanırken, “Batı her zaman yaptığı gibi onlara Soğuk Savaş mantığıyla davranırsa kaybeder” denildi.
*
1998-2005 yılları arasında Almanya’nın başbakanlığını yapan Sosyal Demokrat Parti’li (SPD) Gerhard Schröder, her zaman bu ülkede yaşayan Türklerin, Türkiye kökenlilerin ve Türkiye’nin yanında oldu.
Schröder’i 1990’lı yılların başında Aşağı Saksonya Eyalet Başbakanlığı döneminde tanıdım.
Kendisiyle 1998 yılında Almanya Başbakanı olduktan sonra hem Bonn’da hem de Berlin’de, 2005 yılında görevi bıraktıktan sonra da söyleşiler yaptım.
2004 yılında Türkiye’ye yaptığı resmi ziyarete katıldım.
Schröder, hep Türkiye’nin ve Türklerin yanındaydı.
2003’te Almanya’ya Türk iş gücü göçünün 40’ıncı yılında yaptığımız bir söyleşide, Türklerin, Almanya’nın kalkınmasına ve bugünkü refah düzeyine ulaşmasına çok büyük katkıları olduğunu söylemişti.
“Türklere müteşekkiriz” demişti.
Kan bağına değil, doğulan yere dayalı Alman vatandaşlığı, Schröder başbakanlığında SPD ile Yeşiller’in oluşturduğu koalisyon hükümeti döneminde gerçekleşti.
Gerhard Schröder, Türkiye’nin Avrupa Birliği’nde (AB) yerini almasını hep kararlı bir biçimde savundu.
Hâlâ da savunmakta.
1999’da Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye AB’ye adaylık statüsü verilmesinde etkin bir rol oynadı.
2005’te Türkiye ile AB arasında müzakerelerin başlaması için ağırlığını koydu.
Ve kabul ettirdi de.
‘Kardeş partiler’ olarak bilinen Hıristiyan Demokrat/Hıristiyan Sosyal Birlik Partileri’nin (CDU/CSU) Türkiye’ye tam üyelik yerine ‘imtiyazlı ortaklık’ verilmesi önerisine sistematik olarak tepki gösterdi.
Hatta, “Nasıl ‘biraz hamile’ olunmazsa, ‘biraz üyelik’ de olunmaz” bile dedi.
İşte bu yüzden Gerhard Schröder ‘Almanyalı Türklerin’ de gönlünü fethetti.
Schröder’e Berlin’deki yeni Başbakanlık binasının 5’inci katındaki makamında yaptığımız bir söyleşide, “Türkiye’yi makul bir süre içinde AB’ye tam üye olarak görebilecek miyiz?” diye sormuştum.
“Türkiye, AB’ye dönük reform paketini kabul ederek çok önemli bir adım attı. İşte bu nedenle biz, AB’li diğer ortaklarımızla birlikte, Helsinki Zirvesi’ndeki kararlar temelinde Türkiye’yi AB’ye yakınlaştırmak için elden gelen hür türlü desteği vereceğiz” yanıtını vermişti.
Schröder görevi bırakalı 15 yılı geçtiği halde, Türkiye hâlâ AB kapılarında bekletilmekte.
2005 yılındaki genel seçimlerde koktuğunu Angela Merkel’e kaptıran Schröder, milletvekilliğinden de istifa edip aktif politikayı bıraktıktan sonra alışılagelmiş tabuları yıkarak, İsviçre’nin medya devlerinden Ringier’in danışmanlığını üstlendi.
Bir süre sonra da Rusya’nın enerji devi Gazprom’un yan kuruluşu doğal gaz boru hattı ‘Nord Stream’in (Kuzey Akım) yönetimine girdi.
Sonra da Kuzey Akım 2’nin ve Rostneft’in Denetleme Kurulu Başkanlığı’nı üstlendi.
Schröder’in Rus şirketinde görev alması SPD’liler de dahil, farklı kesimlerden politikacılar ve çevreler tarafından eleştirildi.
Zamanla “Putin’in uşağı” diyenler bile oldu.
Ama Schröder bunlara hiç kulak asmadı, duymazdan geldi.
Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini hâlâ kararlı bir şekilde savunduğu için “Erdoğan’ın adamı” diyenler de oldu.
Ama Schröder bu konudaki tutumunu da hiç değiştirmedi.
Hep, “Türkiye’nin yeri Avrupa’dır, AB’dir” dedi ve hâlâ da demekte.